Taziyede Üzüntü Normaldir

By | 11 Kasım 2014

taziyede-uzuntu-normaldir• “Peygamber Efendimiz’in-sallallâhu aleyhi vesellem- vefat eden oğlu İbrahim’i son yolculuğuna uğurlarken söylediği şu sözler:

“Göz yaşarır, kalp hüzün duyar. Biz ancak Rabbimizin razı olacağı, gücüne gitmeyecek şeyler söyleriz.

İbrahim! Senin ayrılığınla gerçekten mahzunuz!”

Bu hadis-i şerifi de Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir. ”

Açıklama:

Bu kelimeler, sevgi ve şefkat dolu babanın, âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü’nün gönlünden dile gelen unutulmayacak kelimelerdir. Bu kelimelerde sevgi vardır, merhamet vardır, duyulan üzüntünün ifadesi vardır, bizi yaratan, yaşatan ve sayısız nimetler bahşeden Rabbimizin kaderine rıza ve teslimiyet vardır, ümmeti irşad vardır…

“Nice söz vardır, gözleri yaşla doldurur;
Ve nice gözyaşı vardır, anlayana çok şeyler anlatır.”

Bu tabloda her ikisi de vardır…

İbrahim hayata gözlerini yumduğunda yaklaşık 18 aylıktır. En sevimli çağlarındadır. Koşup oynadığı, babasının geldiğini duyunca koşup ellerini boynuna doladığı, konuşmaya, “baba!”, “anne!” demeye, tatlı cümleler kurmaya başladığı çağlardadır.

Evet, onun ölümüne kalp hüzün duyar, göz pınarları yaşla dolar, kâinata örnek insan ancak ve ancak Rabbinin razı olacağı, onun gücüne gitmeyecek şeyler söyler…

O, bizim üsve-i hasenemizdir ve biz onun ümmetiyiz.

“Taziye sırasında, uğranılan acı ve sarsıntıyı hafifletme sadedinde, İslâm’ın ilk asırlarında yaşayan büyüklerimizin güzel ve hikmetli sözlerini dile getirmek de yerinde bir davranış olur.

Meselâ Ömer -radıyallâhu anh- “Her gün filan öldü, filan öldü deniliyor, mutlaka bir gün Ömer de öldü denilecek,” derdi.”

İnsanın acziyet ve acı gerçekler için kendisini misal olarak zikretmesi tevazu ve teslimiyete, sözü duyan insanın ibret payı çıkarmasına daha uygundur. Konuşma uygun bir çerçevede bu noktaya getirilip Hz. Ömer’in hatırlattığı gerçek vurgulanabilir. Farklı zaman ve durumlarda farklı ibretli buluşlar yapılabilir. Makam ve mevkii ne olursa olsun zengin-fakir, büyük-küçük, kadın-erkek her fert için geçerli olan, hiç kimsenin kurtulamayacağı, hiç kimseye ayrıcalık tanınmayacak hayat gerçekleri vardır. Bunların zaman zaman hatırlanılmasına, hatırlatılmasına ihtiyaç vardır.

“Tabiîn âlimlerinin en ulularından Haşan el-Basrî’nin söylediği sözlerin yâd edilmesi de yerli yerinde olabilir. O şöyle der:

“Ey Ademoğlu! Şüphesiz sen de sayılı günler gibisin. Her gün gittikçe senin de birazın gider.””

Her geçen günün hayatımızdan bir dilimi eksilttiği doğrudur. Hatta her saatin ve dakikanın eksildiği ve her birinin ciddî bir değerinin olduğu… Bunu ifade için şair şöyle der:

“Kişinin kalp vuruşları insana şöyle der:
Bilesin ki hayat, dakikalar ve saniyeler…”

Hayatın, dakikaların ve saniyelerin, günlerin ve ayların bir bütünü olduğu, geçip gidenin bir daha geri gelmediği zaman dilimlerinden meydana geldiği bilinmeli, bu gerçek asla unutulmamalıdır. Her saatin, her dakikanın hakkının verilmesi şuuru canlı tutulmalı, zarar ve hüsran ile geçirme düşüncesizliği, aklımızı perdelememelidir. Bu nevî ziyaretleşmeler de bu yönde duygu ve düşünceleri paylaşmaya, tavsiyeleşmeye vesile edinilmelidir.

“Hasen e’l-Basrî’den bir başka güzel söz: “Cenâb-ı Hak mü’minlere, cennetin dışında keyf sürme, rahatlık duyma imkânı vermemiştir.””

Bu cümle, kalbinde iman nuru taşıyarak dünya hayatından göçüp gidenin, gerçek ve ebedî huzur dünyasına gittiğine vurgu içindir. Geride kalanlara bu gerçeği hatırlatıcı ve gönül rahatlatıcıdır. Hem de ikaz edicidir. Çünkü dünya imtihan ve mücadele alanıdır, maddî, manevî kazanç meydanıdır. Ümit ve korkunun yan yana bulunduğu, nice fırtına ve dalgaların insanları sarstığı, iniş ve çıkışların kalpleri yorduğu, geçici olduğu bilinen bir alandır.

Bunun şuurunda olan insan için dinya, elbette ki keyif sürme alanı değildir. Hele de zulüm kol geziyor, hakkı ayakta tutma mücadelesi yaşanıyorsa… Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker vazifesinde kusurlar birbirini takip ediyor, duygular ve güzel hasletler hırpalanmış, sarsılmışsa… Kötülükler iyi, iyilikler ve güzellikler ise kötü ve çirkin olarak görülmeye başlanmışsa… Bilgi ve ölçü kirlilikleri zihinleri bulandırıyorsa…

“Hasen e’l-Basrî’nin talebesi Malik İbn Dînar’m (rh.a.) şu sözü de böyle bir mecliste dile getirilmeye, ifade ettiği mana paylaşılmaya münasiptir. O der ki: “Takva ehlinin düğünü, kıyamet günündedir.””

Sözün uygun bir noktaya getirilmesi ve duyguların tetiklenmesi daima daha tesirli, daha ateşleyicidir… Duygu uyandırıcı ve tefekküre sevk edici birkaç misal daha:

“Şâir şöyle der:
“Seviniriz geçirdiğimiz günlere,
Fakat geçen her gün yaklaştırırken ecele…””

Her geçen günün ömrünü azalttığını, zaman dilimi olarak ciddî bir kayıp olduğunu idrak eden bir insan şüphesiz o günü değerlendirmek için daha gayretli ve daha şuurlu olacaktır. Gaflet farklı bir körlüktür ve hayatın iniş çıkışlarında el yordamıyla ilerleyiştir…

“Tâziye sırasında söylenebilecek güzel şiirlerden birisi de şu olabilir:
“Sana taziyeye geldik, bizim de garantimiz yok hayattan
Ama din-i mübînin bir sünnetidir bu yapılan.
Ne taziyeye gelinen, ölenin ardından hayatta kalıcı,
Ne de taziyeye gelen; yaşasalar da bir müddet dünya hayatı.” ”

Hayat geçicidir, ancak ebedî hayata hazırlayıcıdır, sonsuz saadete vesiledir. Elbette ki sonsuz azaba da… Bu gerçekler değişik vesilelerle vurgulanmalı, paylaşılmalıdır.

“Bu makamda söylenebilecek hoş şeylerden biri de şu sözler olabilir:
Her gün, her gece ölüypr ve diriliyoruz
Bir gün gelecek ölecek, fakat dirilmeyeceğiz. ”

Esasen her gün bu tecrübeyi veya ibretli sahneyi yaşıyoruz, ancak ibret alanımız ne kadar az!..

“Hayattan ve akibetinden ne derece gafil olunduğunu gözler önüne seren bir başka doğru ve yerli yerinde söz de şudur:

“Biz dünya hayatında, gemide bulunan bir yolcu misali,
Durduğumuzu zannederiz; zaman ise akarken sürükler bizi.””

İçinde bulunduğumuz bu zaman gemisi bizi belli bir hedefe doğru götürüyor, durmadan, duraklamadan, bize sormadan, irademizin hiçbir tesiri olmadan… Ve ne yazık ki biz bu sürüklenişin, akışın çok defa farkında değiliz. Unutuyoruz. Biraz tefekkür edince farkına varsak bile hayatın seyri içinde dikkatlerimizden sıyrılıyor. Bazen de bilerek unutmak istiyoruz. Meşgulüz veya hatırlamak işimize gelmiyor. Sadece geminin içindeki gidiş ve gelişlerimizi gidiş gelişten sayıyoruz.

Elbette ki her an ölüm vehmiyle yaşanmaz. Ancak dünya hayatının faniliğini unutmak, asıl gaye ve hedeflerden gafil olmak büyük bir kusurdur. Ufku görünmeyen sisli bir dünyada hedefsiz ve pusulasız ilerlemek çılgınlıktır.
“Beni, bu konudaki âyet-i kerîmeleri, hadis-i şerifleri ve diğer güzel sözlerini zikretmeye teşvik eden sebep, taziye (baş sağlığı) meclisinde dile getirilmelerinin münasip olduğu kanaatidir. Bir yakınını veya dostunu kaybeden cenaze sahibini taziye için giden nice insanlar gördük ki, taziye edilen insanın kalbi hüzünlü, gönlü acılı iken o üzüntülü hal ile hiç alakası olmayan şeyler konuşuyor ve durumu daha da ağırlaştırıyorlar. Hüzünlü bir fıtratın hoşlanmayacağı sözler dile getiriyorlar. Ziyaret ettikleri kişinin sıkıntısını ve üzüntüsünü hafifletmek yerine daha da ağırlaştırıyorlar. Bu, İslâm edebine, incelik ruhuna ters bir davranıştır.”