Riyâ’nın Dereceleri

By | 6 Ağustos 2014

pardesu

Gıybetin İlacıRiyâ’nın Dereceleri
Riyânm birçok dereceleri vardır. Bazıları pek büyüktür. Bu fark üç asılda olur:
BİRİNCİ ASIL: Riyayı istemek, sevap istemeksizin olur. Namaz kılıp oruç tutması gibi. Yalnız olsa bunları yapmayacaktı. Bu çok büyük riyadır ve cezası da büyük ve şiddetlidir. Namaz ve oruçta sevaba da niyet etse aynıdır. Çünkü yalnız olsa, bunları yapmayacaktı. Bu da birinci dereceye yakındır. Bu zayıf niyet onu Aliaiıü Teâlâ’nın azabından kurtaramaz. Ama sevab niyeti fazla olursa ve yalnız iken de bu ibadetleri yapıyorsa, fakat başkasının görmesine seviniyor ve daha çok yapmaya gayret ediyorsa, böyle ibadetin yok olmayacağını, sevabının verileceğini ümit ederim. Gösteriş ve riyâ âşıkı ise ona azâb olunur, yahut sevabından o kadar eksiltilir. Ama her iki niyet de aynı olur, biri diğerinden fazla olmazsa, bu şirk olur. Zâhir haberlerine göre tamamen kurtulamaz, cezasını çeker.
İKİNCİ ASIL: Riyâ yapılan şey tâattir. Bu da üç derecedir:
Birinci Derece: İmanın aslında riyâ olur. Bu ise münâfıkların imanıdır. Onun kıyamette hâli, kâfirden daha zordur. Çünkü o da, kalbden kâfirdir. Görünüşte ise bunu örtmektedir. İslâmiyetin ilk zamanlarında böyle kimseler çok idi. Şimdi ise daha azdır. Ama zındık ve mülhidler, şeriata ve âhirete inanmayanlar, açıktan buna muhalefet edenler de bu münâfıklar gibi olup ebedi Cehennemde olurlar.
İkinci Derece: İbadetlerin aslında olan riyâdır. İnsanların yanında abdestsiz namaz kılmak veya oruç tutmak ve fakat yalnızken bunları yapmamak da, büyük riyâdır. Fakat imanın aslındaki riyâ gibi değildir. Velhâsıl, Allahü Teâlâ’ya yakın olmaktan ziyade kullara yakın olmak isteyenin imanı çok zayıftır. Kâfir değilse de, ölüm vaktinde, tevbesiz giderse, küfürden korkulur. Riyâ’nın Dereceleri
Üçüncü Derece: İmanın ve farzların aslında olmayıp, sünnette olan riyâdır. Ayıblanmaması veya övülmesi için, gece namazı kılar, sadaka verir, cemaata gider. Arife ve Aşure günü, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutar. Hattâ der ki: «Bu bana vâcib olmasaydı yapmazdım. Bir sevab beklemiyorum, herhâlde azâb da olmaz». Hayır, böyle değildir. Çünkü bu ibadetler Allahü Teâlâ içindir. İnsanların bundan payı yoktur. Eğer bunu insanlar için yaparsa, Allahü Teâlâ için yapılması gereken bir işde insanlara öncelik vermiş olur. Bu ise Allahü Teâlâ ile alay etmek olup, farzlar kadar şiddetli olmasa da, azâba sebep olur ve sünnete yapılan bu riyâ, ibadet şeklindeki riyâya yakın olur. Şöyle ki: Birisini görünce, rükû ve secdeleri daha iyi yapar, bir şeye bakmaz, uzun sûreler okur. Cemaati
bekler, yalnız kılmaz, ön safta durur. Zekâtta daha iyi olanı verir Oruçta diliin de korur. Halvette oturur, ama bütün bunları Allah için değil, insanların ayıblamasından korktuğu için yapar.
ÜÇÜNCÜ ASIL. Çeşitli şeyler için mürâîliktir: Çünkü mürâînin, elbette riyâlı bir maksadı olur. Bu da üç derecedir:
Birinci Derece: Riyadan maksadı bir makam sahibi olup, ondan fısk ve günaha geçmektir. Emanet, takvâ, şüphelilerden kaçma gibi hâller gösterip, valilik, kadılık, vâsilik, vedia, emanet ve yetim malına yedi eminlik gibi makamlara kavuşmak ve sonra hıyanet etmek gibi. Yahut zekât ve sadaka için kendisine mal ve para verip, hakkı olanlara teslim etmek, yahut hac yolunda fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamak, yahut hankâhtaki sofilerin ihtiyaçlarını görmek, yahut mescid, misafirhane ve imâretlere sarfetmek için öyle görünür. Yahut da, meclis kurup, kendini zâhid göstererek, göz koyduğu kadının, kendisine yüz vermesini ister, onu elde etmeye çalışır. Yahut vaaz meclisine gider ki, maksadı kızlara ve genç oğlanlara bakmak olup ve bunun gibi gayet çirkin işler için öyle görünür. Böylece Allah yolundaki ibadeti, işleyeceği günahlara âlet ediyor. Bunun gibi, bir kimse bir mal veya kadınla onu töhmet altında bırakırsa, malı sadaka verir, takvâ sahibi görünüp, o töhmeti üstünden atmak için, kendi malını veriyor, nerede kaldı ki, başkalarının malını almaya helâl demiş olsun dedirtir. Riyâ’nın Dereceleri
İkinci Derece: Maksadı bir mubah olur. Vaizlik elde etmek gibi. Bunun için, kendini zâhid gösterip, kendisine bir şey vermeleri yahut bir kadının onunla evlenmek istemesi gibi maksatlar güder. Bu da, öncekiler gibi olmasa da, yine Allahü Teâlâ’nın gazabına dûçar olur. Çünkü bu da, Allah için olan tâati dünya çıkarına vesile etmiş oluyor. Habuki tâat Allahü Teâlâ’ya yaklaştıran yol ve âhiret saadetine erişmek içindir. Bunu dünya işine âlet ettiği için hıyaneti büyük olur.
Üçüncü Derece: Bir şey istemez, fakat zâhid ve sâlihlere bakılan hürmet nazarı ile kendisine bakmalarından kaçınmaz. Meselâ hızlı hızlı yürür, birisini görünce yavaşlar, başını önüne eğip, şeyhler gibi yürür, kendisinin cahil, gafil olduğunu göstermez ve diğer insanlar gibi dinde söz sahibi olduğunu belirtmek ister. Yahut gülmesini saklayıp, lüzumsuz şeyler yapıyor dedirtmez. Yahut soğuk ah çeker ve elem izhâr eder. Yahut başını önünden kaldırıp istiğfar eder ve «Sübhânallah bu insanların gafletinden! Bizde ne gaflet olur ki, başımız öndedir!» der. Allahü Teâlâ onun kalbindekini ve yalnız olsaydı bu teessür ve istiğfarı yapmayacağını bilir. Yahut yanında gıybet edilir ve «İnsanın bundan mühim işleri vardır, kendi gıybeti ve ayıbını düşünmek daha iyidir», deyip gıybet etmediğinin söylenmesini ister. Yahut teravih namazı, gece namazı kılanları, perşembe ve pazartesi günleri oruç tutanları görür ve kendisi yapmazsa, tenbel ve gevşek deneceğinden korkarak onlara uyar. Yahut Arife ve Aşûre günleri oruç tutmaz da, susayınca su içmez ve oruçlu imiş gibi görünür. Yahut bir kimse, buyurun yemek yiyelim, dedikte, özürüm var, yâni oruçluyum der ve yemez. Bununla iki kötülüğü bir araya toplamış olur: Biri, münafıklık olup, oruçlu olmadığı hâlde, oruçluyum demesi, diğeri ise ben açıkça oruçlu olduğumu söylemiyorum, ibadetimi gizleyip, oruçluyum demiyorum da, özürlüyüm diyorum, deyip muhlis olduğunu bildirmek ister. Bazan da sabredemeyip su içer; ama bir özür beyan edip, «Gece rahatsızdım, onun için bugün oruç tutamadım, yahut filân kimse orucumu açtırdı», der. Fakat riyâ olduğunu anlayacakları zaman söylemez, bir müddet durur ve sonra sözü başka taraftan açar. Meselâ, «Anne yüreği ne yufkadır. Çocuğu bir gün oruç tutsa sanki ölecek sanır», der. Yâni annesinin hatırı için oruç tutmadığını hissettirmek ister. Yahut da «İnsan oruç tutunca, gece, tez uykusu gelir ve geceyi ihyâ edemez», der. Bunun gibi sözlerle, şeytan, dili üzerinde döner durur, dilini o hareket ettirir. Bu, riyânm pisliği içinde olduğundan, zavallı cahiller de bunu anlamazlar. Bilmiyor ki, kendinin aslını ve köklerini söküyor ve riyâ ile ibadetlerini ziyan ediyor. Bunlar riyânm açık bilinenleridir. Riyânın öyle çeşitleri vardır ki, karıncanın ayağının sesinden bile gizlidir. Zekiler ve âlimler bile onu anlamazlar.