Oruç: İslâmın dört temel ibadetinden ve beş esasından biri. Farsça’dan Türkçe’ye geçmiş bir isimdir. Kelimenin aslı “Ruze”dir. Önceleri “Oruze” günlük olarak kullanılmış; daha sonra “Oruç” şeklinde telaffuz edilmeye başlanmış ve bu şekliyle yaygınlaşmıştır. Arapça karşılığı “savm” veya “sıyam”dır. Savm kelimesinin lügat manası; yiyip-içmekten kendini tutmak, imsak, hareketsiz kalmak ve herşeyden el, etek çekmektir. Kur’an-ı Kerim’de bazen “susmak” manasında da kullanılmıştır (Meryem, 19/26).
İslâmi ıstılahta oruç, “İkinci fecirden (fecr-i sadık’tan)” itibaren, güneşin batışına kadar yemekten, içmekten, cinsel ilişkiden ve orucu bozan diğer şeylerden, Allahu Teala (Celle Celaluhuj’ya kulluk niyetiyle nefsi alıkoymaya verilen isimdir.
Bilindiği gibi oruç, yalnız bedenle yapılan ibadetlerden biridir. Dolayısiyle, her mükellefin kendi nefsi için farz-ı ayn’dır.
Kur’an-ı Kerim’de; “Ey iman edenler!.. Sizden evvelki ümmetlere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı farz kılındı. Ta ki, korunasınız”(Bakara, 2/183) buyurulmuştur. Oruç ibadetinin; Hicret’ten sonra farz kılındığı hususunda görüşbirliği vardır. Sahih olan rivayete göre, Bedir savaşından kısa bir süre sonra farz kılınmıştır.
Oruç ibadetinin nedenine gelince; Usûl ûleması, ibadetlerde asıl olanın Allahu Teâlâ (Celle Celaluhu)’ya ihlâsla kulluk olduğunu, sebeplerinin tesbit edilip edilememesinin önemli olmadığını; hikmetlerinden bazılarını kavramanın ve açıklamanın mümkün, ancak teabbüdî olan bu hususlarda illeti tesbit etmenin güç olduğunu söylemişler ve ihlâsla Allah’a kulluğun esas alınmasını tavsiye etmişlerdir