Bazı yürekler vardır ki sevdiği ve onun sevdası ile doludur. Uzaklarda onu bekleyen mutluluğun sevinci ve huzuru ile rahat ve kaygısızdır. Hiç görmediği, tanımadığı ve bilmediği bir yerin hayali ve özlemi ile yanıp tutuşmaktadır. Sevdiğine gideceği gün için yaşar ve kendisini oraya, o güzel beldeye layık etmek için çabalar. İşte böyledir Cennet arzusu, işte her şeyin üzerinde ve tarifsiz bir duygudur bu.
Hiç görmediğimiz ve nerede olduğunu bilmediğimiz bir yer. Bize anlatılan ve bildirilen kadar hayalini kurduğumuz eşiz bir mekan. Tahminlerin üzerinde ve hayallerin ötesinde bir belde ve Müslüman için son durak, kutlu perde.
Bazı gönüller vardır, tıpkı bildiği, gördüğü ve güzelliğini asla unutmayacağı bir nimet gibi Cenneti arzu eder. Ona ulaşacağı ve kavuşacağı günü bayramı bekleyen çocuklar gibi heyecanla bekler.
Dünyayı bir kenara atar, gözünde maddi her metam değeri silinir gider. Kalbini ufuklara açar, sinesi çatlayacak gibi sevinç ve huzur dolar. Sahip olunacak en güzel nimeti arzular ve kendisini bu nimete hazırlar.
Bir de Cemalullah’ı müşahede etme arzusu kalbini sarar, dayanamaz o anı düşünme heyecanına, başka bir hali düşünemez, başka bir hayali konduramaz yüreğine.
Ne güzel bir bekleyiş, ne güzel bir heyecan değil mi? Kendisini bunca nimete kabul gören ve ümit eden bir insan için dünya da üzüntü olur mu? Dünyanın sıkıntı ve kederleri belini bükerde bu hayalinden geri durur mu? Sinesi Cenneti arzularken başka hayaller peşinde koşar mı ?