Ölüm Sancılarının Şiddeti

By | 18 Ağustos 2014

kuran

 

olum2Câbir b. Abdullah (radıyallâhu ‘anh) rivayet ediyor: Nebî (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “İsrailoğulları hakkında nakledilen rivayetleri anlatmanızda bir sakınca yoktur; zira onlar (ibret ve hayret verici yönleriyle) çok ilginç bir millettir.”

Hz. Peygamber (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) sonra onlara şu kıssayı anlattı:

“İsrailoğulları’ndan bir grup bulundukları yerden çıkarak bir kabristanlığa gittiler. Kabristanlığa varınca onlardan biri,

–        Şimdi namaz kılsak, sonra Rabbimize dua etsek ve bize şu kabirdekilerden birini diriltmesini istesek Biz de ona ölüm hakkında sorular sarsak! dedi.

Dedikleri gibi yaptılar; namaz kılıp dua ettiler. Onlar böylece dua etmektey­ken kabirdekilerden biri topraktan başını çıkardı. Esmer bir görünümü vardı. Sonra onlara,

–        Ey oradakiler! Ne istiyorsunuz? Allah’a yemin olsun ki, öleli yaklaşık doksan- yüzyıl oldu, ama ölümün acısı hala dinmedi. Sanki yeni ölmüş gibi acı çekmek­teyim. Allah’a dua edin de beni eski halime (hayata) döndürsün, dedi.

Bu sözleri söyleyen adamın alnında secde izi bulunmaktaydı.”

Hasan-ı Basrî’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: “Ölümün mümine hissettireceği acı ve şiddet üç yüz kılıç darbesi kadar olacaktır.”

Ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğuna inanan ve mutlaka kendisine de bulacağını bilen kişinin, ona salih ameller işleyerek ve kötü olan her türlü dav­ranıştan sakınarak hazırlanması gerekir. Çünkü kişi ölümün kendisini ne za­man yakalayacağını bilemez.

Nebî (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) ölümün ne denli şiddetli ve acı verici oldu­ğunu beyan etmişlerdir. Ona hazırlıklı olmaları, dünyanın sıkıntılarına sa­bırlı davranmalarını ümmetine her fırsatta nasihatler ederek öğütlemiştir.

Zira dünyanın sıkıntılarına sabretmek, ölümün acısından çok daha kolaydır Çünkü ölüm sancısı ahiret azaplarından bir çeşittir. Ahiret azabı ise dünyevi çile ve sıkıntılardan çok daha çetindir.

Abdullah b. Misver el-Hâşimî (radıyallâhu ‘anh) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah’ır (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) yanına geldi ve,

–         Kimsenin bilmediği ilimleri öğretmen için geldim, dedi. Resûlullah (saiiailâhı

‘aleyhi ve sellem),

–         İlmin başı için ne gibi bir çalışmada bulundun? diye sordu. Adam,

–         İlmin başı nedir ki? dedi. Resûlullah(sallallâhu ‘aleyhi ve sellem),

–         Sen Aziz ve Çelil olan Rabbini tanıyıp bildin mi? diye sordu. Adam,

-Evet, diye karşılık verdi. Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem),

–         Peki, Rabbinin hakkı için ne yaptın? dedi.

–         0 ne dilediyse.

-Ölümü bildin mi?

-Evet.

-Onun için ne hazırladın?

-Allah ne istediyse?

-0 halde git ve sana öğretilenlerle amel et Daha sonra tekrar yanıma gel; sana kimseye öğretilmeyen ilimleri öğreteyim, dedi Hz. Peygamber. Adam gitti ve iki sene sonra tekrar Resûlullah’m yanına geldi. Allah Resûlü ona şöyle buyurdu:

–         Şimdi, elini kalbinin üzerine koy. Kendin için istemediğin şeyi müslüman kardeşin için de isteme. Kendin için istediğin şeyi müslüman kardeşin için de iste. İşte bu, bilinmeyen ilimlerden biridir.”

Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) bu hadisi ile şunu açıklamaktadır: İlmin evveli ölüme hazırlanmaktır. Zaten bu kendisiyle meşgul olunmaya en lâyık olandır.

Abdullah b. Misver ei-Hâşimî (radıyallâhu ‘anh) rivayet ediyor: Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) En’âm suresinin 125. ayeti olan,

“Allah kimi doğru yola iletmek isterse (kalbine iman salarak) göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, göğeyükseliyormuşgibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah, inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.”ayetini okudu. Sonra şöyle dedi:

”İslâm’ın nuru kişinin kalbine girdiğinde o kalp genişler ve huzur bulur.”

Oradakilerden biri, “Bunun bir belirtisi var mıdır?” diye sordu. Hz. Pey­gamber (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) buyurdular kİ:

“Evet, vardır! Şu aldatıcı dünya hayatından uzaklaşmak, ebedi vatana yönel­mek ve ölüm gelmeden önce onun için hazırlanmak.