Akıllı bir insan asla kendisini ümitsizliğe götürecek hallere düşmez. Aklı başında bir Müslüman için ise bu daha ziyade ve yüksek bir durumdur.
Kötümserlik ve ümitsizlik, mümin için uzak diyarlar gibidir. Kendisi ne oradan geçer nede o diyara meyleder.
Tebessüm ve iyimserlik her zaman yanı başında duran kalkanlar gibidir.
Bazen kişiye musibet ve zorluklar baskın gelir ve huzurunu kaçıracak, onu mutsuz edecek durumlara sokar. Belini büken, üzüntü ve kederlere boğan olaylar insanın başına her an gelebilir ve gelmektedir.
Yüce Allah (cc):
“Allah (cc) her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar…” (Bakara, 286. ayet) buyurmuştur.
Üzüntüye teslim olmak, kendini olayın ve hametine bırakmak, karamsar ve ümitsiz olmak; başımıza gelen olayları ortadan kaldırmayacak, bizim direncimizi bitirecektir.
Efendimiz (sav), sıkıntı ve üzüntülerin kendisini bağladığını söyleyen bir sahabiye;
Allah (cc)’tan yardım iste ve sana söyleyeceğim sözü söyle” buyurarak;
“Allah’ım! Kederden ve hüzünden, acizlik ve tembellikten, cimrilik ve korkaklıktan, borcun belimi bükmesinden ve insanların bana galip gelmesinden sana sığınırım.”
Sözünü (duasını) öğretmiştir.
Üzüntü ve kederde, Allah (cc)’a sığınmanın en kesin çözüm olduğunu ifade eden bu Hadis-i Şerif, insanların gücünün tükendiği, her şeyin bitti denildiği ve ümitlerin son bulmaya yüz tuttuğu anlarda, Allah (cc)’ın kullarına yardımını ihsan ettiğini göstermektedir.
Gecenin en karanlık anı, sabahın geldiğinin işaretçisidir.
Bizi üzüntülerimizden felaha ulaştıran Allah (cc)’a Hamdolsun.