Fedakârlıkta karı-koca İlişkisi Nasıl Olmalıdır ?
Evsiz barksızdı. Ne başını sokacak bir evi, ne de sığınacak bir yuvası vardı. Kara kara düşünüyor, çaresizliğin kıskacında kıvranıp duruyordu. Derdini kime açabilirdi? Kimden gidip de birşey isteyebilirdi?
İstemek çok zordu. İlk gittiği kimse, ya “Hayır” derse, ne yapacaktı? İkinci bir kişiye gidebilecek yapıya sahip değildi. İyice cesareti kırılacak, ümitleri suya düşecekti.
Düşündü, taşındı, “En kötü karar kararsızlıktan iyidir diyerek kararını verdi. Oturduğu yerden kalktı, doğru Mescid’in yolunu tuttu.
Başını kapıdan şöyle bir uzattı. İçeride Resulullah (a.s.m.) sahabileri ile sohbet halindeydi. Vâkıa kendisini onlardan ayrı görmüyordu. Dâva arkadaşlarıydı, can yoldaşlarıydı. Cihad meydanlarında omuz omuza kılıç sallamışlardı. Düşündüğünü, aklından geçeni onlardan gizlemesine gerek yoktu. Hele Resulullahtan gizli tutmasının hiç mânâsı yoktu. Zira Resulullah, Sahabilerinin şahsî meseleleri ile de bizzat ilgilenirdi.
Kapıdan adımını attı. Fakat ayağının biri gidiyor, biri geri çekiliyordu. Halbuki sair zamanlarında gayet rahat girerdi bu kapıdan. Hiç de böyle bir tereddüde kapılmazdı. Aklına gelen meseleyi de hiç çekinmeden Resulullah’a sorardı, cevabını alırdı. Fakat bu seferki mesele doğrudan şahsını ilgilendiriyordu.
Çekildi bir köşeye oturdu. Nurlu sçhbet tatlı tatlı devam ediyordu. Sohbetin sonuna gelinmişti. Artık derdini açabilirdi. Günlerdir kafasında tasarladığı, düşündüğü şeyi açtı.
“Yâ Resulallah” dedi, “müsaade buyurursanız bir meselemi arz etmek istiyorum. Benim evim yok, bir ev yapmak istiyorum, fakat arsam da yoktur. Falan zatın bir hurma bahçesi var. Onun bir kenarına bir ev yapmak istiyorum. Acaba razı olur mu?”
Sözünü ettiği zat orada hazır bulunuyordu. Peygamberimiz, ihtiyaç sahibi olan bu sahabisinin dileğini bahçe sahibine sordu:
“Cennette bir hurmalık karşılığında bu adama arsayı verir misin?”
Ancak adam ihtiyacının olduğunu ileri sürerek rıza göstermedi.
Akima gelen başına gelmişti. İlk müracaat ettiğinden red cevabı almıştı. Fakat Cenab-ı Hak bir kapıyı kapatırsa öbürünü açardı.
Cömertliğiyle tanınan Ebu Dahdah orada hazırdı. Resulullahın müjdesini kaçırmak istemiyordu. Varı yoğu oturduğu eviydi. Hemen ileri atıldı, bahçe sahibine şu teklifte bulundu:
Evimin karşılığında hurma bahçeni bana verir misin?”
Bu teklif adama cazip geldi ve, “Evet, kabul” dedi.
Ebû Dahdah çok sevinmişti. Böylece hem Resulullah’ı memnun edecek, hem de o ihtiyaç sahibi kardeşini sevindirecekti.
Az sonra, “Yâ Resulallah” dedi, “evimle değiştiğim bu hurma bahçesini size veriyorum. Siz de o kardeşime verin.”
Resulullah çok memnundu. Ebû Dahdah’a ebedî müjdeyi verdi:
“Ebû Dahdah’m Cennetteki evi ne kadar büyük!” Bu sözlerini birkaç defa tekrarladılar.
Ebû Dahdah sevinçten uçuyordu. Dünya evini vermiş, âhiret evini satın almıştı. Fakat içine bir kurt düşmüştü. Eve gittiğinde hanımına meseleyi nasıl açacaktı? Acaba o ne diyecekti? Ya karşı çıkar da, “Biricik evimizi niye verdin?” diye reddederse, ne yapacaktı. Bu düşünce ile evin yolunu tuttu.
Kapıyı vurdu, içeri girdi. Fazla zaman geçirmeden, eğip bükmeden yaptığı işi doğrudan hanımına açtı:
Ya Ümmü Dahdah” dedi, “evi boşalt, çünkü ben onu Cennetteki bir ev karşılığında satıverdim.”
Cennetteki ebedî sarayı duyan imân kahramanı yüce kadın, Sahabi hanımı olduğunu gösterdi ve sevincini dile getirmekte gecikmedi:
“Ne kadar kârlı bir satış, Allah senden razı olsun.”
Ebu Dahdah’ı bu fedakârlığa sevk eden unsur şu İlâhî teşvikti:
“Malını Allah rızası için harcayıp da Allah’a güzel bir borç verecek kim var? İşte onun karşılığını Allah kat kat verecektir.”
Evet, aynı ideali, aynı ebedî hedefi paylaşan o bahtiyar karı-kocalardır ki, imân dâvâsı bugüne kadar gelebilmiştir. Ne mutlu onlara!