İblis Ve Azabı

By | 23 Ağustos 2014

namaz-kildiran-seccade

 

seytan1Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Şayet (Allah ve Rasûlünün) yolundan dönerlerse (Allah ve Rasûlüniin buyruklarını yapmazlarsa) bilinsin ki Allah kâfirleri sev­mez.” (Ali İmran/32)

Allah, İblis’in kibirlenmesini kabul etmediği için onun tövbesini kabul etmedi. Bunun gibi, kâfirlerin de bağış dilemeleri de kabul edilmemiştir.

Adem (a.s.) hatasının bildirilmesinden önce tevbe etmesi onun bağış­lanmasına sebep olmuştur. Çünkü Adem kendi kendini suçlamıştır.

Gerçekte Hz. Adem’in kusuru gerçek manada bir günah sayılmaz. Çünkü peygamberler masumdurlar. Onlar peygamberlikten önce ve sonra günah işlemezler. Ancak Adem (a.s.) kusuru görünüştedir. Buna rağmen on­lar Allah’a şöyle seslendiler:

“Ey Rabbimiz kendi kendimize zulüm ettik. Şayet sen bizi bağışla­maz ve acımazsan, kaybedenlerden oluruz.” (Araf/23)

Burada görünen o ki, Adem (a.s.) hemen bağışlanmayı dilemiş, Al­lah’ m rahmetinden ümit kesmemiştir. Kur’an’da şöyle buyruluyor:

“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz!” (Zümer/53)

İblis hatasını ne kabul etmiş ne de pişman olup af dilemiştir. İblis piş­man olmadığı gibi Allah’ın rahmetinden de ümit keserek, böbürlendi ve yal­nız kendini beğendi. Kim ki şeytan gibi davranırsa, tevbesi kabul edilmez. Adem (a.s.) gibi pişman olanların tevbesi kabul edilir. Nefsin arzularından kaynaklanan günahların affedilmesi umulur. Ama kaynağı kibir olan günahkâr eşler bağışlanmaz. Adamın hatası nefse uymak, şeytanın hatası ise

kibirden kaynaklanıyordu.

Anlatıldığına göre İblis, kişiliğini gizleyerek Musa (a.s.) gelir:

—                     Allah’ın elçi seçtiği, zaman zaman konuştuğu kişi sen misin? diye sorar. Musa (a.s.):

—                     Evet, sen benden ne istiyorsun ve kimsin? der.

Şeytan:

—                     Ey Musa Rabbine söyle, yaratıklarından biri affedilmesini diliyor! Musa (a.s.)’a vahiy gelir.

—                     Ey Musa sana bağışlanmaktan sorana de ki: “Şayet bağışlanmak is­tiyorsa, Adem’in kabrinde Adem’e secde etsin, bağışlanacaktır!” durumu İb- lis’e bildirince, İblis kızar böbürlenerek:

—                     Ey Musa cennette ona secde etmedim, ona ölü iken mi secde ede­yim! der.

Rivayete göre: İblis’in cehennemdeki azabı oldukça artırılır. Ona, “Al­lah’ın azabını nasıl buluyorsun? diye sorulur.

—                     Beklediğimden çok fazla buldum, der.

Ona denilir ki:

—                     Adem cennet bahçesinde di r ondan özür dileyerek ona secde eder­sen, bağışlanırsın! O yine kibirle yanaşmaz, bu defa cehennemdekileıin yet­miş bin katı kadar onun azabı artırılır.

Söylendiğine göre: Allah-u Teâlâ İblisi yüzbin yılda bir cehennemden çıkarır ve ona Adem’den özür dilemesi ve secde etmesi istenir. Fakat o yine kibirlenir ve tekrar cehenneme atılır.

Ey kardeşlerim, şeytanın durumuna düşmek istemiyorsanız, Allah’ın dinine sıkı sıkı sarılın ve devamlı olarak bağışlanmayı dileyin!

Kıyamet günü, ateşten bir kürsü hazırlanır ve üzerine İblis oturur. Şey­tanlar, onlara uyanlar, kafirler, İblisin etrafında toplanır ve sesleri eşek sesini andırır.

İblis:

—                     Ey cehennemlikler, Allah’ın size olan vaadi hakkında ne diyorsu­nuz? Onlar:

—                     Hepsi doğru imiş, derler. Onlara:

Bugün Allah’ın rahmetinden ümit kesildiği gündür! denir. Melekle-

nları ebediyen çıkmamak üzere cehenneme atılmaları emredilir. Orada 40 yıl kaldıktan sonra da, hiçbir zaman çıkmayacakları duyurulur. Cehen­nem azabından Allah’a sığınırız.

Rivayete göre; İblis mahşer yerine getirilerek ateşten kürsüye oturması emredilir. Boynuna, “Lanetlenmiştir” yazısı yazılmış bir halka asılır. Allah zebanilere, İblisi, ateşten kürsü ile cehenneme atmalarını emreder. Fakat ze­banilerin sürüklemeye güçleri yetmez. Allah Cebrail ile birlikte seksen bin meleğe, yardım etmeleri için emreder. Onların da güçleri yetmez. İsrafil ve seksen bin melek; sonra da, Azrail ve seksen bin meleğe emredilir. Onların da güçleri yetmez. Allah-u Teâlâ der ki:

—                     Yarattığım bütün melekler toplansanız boynundaki lanetlenmiş ya­zısının olduğu halkayı taşıyamazsınız.

Rivayete göre İblisin birinci gökte ismi (Abid) ibadet edendi. İkinci gökte, dünyadan el etek çekendi (Zahid). Üçüncü gökte (Arif) Allah’ı bilen­di. Dördüncü gökte Dost idi. Beşinci gökte, takva sahibiydi. Altıncı da (Ha­zin) hüzünlüydü. Yedinci gökte (Azazil) idi (melek adı). Fakat Levh-i Mah­fuzda, İblis olarak isimlendirilmişti. Çünkü Allah’ın emrinden gafildi.

Allah İblis’e, Adem (a.s.)’e secde etmesini emretti. İblis:

—                     Onu benden üstün mü tutuyorsun, o çamurdan ben ise ateşten yara­tıldım, dedi. Allah-u Teâlâ:

—                     Ben dilediğimi yaparım, dedi. İblis, kendini Adem’den üstün göre­rek böbürlendi ve emre uymadı. Fakat melekler hemen secde ettiler. Melek­ler kafalarını kaldırdıklarında onu secdede görmeyince tekrar secdeye gide­rek şükrettiler. O kibirli olarak duruyor ve bu durumdan hiç pişman olmamış ve Allah’tan af da dilemiyordu.

Allah onun o güne kadar ki güzel görünümünü, çirkin bir görünüme Çevirdi. Kıyamete kadar lânetlenmiş ve kâfir olarak serbest bırakıldı. Bildi­rdiğine göre, İblisin görünümü çirkinleştirilince Cebrail ve Mikail ağlama­ya başladılar.

Allah-u Teâlâ:

Sizi ağlatan nedir? diye sordu. Onlar:

—                     Ey Rabbimiz sana ulaşacağımız hak yolda nefsimize güvenemiyo­ruz! Allah-u Teâlâ da:

—                     Benim yolumdaki tuzaklara düşmemek için sakının, nefsinize gü­venmeyiniz!

Rivayete göre İblis dedi ki:

—                     Ey Allah’ım beni Adem (a.s.) yüzünden cennetten çıkarttın, ben ondan tek başıma intikam alamam, ancak bana müsade edersen, onun çocuk­larından intikam almak istiyorum! Allah’i Adem şeytanın tuzağa düşürmesi­ne müsaade etti. Ancak peygamberler senin tuzağına düşmezler.

İblis:

—                     Başka imkanlar da istiyorum, der!

Allah:

—                     Adem’in soyundan gelen her çocuğa karşılık senin soyun iki kat hızla çoğalacaktır, diye cevap verir.

İblis, bunu az görür.

Allah:

—                     Ademoğullarının kalpleri senin yatağındır. Onların içlerinde dola­şabilirsin! diye karşılık verir.

 

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Biz emaneti göklere, yerlere ve dağlara verdik, onlar onu yüklen­mediler.” (Ahzab/72) Emaneti kabul etmediler, çünkü onu tam manasıyla uygulayacaklarına güvenmediler. Emanet kelimesinin manası Allah’a itaat ve işlenince kazanılacak günah ve sevaplardır.

Kurtubi ve sahih olan görüşe göre, “Emanet” dini vazifelerin hepsini içine almaktadır. Ancak bazı ince meselelerde alimler ayrı görüşler ileri sür­müşlerdir. İbni Mes’ud’a göre: Buradaki emanet, mal güvenliği ile ilgilidir. “Bütün farzlar emanet olduğu gibi, özellikle malların korunması da emanet­tir.” Ebu Derda maddi ve manevi pisliklerden temizlenmek emanettir, der. İbni Ömer şöyle der:

—                      Allah’ın insanda ilk yarattığı organı cinsel uzvudur. İşte kim onu korursa, Allah’ın emanetini korumuş olur. Ayak, el, göz, kulak, karın, dil, bütün organlar emanettir. Emaneti koruyamayanın imanı yoktur.

Haşan Basri (r.a.) buyurdu ki:

—                      Allah emaneti, yeryüzüne, göklere ve dağlara vermek istediğinde onlara şöyle dedi, “şayet emaneti iyi kullanırsanız sizi mükâfaatlandıra- cağım, eğer kötüye kullanırsanız, cezalandıracağım!” Bunun üzerine yer­ler ve gökler emaneti yüklenmeden çekindiler.

Mücahid’den rivayete göre:

—                      Allah Adem’i yarattığı zaman emaneti, dağlara, göklere ve yeryü­züne sunduğu gibi, Adem’e de teklif etti. Hz. Adem onu kabul etti. Allah’ın bu teklifi gönüllü kabule yönelikti. Mecburiyet olsaydı hepsi kabul edecek-

 

Bazı fıkıh alimleri dedi ki: Buradaki emanet, semboliktir. Yerler ve gökler, dağlar, cismen büyük oldukları halde emaneti yüklenecek vasıfta de­ğildiler. Ancak onu ruhça yüksek ve aciz olan insanoğlu yüklenmiştir. Zira Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Onu insan yüklendi.” (Ahzab/72) âyetin devamında şöyle buyrul- maktadu:

“Şüphesiz insan zalim ve cahildir!” Bu şu demektir: Allah’ın emrini bilmeyerek veya yükünün miktarını bilmeden yüklenerek, kendisine haksız­lık etmiştir!

İbni Abbas (r.a.)’dan rivayet ediliyor: Emanet, Hz. Adem’e sunuldu­ğunda, denildi ki: “Bunu, içindekilerle birlikte kabul et, şayet itaat edersen mükâfaatlandırılırsın, isyan edersen, cezalandırılırsın!” Adem bunu kabul et­ti. Fazla zaman geçmeden de ikindi akşam arası kadar bir zaman içerisinde ona rahmetini hemen ulaştırarak onun tövbesini kabul etti de kurtuldu.

Emanet iman kelimesinden türemiştir. Kim emaneti korursa, Allah da onun imanını korur. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Emanete riayet etmeyenin imanı, sözünde durmayanın dini yok­tur.”

Başka bir hadiste Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Mü’min hiyanet ve yalanla ilgisi olmayan bütün huyları edinebi­lir.

Diğer bir hadiste:

“Ümmetim, emaneti ganimet, doğruluğu faydasız kabul etmedikçe doğru yoldadır.”

Yine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur:

“Emaneti güvendiğin kimseye ver, sana hıyanet edene sen hıyanet etme!..”

Buhari ve Müslim Ebu Hureyre’den şöyle rivayet etmektedirler:

“Münafığın alâmeti üçtür. Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde tutmaz, emanet verildiğinde hıyanet eder!”

Demek ki; bir sırrı münafığa açarsanız o hemen başkasına söyler. Sır

yayılır. Emanet bir şey verseniz onu korumaz ziyana uğratır. Onu kullanır.

Emaneti korumak meleklerin ve peygamberlerin ve Allah’a gönül ver­miş kişilerin sıfatıdır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Hiç şüphesiz Allah emanetleri, lâyık olanlara vermenizi emre­der.”

Tefsirciler bu ayetin açıklamasında şöyle der: “Emanet dinin temel prensiblerinin hepsini içine alır. Ayetin muhatabı bütün inananlardır. İdare edenlere düşen müslümanların mallarını korumak yetim malını muhafaza ve onlara zulüm yapmamaktır.”

Alimlere dini ilimleri korumak ve yaymak bir emanet olarak vaciptir. Babanın evladına sahip çıkması onu terbiye etmesi ona verilmiş bir emanet­tir.

Peygamberimiz şöyle buyuruyor:

“Hepiniz ellerinizin altındakilerden sorumlusunuz!”

“Zehrul Riyaz” adlı kitapta şöyle buyurulmaktadır:

—                     Kıyamet günü bir kul Allah’ın huzuruna getirilir. Allah-u Teâlâ

ona:

—                     Falanca kişinin emanetini verdin mi? diye sorar. Kul:

—                     Hayır ey Allah’ım! der. Allah bir meleğe onu cehenneme atmasını ve orada saklanan emanetin ona göstermesini emreder. Melek onu cehenne­me iter. Yetmiş yıl yürüdükten sonra emanete ancak kavuşur. Emaneti alıp yukarı çıkarken son anda tekrar düşer. Böyle birkaç kez tekrar ettikten sonra peygamber (s.a.v.) onu şefaati ile kurtarır ve emaneti sahibine verir.

Selem (r.a.) şöyle dedi:

—                     Biz peygamber (s.a.v.) ile otururken bir cenaze getirildi, peygamber (s.a.v.): “Onun borcu var mı” diye sordu.

—                     Hayır denilince namazı kıldık. Başka bir cenaze için:

—                     Onun borcu var mı diye sordu.

—                     Evet, dediler. Peygamber (s.a.v.):

—                     Hiçbir şey bırakmadı mı, dedi. Onlar:

—                     Üç dinar bıraktı, dediler ve peygamber cenaze namazını’kıldı. Baş­ka bir cenaze geldi. Peygamber:

—                       Borcu var mı? diye sordu.

—                       Evet, dediler.

—                       Hiç bir şey bıraktı mı, dedi:

—                       Hayır, dediler. Peygamber (s.a.v.) öyleyse “Arkadaşınızın cenaze namazını kılın” dedi ve kendisi kılmadı. Rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

Allah kul borcundan başka bütün günahları bağışlar! buyurdu.