Fala Bakmak ve İnanmak Caiz Midir ?

By | 20 Mart 2015

Fala Bakmak ve İnanmak Caiz Midir ?Fala Bakmak ve İnanmak Caiz Midir ?

“Fal” kelimesinin aslı “fe’l dir. Bu da, uğur, talih, baht” mânâlarına gelmektedir. “Tefeül” kelimesi de bu­radan türetilmektedir ki, “bir şeyi hayra yormak, Al­lah’tan hayır ve fayda ummak demektir. Tefeül sünnet­tir. Peygamberimiz (a.s.m.) tefeülden hoşlanır, teşe’üm olarak bilinen bir şeyi uğursuz saymaktan da hoşlanmazdı.

Şemseddin Sami Kamus’unda “fal” hakkında şu ta­rifi yapar:

“Baht ve talihi anlamak için birtakım garip vasıta­lara müracaat etme. Atılan boncuk ve baklaya, tesadü­fen açılan “bir kitabın bir satırına, koyunun kürek kemiğine vesair böyle şeylere bakıp bunlardan mânâ çıkarma.”

Günümüz falcıları da bunlara benzer yollarla fal ba­kıyorlar. Oyun kâğıtlarına, el ayasına, kahve finca­nına ve su dolu tasa bakmak sadece birkaçı…

İlmin ve teknolojinin zirveye çıktığı, insanlığın uzayda dolaştığı bir devirde maddeten gelişmiş “mo­dern” ülkelerde falcılık büyük mesafe almış, mânen derin boşluk içinde bulunan insanlar falcılara bel bağ­lama acizliğine düşmüşlerdir. Hattâ bu ülkelerin başkanları bile geleceklerini bu falcılara sorma garipliğini gösteriyorlar.

İslam öncesi bir cahiliye âdeti olan falcılık, bil­hassa îman ve inanç bakımından zayıf toplumlarda yerleşmiş, yaygınlaşmıştır.

İslâmiyetten önce her türlü hurafe ile birlikte falcı­lık, sihir, kehanet ve büyü gibi sapık âdetler de yay­gındı. Müslüman olmalarına rağmen bazı kimseler bunlara gitmekten vaz geçmiyorlardı. Bu hususta Hz. Aişe’nin rivayet ettiği bir hadis vardır.

Bazı Sahabiler Peygamberimize (a.s.m.) gelerek gaybdan haber veren kâhinler hakkında fikrini sordu­lar. Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) “Kâhinler bir şey değildir” buyurdu.

Bunun üzerine Sahabeden bir kısmı, “Yâ Resulallah, onlar bazen bir şey söylüyorlar, sonra o da çıkıyor” demeleri üzerine Resulullah (a.s.m.) şu gerçeği dile ge­tirdiler:

Onların söylediği bu sözler cinlere aittir. Cinler bil­giyi kapar ve dostunun kulağına tavuğun gıdaklaması gibi gıdaklar. Bu şekilde ona yüz yalandan daha fazla­sını karıştırır.”

Demek ki, falcıların ve kâhinlerin sözlerinde doğru­luk payı olsa olsa yüzde veya binde birdir. Bu kadar za­yıf bir ihtimale mü’minin bel bağlaması, ona itibar etmesi, inancına zarar verdiği gibi, makul da değildir.

Cinlerin gerçekte bir şey bilmediğini şu âyet-i ke­rime çok açık bildirmektedir:

“Eceli gelip de Süleyman’ın ölümüne hükmettiği­mizde asasını kemirmekte olan bir ağaç kurdu ölü­münü onlara farkettirdi. Süleyman yere düşünce, cinler anladılar ki, eğer kendileri gaybı bilselerdi, o meşak­katli işe devam edip durmazlardı.”

Bir seferinde Hz. Muaviye (r.a.) Peygamberimize (a.s.m.) şöyle bir sual sorar:

“Yâ Resulallah, birtakım şeyleri biz cahiliye dev­rinde yapıyorduk. Kâhinlere gidiyorduk. Şimdi ne ya­palım?”

Peygamberimiz (a.s.m.) bu hususta kesin ifade kul­landılar:

“Artık kâhinlere gitmeyin.”

İbni Mâce’nin rivayet ettiği bir hadiste kâhinlere, falcılara inanmanın îmana zarar vereceği bildirilir ki, bu hadisten hareket eden âlimler, falcılara gitmenin ve onlara inanmanın haram olduğunu söylerler.

Rivayetlere göre, Hz. Süleyman asasına dayanarak uzun müddet ibadet ederdi. Vefat ettiğinde de asasına dayalıydı. O esnada Mescid-i Aksa’nın yapımında çalışan cinler onun ölümünün tarkına varmayarak işlerine devam ederler. Hz. Süleyman’ın vefat ettiğini, ancak bir ağaç kurdunun asâsını kemirip de yere düşmesiyle anlarlar, (ibni Kesir, 3: 529).

Zaten yukarıda mealini verdiğimiz âyet ve hadisler, bu hususta Müslümanın nasıl hareket edeceğini açıkça bildirmektedir. Bunun için Allah’a iman ve kadere itimat ve tevekkül gibi sağlam bir dayanağı olan insa­nın cinlerin birer oyuncağı olan kâhin ve falcılara gitmesi kadar abes ve mânâsız bir şey yoktur.

Son olarak meselenin aslını belirten ve mü’minin hiç aklından çıkarmaması gereken şu meâldeki âyet­leri okuyalım:

Gaybın anahtarı Allah’ın yanındadır. Onları ancak O bilir.”

“De ki: Göklerde ve yerde Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilmez.”