Peygamber Efendimizin, Kızlarına Sevgisi

By | 1 Ağustos 2019

Hz. Ali: “Gurbet, sevdiklerini kaybetmektir (görememektir)” der.
Kim bilir gurbette ne kadar sevdikleriniz vardır. Belki de çocuklarınız vardır; ya okumaya göndermişsiniz, ya evlendirmişsiniz ya da işi gereği, içinizde mutlaka bir de deniz aşırı ülkelere çocuklarını gönderenler vardır; oralarda bir tek insana da olsa “Allah” adını, “Muhammed (sav)” ismini duyurmak için…
Her gün, her dakika hasreti gözünüzde tüter evlatlarınızın. Bir telefon çalsa “acaba, oğlum ya da kızım mı arayan” der, telefona koşarsınız. Ya da postacı kapınızı çalsa, verdiği zarfa merakla onlardan mı diye bakarsınız… İletişimin bu denli yaygın olduğu günümüzde, her gün haber alsak da gurbetteki oğlumuzdan ve kızımızdan, yine de hep onların özlemiyle yaşarız.
Şimdi, bir de 1400 küsur sene önceki iletişimsizliği düşünün… kendinizi o dönemdeymiş gibi hayal edin, gurbet diyarda bir evladınızın olduğunu düşünün…. Aylarca haber alamamışsınız. Ne çok yanar içiniz hasretle! Ne çok gözlersiniz size gelen yolları! Ya da nasıl merakla beklersiniz size haber getirecek birini!
İşte öyle yanıyordu Peygamber Efendimizin de içi hasretle… Düşmanları Mekke’yi inananlara üstü açık bir zindana çevirmişlerdi; inanç ve ibadetlerini yaşayamaz olmuşlardı. Efendimiz, istemeye istemeye gurbetin yolunu göstermişti mü’minlerden bir kısmına bu nedenle. İçlerinde kızı Hz. Rukiyye de vardı. Hz. Osman’ın hanımıydı. Hz. Osman, gurbete yol alanların arasına katılınca o da eşlik etmişti. Onları uğurlarken yüreğine acı çökmüştü. Ama Habeşistan’a giden kızından günlerce haber alamayınca bu kez hasret, yüreğini yakmaya başlamıştı, merak içini sarmıştı.

Şefkatin doruğunda olan bir insan, yüreğinin parçasını merak etmez miydi? Bir Ulu Sultan, bir Yüce Peygamber de olsa…
Günlerce, Mekke’nin dışına çıkmış ve dışardan gelenlerden biri, acaba Rukiyye’sinden haber getirir mi diye beklemişti. Kim bilir, kaç kişiye sormuştu “ Habeşistan’dan mı geliyorsunuz” diye… “Hayır” cevabını alınca da kim bilir nasıl acı duymuş, merakına nasıl kat kat merak eklenmişti.
Yüreğinin parçasıydı; merak etmez miydi?
Sonunda bir gün, yine ufku gözlerken bir kadın çıkageldi.
– Ey Muhammed! dedi. Damadını ve hanımını gördüm.
Merak ve sevinçle:
– Peki durumları nasıl, diye sordu.
– İyilerdi, deyince kadın, yüreğine su serpilmiş, rahatlamıştı; hasreti sevince dönüşmüştü.
– Cenâb-ı Hak, ikisinin de yâr ve yardımcısı olsun. Şüphesiz Osman, bu ümmet içinde ailesiyle birlikte hicret eden ilk Müslüman’dır.” buyurmuştu.
Onlar, dinlerini yaşamak için gurbet diyara hicret etmişlerdi.
Sîzlerden bazılarınız, evladlarınızı o dini, Peygamberini duymayan kimse kalınasın diye gönderiyorsunuz.
Yüce Peygamberin: “Cenab-ı Hak, yâr ve yardımcıları olsun!” duasını duyuyorsunuz değil mi?
Rabbi “yâr” sa oğlunuza, kızınıza boşverin bütün dünya ağyar olsa ne yazar?
Ya da O (cc) “yâr” sa kulunu bırakır mı hiç darda?
Onun için de çağımızın büyüğü: “Bâr (yük) olma! Yâr ol!” demiş…