En-Nafi

By | 17 Temmuz 2014

namaz-kildiran-seccade

En-Nafi

En-Nafi
“Zarar veren” ve “Fayda veren” anlamlarına gelen bu iki ismi şerifler “ed-Dârr ve en-Nâfi’” bu şekilde Kur’an-ı Kerim’de yoktur. Ancak “Allah’tan (CC) başka size fayda ve zarar verecek yoktur.” anlamında birçok ayet vardır. “De ki: ‘Ben Allah’ın (CC) dilemesi dışında kendime bile fayda ve zarar veremem’.”[1]

İmanın altı şartını öğrenirken “Hayır ve şer Allah’tandır (CC).” diye öğrenmiştik ya işte bu iki isim onu ifade eder.

İnsanlık tarihi boyunca Allah’a (CC) iman etmeyenler, hakkın yanında değil, gücün yanında yer alanlar, yanardağ patlaması, deprem, yangın, sel felaketi gibi gücünün yetmediği olaylar karşısında kalınca kafasından şer tanrısı veya yer tanrısı,En-Nafi   veya fırtına tanrısı gibi isimlerle sapkınlığını devam ettiriyor. Peygamberlere (AS) kulak verenler ise Melekle-şeytanı, hayırla-şerri, imanla-inkarı, sıhhat ile hastalığı, gül ile dikeni, gündüzle geceyi, su ile ateşi yaratanın Dârr ve Nâfî olan Allah (CC) olduğunu bildiler. “Sana kul olmak dünyaya sultan olmaktan evladır.” dediler ve Ali Edirneli gibi:

“Nar-ı ğam, nur-u safa hep bir çerağın pertevi,

Çeşm i irfan ile baksan arada bigane yok”

dediler. Yani yürekler yakan keder, hüzün, gam ateşleri de, vücudumuzun her zerresinde parlayan sevinç, keyif, mutluluk parıltıları da aynı kaynaktan gelir. İbret, irfan gözüyle bakarsan aralarında hiçbir fark yok. Doğan çocuğuna sevinen, depremde veya trafik kazasında ölen yavrusuna üzülen anne her iki halde de Rabbine yöneliyor, tecelliyi ve teselliyi orada buluyor.

Ya imansız ne yapsın?

Menfaatları ve mazarratları yaratan, ancak Allah-ü Teala’dır (CC). Bütün vukuat sebeplerle meydana geliyorsa da, sebepler yoğu var etmez. Onlar ancak insanların elinde birer tutamak ve Hakk’tan (CC) bir isteme vesikası olmak üzere yaratılmıştır. İnsanın menfaat ve mazarratında hakim ve rakipsiz müessir ancak O’dur (CC). Allah-ü Teala (CC) gerçi mazarrat verici şeyler yaratmıştır. Fakat onlardan zararlanmamızı değil, bilakis maddi, manevi bütün zararlardan sakınıp, korunmamızı emretmiştir. Allah-ü Teala (CC), insanlara menfaat ve mazarratı ayırt edecek kuvvet verdiği gibi ki bu kuvvet, akıl ve ilimdir – bunlardan herhangi birinin sebeplerini tutabilmek üzere kendilerine tam bir serbestlik de vermiştir. Bu serbestliğe binaen, bir insan hangi tarafın sebeplerini tutarsa akıbeti oraya çıkar ve bu akıbeti bile bile, kendi arzusuyla hazırlamış olur. Allah (CC) isterse bu serbestliği kaldırabilir, buna muktedirdir ve o zaman insanlar kendi arzulariyle iyiden, kötüden bir şey kazanamazlar. Fakat insanlardan hangilerinin iyiliğe, hangilerinin kötülüğe daha istekli bulunduğunu ortaya koymak için bu serbestliği devam ettirir.

HAYIR DA ŞER DE İNSANLAR İÇİN BİRER İMTİHANDIR:

İnsan dünyaya gelir, rüşt çağına ulaşınca fazileti de anlar, rezileti de. İki tarafın isteyicisi de çıkar. Allah-ü Teala (CC), imtihan için herkesin hareketine meydan verir, İstediği tarafın sebeplerini yaratır. Her iki tarafın da tellalı, teşvikçisi, vasıtaları bulunur. Derken insanlar ikiye bölünür, iki muvazi ırmak gibi iyiler iyiliğe, kötülür kötülüğe akar, koyulur gider. Allah-ü Teala (CC) Halîm’dir, Sabûr’dur, kötüleri hemen kahredivermez; mühlet verir, rızklarını da kesmez. Bu arada yol değiştirenler de görülür. Kötülükten iyiliğe dönenler olduğu gibi, iyilikten kötülüğe doğru kayanlar da bulunur, İmtihanın neticesi de hatimede, yani son nefeste belli olur. Maddi bir temsil:

Malumdur ki, bir duvar ne tarafa eğilmiş se çok defa o tarafa yıkılır. En-Nafi  Sağ tarafa meyleden bir duvar günler geçtikçe o tarafa meyli artar ve nihAyet o tarafa göçer. Bunun aksi de böyledir, amma bazan tam duvarın yıkılacağı anda fevkalade bir hal, bir hadise oluverir. Mesela, müthiş bir bora ve fırtına kopmak gibi… Bu hadise yüzünden, sağa yıkılacakken sola veya sola yıkılacakken sağa yıkılabilir. Bu da her zaman mümkündür.

Kötü yollarda giderken kalbinde Allah (CC) korkusu bulunan ve günün birinde Allah’ın (CC) rızasına uygun herhangi bir iş becerenler, çok defa doğru yola döndürüldüğü gibi, iyi yollarda bulunuyorum diye kendini beğenip, kendine kıymet veren ve Allah’ın (CC) kullarını hor, hakir tutan kimselerden de – Allah’a (CC) sığındık – bulunduğu mertebeden kovulanlar bulunur. Onun için akıbet endişesini hiç unutmamak ve hayatımızın hayırla ve imanla bitmesini daima Allah’tan (CC) dilemek lazımdır.

KAHIR YÜZÜNDEN LUTUF:

Allah-ü Teala (CC) iyilik yollarında yaşayan kullarından bazı sevdiklerini ağyardan örtmek için onların üstüne darlıktan ve ıztıraptan bir tül gerer. Bu makbuliyet işaretidir. Onun için buna, kahır yüzünden lütuf denir. Bir de, bunun aksine olarak bazı kötülerin de tuttuklarını kolaylaştırır, her işini asan eder. Onlar da işleri rastgeldikçe şımanr, şımardıkça azar, Allah’tan (CC) büsbütün gaflet eder. İyi yola dönmek aklına bile gelmez, İrşat sözü kulağına bile girmez. Derken, bu delalet yollarında hora teperken hayat perdesini hüsranla kapatır gider. Bu da lütuf yüzünden kahır olur. Çünkü görünüş i’tibariyle işlerinin arzusuna göre zuhur etmesi bir lütuf ise de, elde fırsat varken aklını başına aldırmayıp, mukadder olan akıbetine, Allah’ın (CC) ebedi kahır ve gadabına çekip götürmesi itibariyle kahrolmuştur.

ZARARLI ŞEYLER NEDEN CAZİP GÖRÜNÜR?

Allah-ü Teala (CC), yasak ettiği şeylerle kullarını birçok mazarratlardan ve korkunç akıbetlerden korumuşken, insanların çoğu yine bunlara atılır durur, İnsan oğlu men olunduğu şeyin üstüne düşer. Çünkü yasak edilen şeye riayet edenlerle etmeyenler, seçilmek ve neticede riayet edenler takdir, etmeyenler tekdir edilmek hikmetinden ötürü, yasak edilen şeyler tatlı görünün Mesela nice insanlar hesna, müstesna helali varken, haram olan çirkin ve murdar kadınlara can ve gönülden bağlanır. Eğer o kadın helali olsaydı, şüphesiz yüzüne bile bakmazdı. Hele içkinin, kumarın, fuhşun namusa, vücuda, servete dokunduğunu çocuklar bile bilip dururken, nice yaşlı başlı insanların bunlara harisane düşkünlüğü hep bu cazibenin tesiridir. Eğer içki, kumar ve emsali fenalıklar yasak olmayıp da, bilfarz bunların yapılması din tarafından emredilmiş olsaydı, insanlar din nasıl emrediyor diye, dini de inkara kalkışırdı, İşte bunlar gibi dinen yapılması yasak edilmiş ne kadar ma’sıyet varsa, hepsinin ilk ucu insanı mest edecek kadar parlak ve yaldızlı olduğu halde, alt ucu maddi, manevi birçok mazarratlara, acı nedametlere bağlıdır.

BUGÜNKÜ ZARARLAR, DÜNKÜ HATALARIN NETİCELERİDİR:

Kederlerimiz hep kendi hatalarımızdan doğar. Bir mazarrat gelince, onun sebebini kendimizde aramalıyız. Mesela bir hasta güzelce düşünür ve hastalığının sebeplerini araştırırsa, bunun vaktiyle kendi ihmali ve dikkatsizliği yüzünden hasıl olduğunu anlar. Ticaret veya başka herhangi bir teşebbüste muvaffakıyetsizliğe uğrayan, bunun neden ileri geldiğini dikkatle incelemiş olsa, evvelce bu işe layıkıyla hazırlanmadığı, hesaplarda kusur ettiği veya işinde sebat gösteremediği anlaşılır. Vaktiyle göz göre göre kaçırılmış fırsatlar, sonra insana ilelebet iç sızısı olur. Taçlı hükümdarlar bile, tahtının üzerinde hatalarının cezasını çeker. Akıllı müşavirleri dinlemez ve ihtiyatlı reyleri reddederse, kendini istinat noktalarından mahrum etmiş olur, hatalara düşer, zararını çeker. Bazı ahmaklar da vardır ki, bir mahlukun gözüne girmek, teveccühünü kazanmak için, Halık’ın (CC) gadabını mucip işlere atılır. Bunlar da çok defa, ilk silleyi, teveccühünü beklediği adamdan yer. İbret verici bir hikmettir.

Velhasıl, her insan felaketini, yaptığı fenalıklardan bulur, bunun için (etme-bulma) dünyası denmiştir, İnsan oğlu bahtiyarlığını da, yapacağı iyiliklerden bulur.

MAZARRATLAR BİRER TERBİYE VE TEKAMÜL UNSURUDUR:

Görünüşte mazarrat olan şeyler, hakikatta kulun terbiyesini ve adam olmasını mucip olduğundan, ayn-ı hayr olur. Gerçi mazarratları yaratan Allah’tır (CC); fakat onu kazanan, isteyen ve işleyen de kuldur, İsteyen cezasını çekerken başkalarına ibret ve intibah vesilesi olur ki, bu da bir çeşit hayır ve ihsandır. Bir zarara uğrayan, o zararın meydana gelmesine kendisi sebebiyet verdiğinden, bu sebepleri bulup geri dönmesi ne kadar latif bir terbiyedir. Uğradığı zararlardan ders alabilmek, ne kadar büyük kazançtır. Ayağı kaymıyan, aldanmıyan insan hemen yok gibidir. Fakat aynı hataya iki kere düşmemek hünerdir. Hatalar ders yerine geçmelidir. Hatasını hatırda tutup da tekrarından sakınmak, insanı adam eder, kıymetini arttırır. Mesela, denizin fırtınalı havalarında birçok kazalar, maceralar atlatarak ustalaşan kaptanın kıymeti elbette fazladır, İflasa uğrar gibi olup da aklını başına alıp, işini, gücünü ona göre yürüten tüccar da öyle değil mi? Velhasıl dünyada aksilik ve daha bir takım can sıkıcı hadiseler, felaketler, musibetler olmasaydı ve insanın başına gelmeseydi, sabr, metanet, cesaret, soğukkanlılık gibi – ancak türlü hadiselerle uğraştıktan sonra – kazanılacak meziyetleri insanlar nasıl bulacaktı?

[1] A’raf S. A.18