Kanaatin Fazileti

By | 23 Eylül 2014

pardesu

 

Selam Vermenin AdabıAziz Müslüman! Çalıştığı halde, genede fakir olan kimsenin, kanâat- kâr olması, tamahkâr olmaması ve başkalarının malında gözünün bulunma­ması ve haram yollara düşmemesi lazımdır. Kişi, ancak yeteri kadar aslı ihti­yaçlarını karşıladıktan sonra, zenginlerin şaşalı yaşantılarına özenmeden, hırs ve ihtirası bırakmasıyla kanâatkâr olur. Şâyet insan, sınırsız varlık sahi­bi olmayı arzular ve ümitler beslerse, tamahkârlaşır ve hırsa kapılır. Tamah ve hırs insanı kötüleştirir. Haram yollardan kazanmaya teşvik eder. Zirâ in­sanın tabiatı tamah ve hırsa meyillidir.

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“— Şayet insanoğlunun iki vâdi altını olsa, bunlarla yetinmeyip üçün­cü bir vâdi dolusu altın ister. Adem oğlunun aç gözlülüğünü ancak toprak doldurur. Allah’a yaptığınız kötü amellerden dolayı tevbe edinizki, tevbeniz kabul edilsin!”

Ebu Vakid Leys (r.a.) anlatıyor:

—               Rasûlüllah (s.a.v.)’e vahiy geldiğinde, ona giderek yeni gelen vahyi öğrenirdik. Adetimiz üzerine birgün yine gittiğimizde Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

Allah buyuruyor ki:

—               Biz insanoğluna mülk verdik ki, namaz kılsın, zekat versin. An­cak onun bir vadi dolu altını olsa, İkincisini istiyor, İkincisi olsa üçüncü- sünü istiyor. Adem oğlunun aç gözlülüğünü anca toprak doldurur. Al­lah’a karşı yaptığınız günahlardan tevbe edinizki, felah bulasınız!

Yine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“— İki aç gözlü asla doymaz. İlime susamışlar. Ve mal ve mülke karşı aşırı isteği ve meyli olanlar. İnsanoğlu ihtiyarlar. Ancak onu iki şey gençleş­tirir: Uzun emel ve mal biriktirme aşkı.

İnsanoğlunun tabiatında felaketlere sürükleyici, hırs ve mal biriktirme sevgisi bulunduğu için, Allah ve Rasûlü, kanâati ve kanâatkarları övdü.

Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

“— Ne mutlu o kimseye ki, İslâm diniyle şereflenir ve helâl kazancıyla yetinerek rızkına kanâat eder.

Yine bir hadislerinde şöyle buyurdu:

“— Zengin ve fakir herkes, âhirette, “keşke dünyada ancak yetecek ka­dar nafakaya sahib olsaydım!” diye hayıflanacaklar..”

Rasûlüllah (s.a.v.) hırs ve aç gözlülüğü yasaklamıştır.

Zirâ Rasûlüllah (s.a.v.)

“— Zenginlik mal mülk çokluğu değil, gönül zenginliğidir!” buyur­muşlardır.

Diğer bir hadiste Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

“— Ey insanlar, rızıklarınızı istemede haris olmayın. Zirâ herkesin na­sibi (onun kaderi olarak) yazılmıştır. Kul dünyadan nasibini almadan ölmez.

“Rivâyet edildiğine göre Hz. Musa (a.s.) Rabbine sordu…

“— Hangi kulların zengindir?”

Allahû Taâla:

“— Verdiklerime en çok kanâat eden kullarım! “buyurdu. Hz. Musa sordu:

“— Hangi kullar daha adildir?”

Allah (cc.) buyurdu:

“— Kendi nefsi için insaflı davranan!”

Ibn-i Mesud (r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)’den şöyle rivâyet etti:

Cebrâil bana bildirdi ki; kişi dünyada nasibi olan rızkını bitirme­den ölmez. Allah’tan korkunuz, meşru olmayan kazanç peşinden koşmayı­nız!”

 

Ebu Hüreyre (r.a.) Rasûlüllah’tan (s.a.v.) şöyle rivayet etti:

“— Ey Ebu Hüreyre, çok acıktığın zaman sana, bir köy ekmeği ve bir bardak su yeterlidir. Dünyâya düşkünlük felaket getirir…”

Ebu Hüreyre (r.a.) yine Rasûlüllah’tan (s.a.v.) şöyle rivâyet etti:

—               Verâ sahibi ol (şüpheli şeylerden kaçın) insanların en çok ibadet edeni olursun. Kanaatkar ol; insanların, Allah’a ençok şükredenı olursun; kendin için sevdiğini, mü’min kardeşin için de şevki, mü’min olasın…”

Eyyüb-el Ensar(r.a.) Rasûlüllah’tan (s.a.v.) rivâyet ettiği bir hadise gö­re; Peygamber, tamahı yasaklamaktadır… Eyyub Ensârî şöyle anlatıyor:

—               Bir köylü Rasûlüllah’a (s.a.v.) gelerek “Ey Allah’ın Elçisi bana özlü bir nasilıatta bulun!” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:

“— Namaz kıldığın zaman, kalb huzuruyla kıl. gelecekte özür dileteT cek söpı söyleme: insanların ellerindeki mallara göz dikme!”

Avif İbn-i Malik (r.a.) anlatıyor:

Rasûlüllah (s.a.v.) yanında yedi, sekiz veya dokuz kişi vardık. Rasûlüllah (s.a.v.):

“— Allah’ın elçisine biat etmiyor musunuz?” dedi.

Biz:

“— Sana biat etmedik mi? Ey Allah’ın elçisi!” dedik.

Peygamber:

“— Allah’ın elçisine biat etmiyor musunuz?” diye tekrarladı. Bunun üzerine ellerimizi uzatarak biat ettik. İçimizden biri:

“— Biz sana biat etmiştik, bu biatin sebebi nedir?” diye sordu.

Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:

“— Yanlız Allah’a ibadet ediniz ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayacağı­nıza. günde beş vakit namazı kılacağınıza.’Kur’an’ı dinleyip onunla amel edeceğinize, insanlardan hiçbir şey istemeyeceğinize biat etmek içindir!”

O günden sonra, bazılarımız, bineğin üzerinde olduğu halde, birşeyle- rini düşüıseler. kendimiz iner alırdık, dediler.

Hz. Ömer (r.a.) buyurdu ki:

“—Tamahkârlık fakirliktir, kanâat zenginliktir. Başkasının malına göz dikmeyen kimse hiç bir şeye muhtaç ojıııaz!

Bir sofiye şöyle soruldu:

“— Zenginlik nedir?”

Sofi şöyle cevap verdi:

“— Dünya malına düşkün olmamak, yeterli miktardaki rızka kanaat etmektir.” dedi.

Bir şair şöyle diyor:

Hayat denilen şey, geçen bir zaman,

Peş peşe günlerin tekrar etmede;

Sıyrılıp arzudan hürriyeti seç.

Nice ölüm bağlı altım, inciye!

Muhammed İbn-i Vâsi (k.s.). kurumuş ekmek parçasını suya banarak yer ve şöyle derdi:

“— Böyle helâl kazanca razı olup, kanaat eden kimseye muhtaç ol­maz.”

Süfyan-ı Sevrî (k.s.) dedi ki:

“Dünyadaki en hayırlı şey mübtelâ olmadığınız, şeydir; imtihan edil­diğinizden en güzeli, mübtelâ olduktan sonra elinizden çıkandır!”

İbni Mesud (r.a.) buyurdu ki:

“— Hergün bir melek şöyle seslenir.

Ey insanoğlu, senin itaat etmene vesile olacak az şey. senin isyan et­mene sebep olacak çok şeyden daha hayırlıdır.”

Sümeyf İbn-i Aclen (k.s.) dedi ki:

“— Ey insan oğlu, kanaat eder, haram lokma yemessen, miden yüzün­den cehenneme girmezsin.

Bir sofiye sordular:

“— Senin mal varlığın nedir?”

Hak ehli şöyle cevap verdi:

— Dışarıya karşı tok gözlülük, hususi hayatında iktisat, başkalarının elindeki varlıklarına göz dikmemektir.”

 

Allah’ü Taâlâ şöyle buyuruyor: Ey insanoğlu, şayet dünyanın hepsi se­nin olsa, ondan sadece yiyeceğin kadarı şenindir. Senden başkalırı senin olandan faydalanacaklar, sen onun hesabını vereceksin!”

İbn-i Mesud (r.a.) buyurdu ki:

“— Sizden biriniz ihtiyacınız için birinden birşey isterse, yeteri kadar istesin. Ona verilecek varsa o da onun rızkıdır.”

Beni Ümeyye’deıı biri İbn-i Hazma şöyle bir mektup yazdı: “İstekleri varsa bildirmesini istedi.” İbn-i Hazm ona şöyle yazdı: “İsteklerimi efendi­me bildirdim. Verdiklerine râzı oldum. Vermediklerine de kanaat ettim.”

Bir sofiye şöyle soruldu:

“— Akıllı kişiyi en çok ne sevindirir?.. Üzüntüsünü en çabuk ne gide­rir?”

Sofi şöyle cevap verdi:

“— Akıllı insanı en çok, ölmeden önce salih bir amel sevindirir. Hüznü ençabuk giderecek şey Allah’ın verdiğine razı olarak, kanaatkar olmasıdır.”

Bir sofi de şöyle dedi:

“— İnsanların en geçimsizi, hased (çekememezlik) sahibidir, en ge- çimlisi, herkesle anlaşan kanaatkar olanlardır. En çok eziyet çekenler, dün­yaya aşırı düşkün olan ve kanaatkar olmıyanlardır. En çok pişman olanlar, azgın nefislerine uymıyarak, dünyayı reddeden alimlerdir.”

Bir şâir bu hususta şöyle diyor:

Hakka bağlanmış olan bulmuş güven

Önce sunmuştur rızık, rızklar veren!

Hep korur kirletmeden: izzetlidir;

Haktan ayrı sanmayın minnetlidir.

Hem kanâatkar ehlidir, çekmez çile,

Hiç zarar görmez elinden kimse de!

Hz. Ömer (r.a.) şöyle buyurdular:

“— Size Allah’ın mallarından kendime helâl kabul ettiğimi söyliyeyim

mi?

—               Yaz ve kış için iki entari Hacc ve Umre için bir ihram: Yiyeceğim bir Kureyş’in yiyeceğinden farksızdır. Allah’a yemin ederim ki, bunlar da he­lal mı, haram mı bilmiyorum. Bunlara gerektiği gibi şükredip, kanaatkar ol­duğumdan şüpheliyim.”

Bir köylü, dünyaya çok düşkün kardeşine şöyle der.

“— Ey kardeşim, sen hiç durmadan rızık arıyorsun oysa rızkın sem ko­valıyor. Sense elindeki malı tutmaya çalışıyorsun. Sanki sen ihtiras sahiple­rinin mahrum kaldıklarını ehli kanaatin bol rızıkla rızıklandığım görmemiş gibisin.”

Bir şair şöyle der:

“Servetin arttıkça hırsın artmada

Sanki sen ölümsüz oldun dünyada.

Ola ki hırsına bir gün eresin.

Artık yeter bana diyecek misin?”

Şabi (k.s. ) şöyle bir hikaye anlatır:

—               Bir adam bir gün bir kuş avlar. Kuş dile gelerek:

—               Beni ne yapmak istiyorsun? diye sorar.

Avcı:

—               Seni kesip etini yiyeceğim! der.

Kuş:

—               Ben seni doyuracak kadar ete sahip değilim! Ancak sana üç şey öğ­reteyim, o beni yemenden daha hayırlıdır, der. Ancak üç şartım var. Birinci­sini elinde iken söyliyeceğiın, İkincisini, ağacın dalmak konunca, üçüncüsü- nü de karşıdaki tepeye varınca, söylerim.

Avcı şartları kabul ederek:

—               Birinci öğüdünü söyle der.

Kuş:

—               Elinden kaçırdığın bir şeye hayıflanma! der. Kuş uçup ağacın dalına konunca;

Adam:

-— İkinci öğüdün nedir? diye sorar.

 

Kuş:

—                Olmayacak şeye olur gözüyle bakma! der. Kuş uçup tepeye konun­ca şöyle seslenir.

—                Ey isyankar, şâyet beni yemiş olsaydın, midenden yirmi gram ağır­lığında inci çıkartırdın!

Avcı bunları işitince, dudağını ısırır ve hayıflanır!.

Avcı üçüncüyü söylemesini ister.

Kuş:

—Ey gafil, sana söylediğim iki şeyi unuttun, sana üçüncüyü nasıl söy­leyeyim? Sonra benim herşeyim yirmi gram gelmez, benim miğdemde nasıl yirmi gramlık inci olsun?., der ve uçar gider.

Bu insan oğlunun tamahkarlığını anlatan güzel bir örnektir. İşte tamah­karlık insanın böyle gözünü ve aklını işlemez hale getirir. Olmayacak şeyle­re dahi inandırarak insanı türlü aptallıklara sürükler.

İbn-i Semmak (k.s.) dedi ki:

—                Başkasına bağladığın ümit kalbinde bir ip. ayağında bir bağdır. Ümidi kalbinden çıkar ki. ayağındaki bağ çözülebilsin!

Ebu Muhammed bin Yezidi (k.s.) dedi ki:

—Birgün Harun Reşid’in yanına gittim. Elinde, altın suyuna banılarak yazılmış bir kitap gördüm. Beni gördüğü zaman tebessüm etti.

Ben:

“— Ey müminlerin halifesi, elinizdeki toplum için faydalı bir şey mi? diye sordum.

– Halife:

—                Evet, Emevilerin, hâzinelerinde şu iki beyti buldum. Ona bir beytte ben ekledim. Dinle’ dedi:

“Dereli şer he t koy kaparısın bir kapı,

Gayr el et bak hep açık bir başkası.

Bilki mı yelen az yemek dolsun yeter.

Çirkin işten sıyrılıp kaçsan meğer!

Şan ve namus harcamaktan yel sakın.

Kaç günahtan dert azabın kalmasın!”

Abdullah ibn-i Sellem (k.s.) Kaab ibn-i Ahbara şöyle sordu.

“— Alimler ilmi öğrenip kalblerine yerleştikten sonra, insanlara fayda­lı olurken, onların ilimlerini neler etkisiz kılar.”

Kâab şöyle cevap verdi.

“— Aç gözlülük, dünyaya çok düşkün olmak, dünya meşgaleleriyle uğraşmak!”

Bir sofi Fudayl İbn-i İyâz’dan Kâb’ın bu sözlerini açıklamasını ister. Fudayl şöyle der:

“— İnsan bir şeye karşı aç gözlülük eder, onu elde etmek için uğraşır­ken dininden de olur!” Dünyaya çok düşkünlük, nefsi onu-bunu elde et diye sevkeder. O da onları elde etmek ister. Böylece hırsa kapılır. O daldan bu dala sıçrar. İhtiyaç olmayanlar, zaruri ihtiyaç haline gelir. İnsanın boynuna bir halka takıp onu peşinden sürükler.

Dünya meşakkatlerine dalan insanların hoşnutluğunu kazanmak için, uğraşır. Onu takdir edenlerle alaka kurar. Onlarla selâmlaşır. Onları anar.

İnsan bütün bunları yapmasaydı da Allah rızası için uğraşsaydı bu, ne hayırlı olurdu!.