Sağlık ve afiyet, kişide, sahip olduğu güç, dinamizm ve rahatlıktan dolayı kibir, gurur ve şımarıklığa yol açar. Hastalık onu esir alıp acılar onunla savaşınca nefsi kırılır, kalbi yufkalaşır ve kibir, gurur, haset vs. kalbi hastalıkların ve kötü ahlakların pisliklerinden arınır. Bunların yerini Allah’a karşı boynu eğiklik hali ve kullarına karşı tevazu alır.
İbn Kayyım (rh.a) der ki: “Kalbin ve ruhun acılardan ve hastalıklardan istifadesi ancak kalbi diri olan kişinin hissedebileceği bir husustur. Dolayısıyla kalplerin ve ruhların sağlığı bedenlerin acı ve meşakkatlerine bağlıdır.”
Başka bir yerde de şöyle der: “Dünyanın bela ve musibetleri olmasaydı kul kibir, gurur, gaddarlık ve katı kalplilik gibi dünya ve ahirette helakına sebep olacak hastalıklara yakalanırdı. Onun için Yüce Allah rahmetiyle bazı zamanlar kulunu türlü musibetlerle yoklar. Bunlar onun için bu hastalıklara karşı koruyucu kulluğunun zedelenmesine engel ve onu helak edici pis ve bozuk maddeleri dışa atıcı olur. Belaları rahmet, nimetleri bela kılan Allah (c.c.) ne kadar da yücedir.
Nitekim şair şöyle demiştir:
Bazen Allah -büyük de olsa- belaları nimete dönüştürür.
Allah kimilerine de nimetleri musibet eyler.
İşte Allah (c.c.) kullarını bela ve felaket ilaçlarıyla tedavi etmeseydi haddi aşarlar, azarlar ve bozgunculuk yaparlardı. Yüce Allah bir kul için bir hayır dilediğinde ona durumuna göre bela ve musibet verir. Bununla içindeki öldürücü zehirleri boşaltır. Bu şekilde onu terbiye ederek, temizleyip arındırarak dünyadak en büyük mertebe olan “kulluk makamı”na, ahiretteki en büyük mükafaat olar “Yüce Allah’ı görme ve O’na yakın olma” nimetine ulaştırır.