Semâ Dönmek ve Ney Çalmak Caiz Midir?

By | 11 Şubat 2015

sema-donmek-ve-ney-calmak-caiz-midir“Raks bir sevinme ve sevinçten doğar. Raksın hükmü ise onu tahrik eden sebebe göre hüküm alır. Eğer raks eden adamı şevke getiren meşru ve ulvî bir duygu ise, onun raksı o sevgiyi arttırdığı için güzeldir. Şayet mubah ise raksı da mubahtır. Eğer meşru olmayan, harama vasıta olan bir şeye sevinmiş ise raksı meşru değildir.” Burada “raks”tan murad “semâ”dır.

Semâ kelime olarak “işitmek ve dinlemek” mânâlarına gelir. Güzel sesle ve musikî eşliğinde coşmak mânâsında da kullanılır. Tasavvufta semâ bir vasıtadır. Semâdan gaye ise, ondan meşru olarak faydalanmak ve bu vesile ile insanlara Hakkın kelâmını dinletmektir.

İslâm mutasavvıftan ve İmam Gazali gibi büyük zâtlar semâı Peygamberimizin (a.s.m.) mübarek sözlerinden şevke gelip dönen sahabilere kadar dayandırmaktadırlar. Şöyle ki:

Hz. Hamza şehit olunca küçük kızı yetim olarak kalmıştı. Sahabîsi lerden Hz. Ali, Hz. Cafer ve Zeyd bin Sâbit’ten her üçü de bu yetimi himayeleri altına alıp bakmayı arzu ediyorlardı.
Hepsini de dinleyen Peygamberimiz (a.s.m.), Hz. Ali’ye, “Yâ Ali, ri sen bendensin, ben de şendenim” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ali sevincinden dönmeye başladı.
Hz. Cafer’e de “Senin simân ve sîretin (ahlâkın) bana benziyor” buyurdu. Bu güzel sözü duyan Hz. Cafer şevkinden dönmeye başladı.

Hz. Zeyd için de, “Sen bizim kardeşimiz ve âzad edilmiş kölemizsin” buyurunca Hz. Zeyd de heyecanından dönmeye başladı. Daha sonra Peygamberimiz (a.s.m.), “Teyze anne yerindedir” buyurarak, kızı Hz. Cafer’e verdi. Hz. Cafer’in hanımı yetim kızın teyzesi idi.

Diğer mutasavvıflar gibi, İmam Gazali de hadisin metninde geçen “hacel” kelimesini “semâ ve raks” mânâsma alarak bu hususta şöyle demektedir:

“Raks bir sevinme ve sevinçten doğar. Raksın hükmü ise onu tahrik eden sebebe göre hüküm alır. Eğer raks eden adamı şevke getiren meşru ve ulvî bir duygu ise, onun raksı o sevgiyi arttırdığı için güzeldir. Şayet mubah ise raksı da mubahtır. Eğer meşru olmayan, harama vasıta olan bir şeye sevinmişse raksı meşru değildir.” Burada “raks”tan murad “semâ”dır.
Başta Zunnûn el-Mısrî, Cüneyd-i Bağdadî ve Şiblî olmak üzere, meşhur evliya ve İslâm mutasavvıfları Allah’ı ve âhireti hatırlatan bir söz duydukları zaman vecde gelip raks etmişlerdir. Semâ yapmışlar ve semâı öven sözler söylemişlerdir.

“Semâ zamana, mekâna ve ihvana göre değişir” diyen Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri semâ edenleri üç gruba ayırır: avam, zahid ve ârifler. Semâı ârif ve zahidler için iyi görürken, avam için hoş görmez.

Zunnûn el-Mısrî ise, semâm İlâhî neşveden nasibi olmayan avam için caiz olmadığını söylemekte, riyazet ve mücahedenin meydana gelmesi için zahidlerin yaptıkları semâı mubah görmektedir.
Her iki mutasavvıfın da avam için semâı iyi görmemelerinin sebebi, onların semâı gerçek maksadı olan İlâhî vecd ve şevk karşısında yapmamış olmalarıdır.

İmam Şafiî ise semâm sadece avam için mekruh olduğunu beyan eder. Ayrıca İmam Gazalî Kut’u’l-Kulûb isimli eserinde sahabilerden bazılarının semâ yaptıklarını söyler. Bunlar arasında Abdullah bin Zübeyr’i, Mugîre bin Şûbe’yi ve Hz. Muaviye’yi zikreder.

Mevlâna Celâleddin Rumî ise semâm hak âşıklarının gıdası olduğunu, onda Canan ile (hakikî dost ile) buluşup kavuşmanın lâtif bir hayali bulunduğunu söyler. Ve semâm manevî hal sahibi olanların gönülleri için bir döşek olduğunu belirtir.

Semâm caizliği üzerinde âlimler arasında değişik görüşler varsa da, İlâhî aşk, vecd ve cezbeden dolayı semâ yapmanın mubah olduğu hususunda yaygın bir kanaat mevcuttur.
Mevlâna’mn semâ yapıp yapmadığına gelince: Mevlâna’nm zamanına yakın asırlarda yazılan bazı kaynaklar semâ yapmadığını zikrederse de, kaynakların ekserisi Mevlâna’nm Şems-i Tebrizî ile buluşmasından sonra onun teşvikiyle semâa başladığını naklederler.

Bir gün Şems ona, “Semâ buyurunuz. Talep ve arzu ettiğiniz şeyi semâda bulursunuz. Semâm halka haram olması, hevâ-i nefsi ile meşgul olmasından dolayıdır” der.

Mevlâna bu konuşmadan sonra semâa başlamış ve hayatının sonuna kadar da semâ yapmıştır. Hattâ öyle ki, hoşuna giden mânâlı bir söz duyduğunda, Meram Mescidinde, Ilıca’da, Konya meydanında semâ yapmıştır. O, semâ esnasında Mevlâ’nın azamet ve kudretini, İlâhî sanatlar üzerindeki tecellîleri gördüğünü söyler. Bu semâ esnasında sorulan suallere manzum olarak cevap verdiği söylenmektedir.

Eflâkî’nin Menâkıbii’l-Ârifin isimli eserinde ise ayrıca Mevlâna semâ yaparken defçilerin def çaldıkları, neyzenlerin ney üfledikleri de belirtilir. Mevlâna Hazretleri Mesnevî’sine “Dinle neyden çün hikâyet etmede, ayrılıklardan şikâyet etmede” diyerek başlamış ve ney’in çevreye aşk ateşleri saçtığını ifade etmiştir.

Mesnevî şârihleri ney’den maksadın “insan-ı kâmil” olduğunu söylerlerse de, bazı şârihler de ney’i hakikî mânâda kullanmışlardır.

Mevlâna, bir şiirinde “Âteşes în bânk-ı nây ve nîst bâd. Her ki în âteş nedâret nîst bâd” yani, “Ney’in çıkardığı sesler aşkın ateşleridir. İçine üfürülen maddî bir soluk değildir. Bir kimsede bu (İlâhî aşk ve muhabbet) ateşi olmazsa, o yok olsun daha iyi” der.

Buna göre, Mevlâna semâ yapmış, ney dinlemiş, fakat ney çalmamıştır.
Her sene Aralık ayında Konya’da tekrarlanan Mevlâna ihtifalleri ise, Mevlâna’mn fikir ve görüşlerini etrafa yaymak, onun adına kurulan tarikatı dünyaya ilân etmek üzere yapılmaktadır. Bilindiği gibi, Mevlevî tarikatını oğlu Sultan Veled kurmuştur. Sultan Veled de babasının arzu ettiği şekilde yaşamış bir evlâttır.
Arzumuz, Mevlevîliğin sadece isim ve resimden ibaret kalmaması, asırlar önce kurulan bir tarikatın aslına ve ruhuna uygun bir şekilde devam ettirilmesidir.
.