Kur’ân’ın Sevabı Hayattaki İnsana Bağışlanabilir mi?

By | 4 Şubat 2015

kuranin-sevabi-hayattaki-insana-bagislanabilir-miBir mü’min Kur’ân’ı hatmeder de onu bir mü’min kardeşine bağışlarsa, Cenâb-ı Hak, o mü’minin duasını ve bağışını karşılıksız bırakmayacaktır. Diğer taraftan rahmete, duaya, sevaba hayatta olan insan ölmüş insandan daha fazla muhtaçtır.

Bir Müslüman diğer Müslüman kardeşine çeşitli şekillerde yardımda bulunur. Bu yardımların bir kısmı maddî şekilde olduğu gibi, daha güzeli ve tesirli olanı mânevî yardımdır.

Meselâ duâlarmda onun bağışlanmasını, günahının affolunmasını, Allah’ın rızasına ermesini ister. Tahiyyatta iken “Allah’ım, beni, ana babamı ve bütün mü’minleri bağışla” mânâsında “Allahümma’ğfirlî…” şeklinde yaptığımız dua bunun bir örneğidir.

Bir mü’minin diğer mü’mine en iyi yardımın ona gıyabında yaptığı dua olarak ifade eden Peygamberimiz (a.s.m.) mü’minlerin mânevî açıdan birbirlerine destek olmalarını tavsiye etmektedir.

Bediüzzaman, Lem’alar isimli eserinin “ihlâs” bahsinde dünyada mâlî bakımdan şirket kurulduğu takdirde ortakların hepsinin “hârika bir kuvvet, bir menfaat elde ettiklerine” dikkat çeker. Fakat, aynı şirket uhrevî ameller için kurulduğunda ondan daha fazla zararsız kazançlar sağlandığını ifade eder.

Uhrevî mallarda ihlâs sırrıyla kurulan ortaklık, kardeşlik sırrıyla dayanışma, birlik sırrıyla ortak çalışma, o ortaklıktan meydana gelen nur, her birinin amel defterine eksiksiz olarak girer.
Yani aynı hakikatlere, aynı dâvâya, aynı mukaddeslere gönül verip o sahada çalışan mü’minler bir ortaklık kurmuş olurlar. İhlâs sırrıyla birlikte hareket ettiklerinden mânevî kazançları da aralarında ortak olarak taksim olunur. Hepsine de eksiksiz olarak aynı sevap verilir.

Bunun gibi, Kurân okumak da bir ibadettir, bir hizmettir, bir sevap hâzinesinin kapısını çalmaktır. Bir mü’min Kur’ân’ı hatmeder de onu bir mü’min kardeşine bağışlarsa Cenâb-ı Hak, o mü’minin duasını ve bağışını karşılıksız bırakmaz.

Diğer taraftan rahmete, duaya, sevaba hayatta olan insan ölmüş insandan daha fazla muhtaçtır. Çünkü hayattaki kişi, devamlı sûrette şeytan, nefis ve çevresiyle mücadele halindedir. Oralardan gelen tehlikeler, mânevi yaralar devamlı kendisini rahatsız eder; kalbini, ruhunu rencide eder.

Yine bu yollarla mü’mini birçok günahlar kuşatır, kıskacına alır. Bu kadar tehlike karşısında bir mü’min tek diliyle onlara nasıl karşı koyabilir? Diğer yüz binler mü’min kardeşi de mânen imdadına yetişir, onu duâsı, ibadetleri ve sevaplarıyla desteklerse o da kendisini ancak kurtarabilir, mânevi uçuruma yuvarlanmaz.

Kur’ân ise bu hususta en büyük şefaatçi ve destekçidir. Bir insanın din kardeşine Kur’ân’ı şefaatçi yaparak duâ etmesi ve onun sevabını bağışlaması kadar güzel ne vardır? Böyle bir yardımlaşmanın olmamasını düşünmek, mü’minler arasındaki mânevi bağların mevcut olmadığını iddia etmek olur ki, bu da mümkün değildir.