Zemzem -2

By | 30 Eylül 2014

zemzemsuyununsırrıAbdülmuttalib, bu hal tarzına “Peki” dedi. Bunun üzerine her kabileden bir temsilci ve Peygamber efendimizin dedesi develere binerek Şam yoluna düştüler… Mevsim yaz, hava sıcak. Güneş, kavurdukça kavuruyor. Çöller, avını yutmaya hazır alev dilli ejderha. Şam yolcuları bu manzara kum denizlerini aşmaya çalışıyor. Ne var ki geride kalan mesafelerle beraber su ve her türlü serinletici nesne tükenmiştir. Nihayet Nihayet öfkeli çöller bu cüretli yolcuları teslim aldı.Dermansız kalan dizler çözüldü ve oldukları yere külçe gibi yığıldılar. Saniyeler, saat gibi uzun ve geçmeyen cinsten. Sadece dudaklar değil, belki diller de yol yol çatlamış. Kimsede suya dair bir ümit yok. Olması da mümkün değil. Ancak bu halde ne vakte kadar beklenecektir? Abdülmuttalib:
-Böyle durmakla elimize hiç bir şey geçmez! Az daha gidelim. Rabbimden ümitli olalım; olur ki su buluruz, dedi.
Çökmüş olan develere nerede ise sürünerek bindiler. Hayvanların sırtında bile zor duruyorlardı. Henüz hareket etmişlerdi ki, o şanslı dedenin devesinin ayağı bir taşa takıldı ve yerinden söküp attı… Tablo inanılacak gibi değildi. Devenin çıkardığı taşın yuvasından tatlı ve serin bir su akıyordu. Sudan kana kana içip kaplarını doldurdular ve ölümün eşiğinden yeniden hayata döndüler. Bir farkla ki kabile temsilcileri sadece hayata dönmemiş, ezik ve mahcup olarak Şam yolunda da geri dönmüşlerdi. Bu inanılmaz vak’ayı hep birlikte yaşayan yol arkadaşları Abdülmuttalib’e:
-Ey Abdülmuttalib, o kuyuyu kazmak senin hakkındır. Bunu geç de olsa anladık Kimse mani olamaz. Dönelim herkes işine baksın! Demek zorunda kaldılar ve hep beraber Mekke’ye geldiler. Abdülmuttalib, kuyuyu kazmaya, kaldığı yerden devam etti. Zemzem kuyusunu tekrar or-taya çıkarma işinde yalnız oğlu Haris’ten yardım görüyordu. Bu sebeple Cenab-ı Hak’tan Haris’ten başka kendisine on oğul daha vermesini diledi: … Abdülmuttalib’in bu duası kabul olmuş erkek evlat sayısı zamanla onbiri bulmuştu. Oğulları ile beraber kuyuyu kazan Abdülmuttalib, yıllar sonra zemzem suyunu ve Cürhümilerin kuyuya doldurduğu hâzineyi buldu. Kureyşliler bu defa da:
-Kuyu, dedelerimizin mirası; içinden çıkanlar bizimdir, diye direttiler.
Abdülmuttalib:
-Siz bu kuyuyu kazarken bana yardım etmeyip bilakis zorluk çıkardınız. Şimdi hangi hakla mirasçılık iddia ediyorsunuz? diyerek onları azarladı veilave etti, bununla beraber, “Kura çekelim, hangi mal kime çakırsa onun olsun” dedi.
Kılıç, kalkan gibi savaş malzemelerini bir tarafa, altın ceylanı bir tarafa ayırdılar ve Kabe-i Şerif, Kureyşliler ve Abdülmuttalib adına kur’a çektiler. Altın Ceylan Kabe’ye, harp aletleri Abdülmuttalib’e çıktı. Kureyşlilere bir şey isabet etmedi. Altın ceylanı Kabe kapısına astılar; uzun yıllar, kapıda asılı kaldıktan sonra bir gece Ebu Leheb sarhoş iki arka-daşıyla gelip heykeli çaldı ve götürüp sattı. Zemzem kuyusunu bulmak Abdülmuttalib’in şan ve şerefini daha da yükselmişti. Zaman, ırmaklar misali büyük müjdeye doğru akıyordu. Tabii bu olay Zemzem’in ikinci kez ortaya çıkarılışının hikayesiydi. Ancak Allah azze ve celle o mübarek suyu hz. İsmail’in topuğunda tüm insanlara sunmuştu.
Hz. İbrahim, Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerden biridir. Nemrut tarafından ateşe atıldı fakat ateş onu yakmadı. Bu olaydan sonra İbrahim, memleketi olan Urfa’dan ayrılıp Şam’a, sonra da Mısır’a geldi. Mısır kralı, İbrahim’in çokgüzel eşi Sare’ye sahip olmak istedi. Sare’nin Allah’a yalvarması neticesinde kral titremeye başladı. Başına bir hal gele-ceğinden korktu. Sare’yi İbrahim’e geri gönderdi ve kendisine Hacer isim¬li cariyeyi de hediye etti. Sare de Hacer’i İbrahim’e bağışladı. Buhari’nin Abdullah b. Abbas’tan rivayet ettiği uzun bir hadis-i şerifin devamı şöyledir.
“… İbrahim, Hacer ile evlenip İsmail doğduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğlu ile birlikte Mekke’ye geldi. Hacer ile İsmail’i, Mescid-i Haram’m bugün bulunduğu yerin yukarısındaki büyük bir ağacın yanma bıraktı. O tarihte Mekke’de hiç bir kimse yoktu. Hatta içecek su bile yoktu. İşte İbrahim, Hacer ve oğlunu buraya bıraktı. Sonra İbrahim, Şam’a gitmek üzere oradan ayrıldı. Ayrıldığı sırada İsmail’in annesi Hacer, peşine takılıp ona şöyle diyordu:
– Ey İbrahim, bizi bu vadide bırakıpta nereye gidiyorsun ? Öyle bir vadi ki ne görüp görüşecek bir insan var, ne de hayat eseri başka bir şey var.
Hacer bu sözleri ne kadar tekrar ettiyse de İbrahim dönüp ona bakmadı. Nihayet Hacer ona: Bizi burada bırakmanı Allah mı emretti ? diye sordu.İbrahim de: Evet Allah emretti, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hacer: Öyle ise Allah bizi unutmaz, O bizi korur dedi.
Artık İsmail’in annesi oğlunu emziriyor ve kendisi de kırbadaki sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki su bitince hem Hacer hem de çocuğu susa- dı. Hacer, çocuğun susuzluktan toprak üzerinde sızlanarak yuvarlandığına ?akmaya başladı. Fakat çocuğun bu elim haline bakmaktan fenalaşarak onun yanından kalkıp biraz öteye gitti. O mıntıkada Kabe’ye en yakın tepe alarak Safa tepesini buldu ve onun üstüne çıktı. Sonra vadiye karşı durup kimseyi görebilir miyim diye bakmaya başladı. Bu defa Safa tepesinden indi. Vadiye inince ( ayağına dolaşmasın diye ) entarisinin eteğini topladı. Sonra müşkil bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu, vadiyi geçti. Son Merve tepesine çıktı. Orada da biraz durdu ve kimseyi görebilir miyim ye baktı. Fakat hiç kimseyi göremedi. Hacer, bu suretle ( Safa ile Merve smda ) yedi sefer gitti, geldi. Hacer, son defa Merve üzerine çıktığm- bir ses işitti ve kendi kendine ‘Sus, iyice dinle’ dedi. Sonra dikkatle ledi. Bu sesi evvelki gibi bir daha işitti. Bunun üzerine Hacer: Ey ses ibi, sesini duyurdun. Eğer sen bize yardım edebilecek güce sahipsen, ze yardım et, dedi. Hacer böyle der demez, hemen zemzem kuyusunun rinde bir melek göründü. O melek, ayağının topuğu ile yahut kanadıyla ri kazıyordu. Nihayet su göründü. Hacer, su başka tarafa akmasın diye yu eliyle çevirdi, havuz gibi yaptı. Hacer hem eliyle böyle yapıyor, hem kırbasını doldurmaya devam ediyordu. Su ise yerinde kaynıyordu.Abdullah b. Abbas bu arada şöyle dedi: “ Resulullah (s.a.v.), Allah, İsmail’in annesi Hacer’e rahmet etsin. O, zemzemi kendi haline bırakaydı, suyu avuçlamasaydı, muhakkak zemzem akar ve bir ırmak olurdu, buyurdu. “
Hacer, bu sudan içti ve çocuğunu emzirdi. Melek Hacer’e: Helak oluruz, kayboluruz diye korkmayın. İşte şurası Allah’ın evidir, o evi şu çocukla yapacaktır. Muhakkak ki Allah, o işin ehlini zayi etmez, dedi.
Mekke şehrinin idaresini İsmail’den sonra oğlu Nabit, ondan sonra da  ürhüm Kabilesi devam ettirdi. İşte bu sırada Yemen’den kuzeye doğru göç eden Ezd kabilesinin bir kolu olan Huzaa Kabilesi Harem bölgesinde kalmak için Cürhüm Kabilesinden izin istedi. Cürhüm Kabilesi onların vermeyince aralarında başlayan savaş Huzaa Kabilesim kesin zaferiyle neticelendi. Bunun üzerine Cürhüm Kabilesi Mekke’yi terk etmek zorunda kaldı. Şehirden ayrılırken de zemzem kuyusunu kapattılar. Kuyunun en dibine altından yapılmış iki ceylan heykeli, bir takım silahlar, kılıçlar, zırhlar koyarak; soma da çakıl, kum ve taşlarla kuyuyu doldurup yerini belli olmaz hale getirdiler. Bu şekilde kapatılan zemzem kuyusu, Abdülmuttalib’in onu bulup ortaya çıkarmasına kadar kapalı kaldı. Kimse onun yerini bulamadı.
Hz. Peygamberin dedesi Abdülmuttalib, gördüğü bir rüya üzerine, oğlu Haris ile birlikte, rüyada kendisine gösterilen yeri kazarak zemzemi buldu, zemzemin bulunması ile Haşimoğulları kendilerine ait olan “hacılara su dağıtma” işini daha kolaylıkla yerine getirdiler.”