İnsanların Allah’ın nihayetsiz ilmini ve de mutlak/kayıtsız ilminin tecelli ettiği malumatı ihata etmesi, bilmesi mümkün değildir. Ancak O’nun dilediği kadarını kavrayabilirler.
Esasen insanların bildikleri O’nun bildirdiklerinden ve duyurduklarından ibarettir. Allah’ın kullarına verdiği/duyurduğu bu ilmi iki grupta değerlendirebiliriz:
Birincisi, Allah’ın kullarından seçip dilediğine verdiği bir ilimdir ki, bu, peygamberlere gelen vahiydir. Vahiy, özel donanımlı kimseler olan pey-gamberlere Hakk’ın hususî bir teveccühüdür. Dünyada hiçbir mevhibe ile mukayese edilemeyecek kadar da yüksektir. Buna, ilham yoluyla Allah’ın bazı kullarına -istidatları ve kendisine yakınlıkları ölçüsünde- açtığı bilgileri/sırları da dahil edebiliriz; ama vahiy, şeffaf, şahitle müeyyed (Cebrail) objektiftir, bağlayıcıdır; İlham ise, hususî, yoruma açık, şahitsiz ve bu itibarla da ilzam edici değildir. Yani nebî vahyi Hak’tan telâkki ettiği gibi velî de ilhamlarını yine O’ndan almaktadır. Ancak velîye Cibril nâzil olmamakta, dolayısıyla da böyle bir mesaj bağlayıcı bir hitap sayılmamaktadır. Sübjektif ve vicdanî bir hâdisedir, bağlayıcılığı da söz konusu değildir. İlham, Kur’ân ve Sünneti Sahiha’nın muhkemâtına uygunluğu ölçüsünde kabule şâyân görülüp dinin esaslarına uygunluğu çerçevesinde bir değer ifade eder.
İkincisi, Allah’ın, eşyanın sırlarıyla alâkalı olarak, her devirde -sebeplere usulünce müracaatlarının bir karşılığı olarak- kullarına açtığı, verdiği bir ilimdir. Şöyle ki, İlahî ilmin tecelli alanı olan varlık âdeta bir şifreler mecmuasıdır. İşte bu şifrelerin çözümüne yardımcı olacak ilhamı/desteği kullarının gayretine bağlı olarak lütfeden de yine Allah’tır. Meselâ, bir bilim adamı, kendi kapasitesiyle asla altından kalkamayacağı bir çalışma içinde ne yapacağını bilememenin çaresizliği içinde kaldığı bir anda, o işin çözümüyle alâkalı bir ilhama mazhar olur; yine teknolojik bir alanda çaba sarf eden bir bilim adamı, araştırmasını yaparken, bazen hedeflediğinin tamamen aksine bir şey keşfeder. Bu, -ister inanan ister inkâr eden olsun- sebeplere müracaat eden o bilim adamının şahsında, Allah’ın insanlığa bir lütfudur. Kur’ân’ın “Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretendir.” (Alak, 96/4-5) ayetini, böyle geniş bir perspektiften düşünmemize bir mani olmayacağı kanaatindeyiz.