Uhud Çenginden Sonraki Olaylar Ve Hazret-İ Muhammed (S.A.V.)’İn Medine’ye Dönüşü

By | 17 Mart 2015

uhud-cenginden-sonraki-olaylar-ve-hazret-i-muhammed-s-a-v-in-medineye-donusu   Siyer Ashabı (Allah hepsine rahmet eylesin) derler ki:
— Resûlullah (S.A.V.), Talha ve Ali (R. Anh) ların yardımıyla, Uhud’da düştüğü çukurdan kurtulunca Ashab-ı Kiram O’nun sağ ve hayatta olduğunu anladılar. Bütün gaziler kendisinin etrafında toplandılar. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) Uhud dağının bir tepesine çıkmağı diledi. Aldığı yaralardan vücuduna zayıflık gelmişti, yukarı tepeye çıkmak güçleşti ve nasip olmadı. Yere batası kâfirler meydanı boş bulup aşağı, yukarı seğirtmeye ve kahramanlık şiirleri okumaya başladılar. Sevinçlerini gösterdiler. Müminler yaralanıp Allahü Teâlâ’dan gelen hükme razı ve belâya sabırlı oldular ve böyle bir imtihanı başardılar.

Naklolunur ki müşriklerin Hind ve başkaları gibi kadınları birçok şehitlerin burunlarını, kulaklarını kestiler. Ancak Hanzale bin Amr’ı ve kimi bulamadıkları kimseleri bıraktılar. Bulduklarının yüreklerini çıkardılar. Burun ve kulaklarını boyunlarına astılar. Sonra Ebû Süfyan, İslâmlardan bir topluluğun Uhud Dağının bir tepesine çıkmak istediğini gördü. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) de onlarla birlikteydi. Ebû Süfyan kendi adamlarıyle başka bir taraftan o tepeye çıkmak istedi. Peygamber (S.A.V.):

— «Allahım, bizim üstümüze onları üstün kılma!» diye dua etti. Hak Teâlâ kâfirlerin yüreklerine korku verdi. Yerlerinden bir adım ileri atmaya güçleri olmadı.

Bir rivayete göre Hattab oğlu Hazret-i Ömer (R. Anh) ashaptan bir cemaatle onların önüne çıkıp yolu kesti. Onlar da bu zorlukla geri döndüler. Ebu Süfyan, bir de Peygamber (S.A.V.)’in halinden, sağ mı olduğundan bir haber almak istedi. Bağırarak:
— «Muhammed bu kavmin içinde midir?» diye haykırdı. Hazret-i Muhammed (S.A.V.):
— «Cevap vermeyin!» diye işaret etti. Ebû Süfyan:
— «İbni Ebu Kahafe (Ebu Bekir) orada mıdır?» diye seslendi. Hazret-i Ebû Bekir (R. Anh) cevap vermedi.
Ebu Süfyan sonra:
— Hattap oğlu Ömer orada mıdır? diye haykırıp sordu. O da cevap vermedi. Sonra kendi kavmine seslenerek:
— Ey Mekkeliler, dedi. Bu kadar kişinin adını söyledim. Cevap vermediler. Demek ki ölmüşlerdir. Eğer diri olsalardı cevap verirlerdi.
Bu sözden Hazret-i Ömer (R. Anh)’m aklı başından gitti. Bağırıp şöyle cevap verdi:
— Yalan söylüyorsunuz siz, ey Allah’ın düşmanları! Onların hepsi sağdır, yaşıyor. Ebu Süfyan putlarını ululayarak, överek:
— Yüce Hubal! dedi.
Hazret-i Muhammed (S.A.V.) ashaba:
— «Yüce olan Allah’tır!» diye cevap verin diye buyurdu. Ebu Süfyan:
— «Bizim Uzzâ putumuz var, ve sizin Uzzâ’nız yok!» diye seslendi. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) ashabına işaret buyurarak şu cevabı verdirtti.
— Bizim Mevlâmız (yardımcımız) Allah’tır, sizin Allah’ınız yok.
Ebu Süfyan:
— «Bedir günü sizindi, Uhud günü ona karşılık oldu. Cenk nöbet ile, sıra iledir!» dedi. Müminler de:
— «Bugün Bedir Günü’ne nasıl karşılık tutulur ki bizden şehit olanlar Cennet’e ve sevaba kavuştular. Sizden ölenler ise Cehennem’ de büyük, elemli azaba uğradılar!» dediler.
Ebu Süfyan:
— «İş bitmedi, dedi, lâkin buluşmamızın vâdesi gelecek yıl Bedir’de olsun!» dedi. Hazret-i Muhammed (S.A.V.)’in emri ile:
— «Öyle olsun!» dediler. Bundan sonra kâfirler yüzlerini Mekke’ye döndürdüler ve oraya yöneldiler. Ama, Ashab-ı Kiram:
— «Bunlar Medine’ye gidip bir kötülük etmesinler, sakın yağmaya girişmesinler?» diye bir üzüntüye kapıldılar. Hazret-i Peygamber (S.A.V.) İmam Ali (R. Anh) Hazretini arkalarından gönderdi ve:
— «Git, onları gör. Eğer develerine binip atlarını yedeğe aldılarsa Mekke’ye giderler. Eğer atlarına binip develerini katar ettilerse Medine’ye giderler. Eğer Medine’ye giderlerse, arkalarından erişiriz, onların cezalarını veririm!» diye buyurdu. Hazret-i İmam Ali (R. Anh) geri gelip:
— Atlarını yedeğe alan kâfirler Mekke’ye gittiler! dedi.

Naklolunur ki, Resûlullah (S.A.V.)’in öldürüldüğü hakkında yayılan sesler Medine’ye erişince Fâtıma (R. Anha) bir nice hatun ile cenk yerine son hızla geldiler. Fâtımatüz Zehra, babasını yaralı ve üzgün görünce feryada, figana başladı. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) onu koltuğuna aldı. Çok sevip okşadı, Hazret-i Ali (R. Anh), kalkanı ile su getirdi. Fâtıma (R. Anha) babasının kanlarını yıkadı.
Rivayet olunur ki, Hazret-i Peygamber (S.A.V.)’in kanı dinmemişti. En sonunda Fâtıma (R. Anha) bir hasır parçası bulup yaktı, külünü yaraya döktü, kan dindi.
îfcîjî
Denilmiştir ki, kâfirler Mekke’ye dönünce Müslümanlar ölülerini bulmaya başladılar.

Naklolunur ki, Peygamber (S.A.V.):
— «Rebioğlu Sa’d’m yaşadığım veya öldüğünü görüp anlayacak kimdir?» diye sordu. Ansardan biri onu araştırmak için çıktı. Ve ölüler arasında buldu. Can vermek, ruhunu teslim etmek üzereydi. Ona:
— «Peygamber (S.A.V.)’in selâmı var! Senin halini soruyor!» dedi.
Sa’d:
— «Ben de ölüler arasındayım. Sen de benim selâmımı kendisine ulaştır. Allahü Teâlâ o Hazrete, Enbiyaya ve ümmetlerine verdiği se- vab ve mükâfatın en hayırlısını versin kavmime de benden selâm eyle. De ki:
— Eğer Peygamber (S.A.V.)’in hizmetinde bir kusur işlerlerse Allahü Teâlâ hiçbir zaman özürlerini kabul etmesin!..»
Sâ’d (R. Anh) bu sözleri söyledikten sonra ruhunu yüce Allah’a teslim etti. O kişi de geldi. Muhammed (S.A.V.)’e herşeyi anlattı.
Peygamber (S.A.V.) de ona dua edip:
— «Ya Allah’ım Sa’d ibni Rebi’den razı ol!» dedi Ve sonra:
— «Ya Hamza’nın hali nicedir? Onu görmüyorum!» diye buyurdu. Daha sonra Hazret-i Ali (R. Anh) ile dikkatli bir araştırmaya çıktılar. Hazret-i Hamza (R. Anh)’in mübarek cesedine vardılar. Onun halini görünce çok melûl oldu. Üzüldü. Ve:
— «Ben, bundan daha üzüntü veren bir yere uğramadım! Ve yemin öderim ki eğer Kureyşe elim varırsa onlardan yetmiş kişi böyle edeyim!» dedi. Cebrail (A.S.) şu âyet-i kerimeyi getirdi.
«(Ey Müslümanlar) eğer ceza verecek olursanız, ancak size nasıl ceza verildi ise siz de öylece ceza veriniz. Sabrederseniz, sabredenler için hayırlı olur.» (Nahl sûresi, âyet: 28)
Hazret-i Muhammed (S.A.V.) de:
— «Ben sabrederim» diye buyurdu ve (ölüme ölüm) niyetinden vazgeçti. Ve onun kefareti olarak Hazret-i Hamza (R. Anh)’tan ötürü yetmiş kere istiğfarda bulunup bağışlanma diledi.
Naklolunur ki, Hazret-i Hamza’nın kızkardeşi Safiyye Hatun Iraktan görünmüştü, Hazret-i Muhammed (S.A.V.):
— «Oğlu Zübeyr onu karşılasın. Geri döndürsün!» diye buyurdu. Kardeşini o halde sakın görmesin. Belki takat getiremez.
Zübeyr vardı, annesine:
— «Nereye gidiyorsun?» diye sordu. O da:
— Peygamber (S.A.V.) sen buralara gelmiyesin diye emir buyurdu, dedi. Annesi:
— işittim ki erkek kardeşim şehit olmuş. Yüzünü parçalamışlar. Ben biliyorum ki bu Allahü Teâlâ’nm rızasını diledi de oldu. Ümit ediyorum ki Hak Teâlâ bana selamlar ihsan eder.
Zübeyr geri dönerek anasının bu sözlerini Hazret-i Muhammed (S.A.V.)’e bildirdi. O da kardeşi Hazret-i Hamza (R. Anh)’ı görmesi için Safiyye Hatuna izin verdi. Geldi, kardeşini o halde görünce:
«Biz Allah’ın kuluyuz ve yine ona dönücüyüz,» dedi. (Bakara sûresi âyet: 156) Fakat ağlamamak için kendisini tutamadı. Onun ağlamasından Peygamber (S.A.V.) de ağladı. Hazret-i Fâtıma da gözyaşları döktü.
Hazret-i Muhammed (S.A.V.):
— Yâ Safiyye, ve yâ Fâtıma! Size müjdeler olsun ki bana Cebrail (A.S.) geldi: «Abdül Muttalib oğlu Hamza yedi kat gökte:
— Allah’ın arslanı (Esedüllah) ve Allah’ın Resulünün arslanı (Esed-ir Resûlullah) diye yazılmıştır! diye haber verdi!» dedi.