Kadının Gerçek Huzuru ve Güzelliği Nedir ?
Batıyla temasımız başlayınca, daha doğrusu Batı medeniyeti hayatımıza girince, ilk büyük değişiklik ailede, yani kadında görüldü. Kur’ân medeniyeti ile yücelen, İslâm ahlâkı ile süslenen, vahyin esasları ile bezenen İslâm kadını kendi benliğinden sıyrılarak yep yeni bir şekle büründü; tanınmaz, ayırd edilmez ve fark edilmez bir hale girdi.
Bu çöküşü, bu düşüşü, bu alçalışı ilk fark edenlerin başında Bediüzzaman gelir. Asrın başlarında kaleme aldığı Lemeât isimli eserinde Bediüzzaman, kadınımıza şöyle sesleniyordu:
Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarılmış, yuvalarına dönmeli.”
Bu yuva, İslâmın sıcacık, müşfik yuvasıydı. Bu yuvadan düşünce, sadece kendisi zarar görmekle kalmadı, genciyle, yaşlısıyla, çocuğuyla bütün bir insanlığı da yoldan çıkardı. Çünkü bütün bu kesimi muhafaza eden, şefkat kanatları altında koruyan kadındı: Ablaydı, gelindi, anneydi, nineydi, halaydı, teyzeydi, evlattı. Devamlı hürmete, seygiye ve saygıya lâyıktı.
Fakat, “Mimsiz medeniyet tâife-i nisaiyeyi yuvalarından uçurmuş, hürmetleri de kırmış” ilk harfi olan “mim” kaldırılınca “deniyet”, yani alçalış, düşüş ve çöküş haline gelen Batı medeniyeti; modasıyla, sokak hayatıyla, eğlence yerleriyle, müziğiyle ve dansıyla kadın taifesinin yuvasını dağıtmış, uçmak zorunda kalan kadın da itibarını kırarak ortada kalmıştır: Sahipsiz, yetim, yuvasız ve yurtsuz.
“Şer’i İslâm onları rahmetten dâvet eder eski yuvalarına.” Onlara kadın şefkat ve merhametinden dolayı İslâm şeriatı kadınları tekrar yuvalarına çağırıyor. Yuvasından ayrılan bir kuşun tekrar dönebileceği tek yeri yine eski yuvasıdır. Çünkü:
“Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayatı ailede.” Evdeki kadın devamlı hürmete lâyıktır. Çünkü o ailenin direğidir: Beyinin hanımı, çocuklarının annesi, torunlarının ninesi, kardeşlerinin ablasıdır. Herkes ona muhtaçtır. Herkes onun eline bakmaktadır. Herkes onun şefkatini beklemektedir. Bunun içindir ki, devamlı saygıya ve sevgiye lâyıktır. Kadın, iş hayatında, sokakta, çarşıda, eğlencede olursa, çoğu zaman bu hürmeti hak edemediği gibi göremez de.
Kadın evinde rahattır. Onun için ev bir hapishane değildir. O çocuğuna bakarken, çamaşır yıkarken, yemek yaparken zahmet çekse de, bunu rahatı için yaptığının farkındadır. Bu rahatlık sadece kendisini değil, bütün bir aile fertlerini de rahat ettirecektir. İşinden dönen koca, okulundan dönen çocuk, temiz bir yuva, sıcak bir çorba, huzurlu bir hava görünce nasıl rahat etmez? Zaten Temizlik zinetleri”dir kadının. Onun, sun’i süs aramaya da ihtiyacı yoktur.
Bir de kadının iç güzelliği vardır ki, asıl güzellik budur. Bunları da Bediüzzaman şöyle sıralar:
Haşmetleri, hüsn-ü hulk, lütf-u cemâli ismet, hüsn-ü kemali şefkat, eğlencesi evladı.”
Yani huyunun güzelliği, edebi ve nezaketi; kadının büyüklüğü ve haşmetidir. Namusu, iffeti ve hayası da güzelliğinin lâtifliğidir. Şefkati ise, kemâlidir, üstünlüğüdür, olgunluğudur. En güzel eğlencesi ise evladıdır. Bu eğlence yıllarca sürer. Bu, onun için kesinlikle zahmet değildir. Emzirirken, yemeğini yedirirken, üzerini giydirirken, bağrına basarken, sallayıp uyuturken tarifi imkânsız bir haz duyar. Bir kadına çocuktan daha güzel, daha lâtif, daha devamlı ve hep değişen bir eğlence verebilir misiniz?
Bu güzelliklerin çok düşmanı vardır: “Bunca esbab-ı ifsat, demir sebat kararı, lâzımdır tâ dayansın.” Bunca bozguncu hallere karşı kadının dayanması için iyi bir sebat ve kararlılık göstermesi, Batıdan esen rüzgârlara itibar etmemesi gerekir. Kur’ân’ın ve İslâmın himayesi altına girerek ebedî güzelliklerle yetinmesini bilmesi gerekir.