Zemzem’in Fışkırması

By | 2 Mart 2015

zemzemin-fiskirmasi  Engin kum çöllerine açılan bu dar vadide kalan İsmail ile anneciği Hâcer, bir kaç gün içinde yiyeceklerini ve içeceklerini yeyip bitirdiler. Zavallı ana sağa koştu, su yoktur. Sola koştu, yiyecek bulamadı. Çocuğunu emzirmek istedi. Sütleri de kesilmişti.
İsmail de susamıştı. Acıkmıştı hem de; bırakıldığı kumlar üstünde hıçkırıp duruyordu.
Hâcer:
— Çocuğumun yanına ben şimdi eli boş dönebilir miyim? Evlâdım susuzluktan ölecek! Bu günahsız yavruyu ya kurtarmalıyım! Veya ölümünü görmemek üzere uzaklaşmalıyım! diye haykırdı.
Sonra Safa denilen yerle Merve denilen yer arasında bir yandan bir yana koşup durdu. Bu iki yere tam yedi kere gidip geldi. Daha sonra kolu kanadı kırılmış bir halde «Acaba çocuğum öldü mü?» diyerek İsmail’in yanma doğru ilerledi. Gözleri çocuğunu aradı. Artık takati kalmamıştı. Neredeyse kumların üzerine çöküverecekti.
Halin ne oldu İsmail’im? diyerek çocuğunun yanına geldi.
İsmail ölmemişti.
Fazla susadığından çırpınıp duruyor, ayaklarını kumlara vuruyordu.
Minik topukları kızarmıştı.
Bu sırada Hâcer, gizli bir fısıltı duydu. Bu Cebrail’in sesi idi. Ona bu ses:
— Kimsin sen? diyordu.
Hâcer:
— Ben mi kimim? Ben İbrahim’den şu çocuğu doğuran cariyeyim! diye mırıldandı.
Aynı ses:
— Peki İbrahim, size bakmak için kendi yerine kimi bıraktı? diye sordu.
Hâcer:
— İbrahim bizi Yüce Rabbimize emanet etti. Onun koruyuculuğuna bıraktı! dedi.
Cebrail:
— Evet, O sizi korumaya muktedir olan Allah’a bırakmış olacak! dedi.