Doksan Dokuz Kişiyi Öldüren Adam

By | 18 Ağustos 2014

namaz-kildiran-seccade

 

Sıkıntı ve Stres DuasıAbdullah b. Amr b. el-Âs (radıyallâhu ‘anh) rivayet ediyor: Efendimiz (saiiailâh ‘aleyhi ve sellem) buyurdular İd: “Kulun günahını bağışlamak Allah Teâlâ için bi yük ve yapamayacağı ağır bir şey değildir.

Sizden evvelki ümmetler içinde bir adam vardı. Doksan dokuz kişiyi ö dürmüştü. Dünyanın en bilgin kimsesini sordu. Kendisine bir rahip göste rildi. Rahibe vardı ve doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için tövbe e menin imkânı olup olmadığını sordu. Rahip, ‘Yoktur’ dedi. Onu da öldürü] öldürdüğü kişileri yüze tamamladı.

Sonra dünyadaki en âliminin kim olduğundan araştırdı. Onu bir âlime göı derdiler. Ona, kendisinin yüz adam öldürdüğünü ve kendisi için tövbe imk: nının olup olmadığını sordu. Bu âlim kişi,

–         Evet, Allah ile tövben arasına kim girebilir? Falan yere git, orada Allah’, ibadet eden birtakım kimseler vardır, onlarla beraber sen de ibadet et. Yu: duna dönme. Zira orası fena bir yerdir, dedi.

O kimse derhâl yola çıktı ancak yan yola vardığında ölüm ona yetişti. Onuı hakkında rahmet ve azap melekleri münakaşa ettiler. Rahmet melekleri,

–         Bu adam tövbe ederek ve Allah’a yönelerek geldi, dediler. Azap melek leri ise:

–         O, hiçbir hayır işlemedi, dediler.

Onların yanına insan suretinde bir melek geldi. Münakaşa eden melekler onu aralarında hakem yaptılar. Hakem olan şöyle dedi;

– İki yer arasındaki mesafeyi ölçünüz. Hangi tarafa daha yakın ise bu adam oranındır, dedi. Melekler iki mesafeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yere daha yakın buldular. Bunun üzerine rahmet melekleri onu alıp götürdü.’’

İbn Mesud (radıyallâhu ‘anh) der ki:

“Üç şey vardır ki, onların doğruluğu üzerine yemin ederim. Bir dördün­cüsü vardır; onun üzerine de yemin etsem yalancı olmam:

1-       Allah Teâlâ bir kimseyi dünyadayken dost edinmezse, o kimse ahirette başkasıyla dost olur.

2-       Allah, İslâm’dan nasibi olan kimseye, İslâm’dan nasibi olmayan kimse gibi muamele etmez.

3-       Bir kimse bir topluluğu severse, kıyamet günü onlarla beraber haşro- lunur.

4-       Allah bir kulun ayıplarını dünyada örterse, ahirette örter.

Yine İbn Mesud (radıyallâhu ‘anh) demiştir ki: Nisâ suresindeki şu dört ayet dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır:

“Muhakkak ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bundan başka günahı dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak ki o, uzak (ve korkunç) bir dalâlete sapmıştır”

“Eğer onlar, kendilerine zulmettiklerinde sana başvurup Allah’tan af isteselerdi ve Peygamber de onlar için isteseydi, kesinlikle Allah’ın tövbe­leri kabul edici ve bağışlayıcı olduğunu görürlerdi.”

“Eğer yasaklandığınız haramların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin (diğer) kusurlarınızı örteriz. Sizi şerefli bir makama (cennete) ulaştırı­rız.”

“Kim bir kötülük işler veya nefsine zulmeder, ondan sonra da Allah ‘tan af talebinde bulunursa, Allah’ı çok affedici ve merhametli olarak bula­caktır.”

Câbir b. Abdullah el-Ensârî’nin (radıyallâhu ‘anh) rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki:
“Benim şefaatim ümmetimin büyük günah işleyenleri içindir”

Cabir b. Abdullah demiştir ki: “Büyük günah işlemeyenlere gelince; onla­rın zaten şefaate ihtiyaçları yoktur.”

Enes b. Mâlik’in rivayeti ise şöyledir: “Şefaatim ümmetimin büyük günah işleyenleri içindir. Kim şefaatimi yalanlarsa ondan mahrum kalır.”

Allah’a Beş Yüz Sene İbadet Eden Adam

Câbir b. Abdullah el-Ensârî (radıyallâhu ‘anh) anlatıyor: Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:

“Az önce dostum Cibril yanımdaydı, gitti. Bana şunu anlattı: Seni hak pey gamber olarak gönderene yeminle söylüyorum ki, Allah Teâlâ’nm kullarından biri, bir adanın tepesinde tam beş yüz yıl O’na ibadet etmişti. Buranın eni ve boyu on beş metre kadardı. Her bir tarafı dört bin fersah uzunluğunda de nizlerle çevriliydi. Allah Teâlâ o kimse için bu adada bir parmak kalınlığında tatlı bir su çıkarmıştı. Bu su, tepenin eteğinde bir yerde birikiyor, o adam da buradan ihtiyacını karşılıyordu. Aynı şekilde ona bir nar ağacı vermişti. Bu nar ağacı her gün bir meyve veriyordu. Bu kul akşam olduğu zaman suyun yanına iner abdestini alır ve nannı yerdi. Sonra kalkar namazını kılardı. Yine böyle bir zamanda Rabbinden, ruhunun secdede iken alınmasını, cesedinin toprak olmamasını ve secde halinde iken diriltilmesini istedi. Allah (celle celâiüh onun duasını kabul etti ve secdede iken çanını aldı. Cebrâil (‘aleyhi’s-selâm) an latmaya devam ederek dedi ki:

– Biz yeryüzüne inerken onun yanma uğradık; secdedeydi. Çıkarken de uğradık yine aynı haldeydi. Biz ilm-i İlâhîde gördük ki, bu kul kıyamet güni diriltilir ve yüce Allah’ın divanına getirilir. Allah (celle celâiüh) meleklerine, ‘Bu kulumu rahmetimle cennete koyun’ buyurur. Kul ise, ‘Hayır, beni yaptığım amellerle cennete koyun’ der. Bunun üzerine Allah (celle celâiüh) meleklerine ‘Kulumun amellerini, kendisine verdiğim nimetlerle karşılaştırın!’ diye emir verir. Melekler kula verilen nimetlerle kulun amellerini karşılaştırmaya baş­larlar ve görürler ki, sadece göz nimetini kulun beş yüz senelik ameli dahi karşılamamaktadır. Bedeninin diğer nimetleri ise karşılıksız kalmıştır. Bu­nun üzerine Allah (celle celâiüh) meleklerine, ‘Kulumu cehenneme atın’ emrini verir. Melekler onu cehenneme doğru götürürken adam, ‘Ey Rabbim! Bana rahmetinle muamele et! Rahmetinle beni cennetine koy’ diye feryat eder. Al­lah Teâlâ, ‘Kulumu geri getirin’ emrini verir. Kul, Allah (celle celâiüh) huzuruna getirilince Rabbülalemin ona sorar:

–          Ey kulum! Sen hiçbir şey değil iken seni kim yarattı? Kul,

–          Ey Rabbim! Sen yarattın, diye cevap verir.

–          Bu, amelin sayesinde mi oldu yoksa benim rahmetimle mi?

–          Senin rahmetinle!

–          Beş yüz sene ibadet yapma kuvvetini sana kim verdi?

–          Sen verdin ey Rabbim!

–          Seni, denizin ortasındaki bir adaya kim yerleştirdi? Tuzlu suların içinden tatlı suyu sana kim çıkardı? Her gece nar meyvesini sana kim verdi? Hâlbuki biz o meyveyi senede bir defa veririz. Benden ruhunu secdede iken almamı istedin, bunu senin için yaptım. Peki, bunların tümünü kim yaptı?

–          Sen yaptın ey Rabbim!

–          Bütün bunlar benim rahmetimle olmuştur. Seni rahmetimle cennetime sokacağım. Meleklerim! Bunu rahmetimle cennetime sokun.”

Cebrâil ( aieyhi’s-seiâm) der ki: “Her şey Allah’ın rahmetiyle olmaktadır. ”

Hasan-ı Basrî’nin rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Ölüm anında korku ve ümidi kalbinde bulunduran müs- lümana, Allah ümit ettiğini verir ve korktuğu şeyden emin kılar.”

Ebû Hüreyre (radıyallâhu ‘anh) rivayet ediyor: Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve se lem) Efendimiz buyurdular ki: “Hiç biriniz ameli ile kurtulamaz!” Sahabe ler sordular:

–         Siz de mi ey Allah’ın Resûlü!

–         Evet, ben de; lâkin Allah(celle celâiüh) beni rahmetiyle kuşatmıştır. Öyleyst [hayra) yaklaşın, doğruyu arayın, hazırlık yapın.”

Enes b. Mâlik’in (radıyallâhu ‘anh) rivayet ettiği bir hadis şöyledir; “Kolaylaşt rınız zorlaştırmayınız, sevindiriniz nefret ettirmeyiniz”

İbn Mesud (radıyallâhu ‘anh) demiştir ki: “Kıyamet günü Allah Teâlâ’nın rai meti o kadar geniş ve şefaat sahiplerinin sayısı o kadar çok olacaktır ki, İt lis dahi ümide kapılarak başını kaldırıp etrafına bakınacaktır.” Resûlullal (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurdular: “Kıyametgünü Arşın al tından şöyle seslenilir:

–         Ey Muhammed ümmeti! Ben sizin bana olan haklarınızı bağışladım. Sizide kendi aranızdaki haklarınızı helâlleşmek suretiyle ödeyin. Sonra da rahmi timle cennete girin.”

Fudayl b. İyâz (rahimehullâh)13 demiştir ki: “Kişi sağlam ve sağlıklı olduğ müddetçe korku içinde olması onun için daha iyidir. Hastalanıp amelde: aciz kaldığında da ümit içinde olması daha iyidir” Yani sağlam ve sağlıklı c duğu dönemlerde hep korku içinde olmalıdır ki, ibadetlerinde gayretli olsu ve günahlardan şiddetle sakınsın. Hasta olup yataklara düştüğünde de ümi var olmak onun için en faziletli yoldur.

İbn Ebî Revvâd’ın (rahimehullâh) babasından rivayet ettiği bir haber şöyledi

“Allah Teâlâ Davud peygambere vahyeder:

–         Ey Davud! Günahkârları müjdele ve sıddîkleri uyar! Hz. Davud,

Fudayl b. İyâz b. Mesud et-Temîmî el-Yerbûî. Büyük velilerdendir. İmam Şâfiî dal ondan hadis almıştır. Semerkand’da doğmuştur. Kûfe’de ve son olarak da Mekke’c yaşamıştır. Hicrî 187 yılında vefat etmiştir.

–         Günahkârları nasıl müjdeleyeyim! Sıddîkleri nasıl uyarayım! dedi.

Allah (celle celâiüh) ona buyurdu ki:

–         Günahkârları müjdele; zira hiçbir günah benim affımdan daha büyük olamaz. Sıddikleri uyar ki, amelleri ile böbürlenmesinler. Çünkü ben bir kimseye rahmetimi değil de adaletimi ve hesabımı tatbik ettiğimde o kimse helâk olur.”

İbn Ebî Revvâd babası vasıtasıyla rivayet ettiği bir haber şöyledir: “Allah Teâlâ der ki: ‘Şüphesiz ben Allah’ım. Mülkün sahibiyim. Sultanların, hüküm­darların kalpleri benim elimdedir. Şayet ben bir milletten razı olursam, on­ların sultanlarını insanlarına karşı merhametli kılarım. Bir millette de buğze- dersem sultanlarının kalplerini halklarına karşı kin ve öfkeyle doldururum. Bu sebeple, sultanlara lânet etmekle uğraşmayın. Bana tövbe edin ki ben de onları sizlere karşı şefkatli ve merhametli kılayım.”

Ebû Hüreyre’nin (radıyallâhu ‘anh) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır:

“Şayet mümin, Allah katındaki cezanın ne kadar ağır olduğunu bilseydi, cen­netten ümitvar olamazdı. Kâfir Allah katındaki rahmetin ne kadar engin oldu­ğunu bir bilseydi, hiç kimse O’nun rahmetinden ümidini kesmezdi”