İslam ve Zekat

By | 4 Mayıs 2015

islam-ve-zekatİslâm’ın, üzerine bina edildiği temel unsurlardan biri de zekâttır. Zekât, kelime olarak temizlemek ve artmak gibi anlamlara gelir. Istılahtaki manasıyla ise zekât, belli miktardaki malın, belli kimseler tarafından, verilmesi gereken yerlere verilme işine denilmektedir. Sadaka, infak ve öşür gibi kavramlar da belli şartlar dâhilinde zekât kelimesi yerine kullanılabilmektedir.

Öncelikle zekât, sadece mâlî bir yardımlaşma değil, namaz, oruç ve hacc gibi bir ibadettir. İnanan bir insan, onunla Rabbi’nin emirlerini yerine getirmekte ve bunun neticesinde de, ahireti adına ‘sevap’ kazanmaktadır. Sevap ise, kişinin sadece dünyada yaptıklarıyla karşı karşıya kalacağı, ahiret hayatını şekillendiren en önemli unsurdur. Cennet veya cehennem, sevabın günaha oranı nispetinde gidilecek ölüm sonrasına ait mekânlardır.

Namaz ve oruç gibi ibadetler bedenle yerine getirilirken, zekât, sadece malla ilgili bir ibadettir ve belli bir zümre yerine toplumun bütün fertlerinin refah ve sosyal statüsünü yükseltmeye yönelik bir organizasyonu ifade etmektedir. O, diğer sistemlerde olduğu gibi sadece ‘tavsiye edilen’ bir yardımlaşma müessesesi değil, aksine dinin üzerine bina edildiği bir rükün, ana umdelerden bir umde ve namaz, oruç, hac gibi dört ibadet çeşidinden birinin adıdır.

Aynı zamanda zekât, fakirin zengin malı üzerindeki haklarından biridir. Bu hakkı tespit eden de, mülkün gerçek sahibi Allah’tır. Dolayısıyla zengin, malının zekâtını verirken, fakiri minnet altında bırakması muhtemel zemin ortadan kaldırılmıştır.
Şartları itibarıyla zekâtı vermekle mükellef olan kimsenin, onu vermeme gibi bir lüksü yoktur. Aksi halde bu, hem dünyevî hem de uhrevî bir cezayı gerektirmektedir. Hz. Ebû Bekir döneminde, namaz kılıp da zekât vermek istemeyenlere karşı takınılan tavır ve bu insanların ahiret hayatında karşılaşacakları uhrevî cezalar bunun açık bir göstergesidir.