Büyük Günah İşleyenlerin Durumları

By | 18 Ağustos 2014

hac-umre-seti

 

Azap çekmek nedirYezîd er-Rekkâşî (radıyallâhu ‘anh) Enes b. Mâlik’ten (radıyallâhu ‘anh) rivayet edi­yor: “Cebrâil (‘aleyhi’s-selâm) her zaman geldiği vakitten başka bir vakitte gel­mişti Resûlullah’ın (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) yanma. Rengi, beti-benzi atmıştı. Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) Cebrâil’e,

–         Ne oldu neyin var? Neden rengin solmuş? diye sordu. Cebrail şöyle anlattı:

–         Ey Muhammed! Senin yanma, Allah Teâlâ’mn cehennemin körüklenmesini emrettiği bir vakitte geldim. Cehennemin hak, kabir azabının hak ve Allah’ın azabının her şeyden daha büyük olduğunu bilen bir kişi, bunlardan emin ola­madığı müddetçe gözü aydın olabilir mi? Nebî (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem),

–         Ey Cebrâil! Bana cehennemi anlat, dedi. Cebrâil (‘aleyhi’s-selâm) şöyle anlattı:

–         Peki, anlatayım! Allah Teâlâ ateşe, kıpkırmızı olana dek tam bin yıl yan­masını emretti. Ardından bin yıl daha yanmasını emretti öyle ki ateş bem­beyaz kesildi. Sonra bin yıl daha yanmasını emretti ve simsiyah oldu. Şimdi karalık ve simsiyahtır. Artık onun ne alevi ne de koru tükenir.

Seni hak peygamber olarak gönderene yemin olsun ki, şayet cehennemden iğne ucu kadar bir delik açılsa, oradan gelen sıcağın hararetiyle bütün dünya halkı yanıp kül olurdu.

Seni hak peygamber olarak gönderene yemin olsun ki, şayet cehennem ehlinin giydiği elbiselerden biri dünya semasına asılsaydı, onun kötü koku­sundan ve sıcaklığından ötürü, bütün canlılar ölürdü.

Seni hak peygamber olarak gönderene yemin olsun ki, Allah Teâlâ’mn Kitabı’nda bahsettiği o cehennem zincirlerinden biri, dağların tepesine konsa, dağları eritir ve hatta yerin yedi kat dibine batırırdı.

Seni hak peygamber olarak gönderene yemin olsun ki, şayet cehennem ehlinden azaba uğrayan biri, dünyanın batısına konsa, onun uğradığı azabın şiddetinden doğudaki insanlar kavrulurdu.

Cehennem ateşi çok şiddetlidir. Kuyuları derindir. Oranın süsleri kızdın! mış demirdendir. İçeceği irin ve kaynar sudan ibarettir. Elbiseleri ateşten biı parçadır. Cehennemin yedi kapısı vardır. Her kapının içinde erkekler ve ks dınlar için ayrılmış bölmeler bulunur.

Ardından Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) Efendimiz sorar:

–         Cehennemin kapıları bizim bildiğimiz kapıları gibi midir? Cebrâil (‘aleyhi’; selâm) şöyle anlatır:

–         Hayır, öyle değildir. Onlar devamlı açık bir halde, giriş yeri mahiyetinde olan kapılardır. Bazı kapılar bazısından daha aşağıda bulunur. Bir kapıdar diğerine geçiş vardır. Bir kapıyla diğer kapı arası yetmiş senelik mesafediı Aşağı doğru inildikçe her katın sıcaklığı bir yukarıdakine göre yetmiş kat dahî artar. Allah’ın düşmanları oraya sürülürler.

Cehennemlikler bu kapılardan birine getirildiklerinde, zebaniler onlar ellerinde zincirler ve kelepçelerle karşılar. Bu zincirleri onların ağızlarındar sokar altlarından çıkarırlar. Sol ellerini boğazlarına sokup, sağ ellerini kalp lerine daldırırlar. Daha sonra her iki ellerini omuzlarının arasından çıkartıp zincirlerler. Her insan bir şeytanla yan yana gelecek şekilde zincirlenir. Or lar yüzleri üzerine sürüklenerek götürülürler. Melekler onları demir topu? larıyla döver. “Onlar üzüntülerinden dolayı oradan (cehennemden) çıkmal istedikçe, oraya geri çevrilirler ve onlara, ‘Yakıcı ateşin azabını tadın’de bilin.”

Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) sorar:

–         Bu kapılarda (katlarda) kimler kalacaktır? Cebrail (‘aleyhi’s-selâm) anlatır:

–         En alt katta münafıklar, Hz. İsâ’nın mucizesine inanmayan mâide halk Firavun ve ona tapan halkı bulunur. Bu tabakanın ismi Hâviye’dir. İkinci katfc müşrikler bulunur. Buranın adı Cahîm’dir. Üçüncü kata sâbiîler (yıldızlara ts panlar) girecektir. Buranın adı da Sakar’dır. Dördüncü katta, İblis, onun tebaası ve Mecusîler bulunur. Bu tabakaya Lezâ denir. Beşinci katta Yahudile: olacaktır. Buraya da Hutame denir. Altıncı tabakaya da Hıristiyanlar girecek tir. Buranın ismi de Saîr’dir.

Cebrâil bundan sonrasına, Resûlullah’a olan hayâsından ötürü devam ede medi. Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) ona,

–         Yedinci tabakanın sakinlerini anlatmayacak mısın? diye sordu. Cebrâil,

–         Ey Muhammed onu bana sorma! diye karşılık verdi. Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) tekrar,

–         Ey Cebrâil olmaz! Bana yedinci katta kimlerin olacağını da anlat, dedi. Bunun üzerine Cebrâil,

–         Ümmetinin tövbe etmeden ölen büyük günah sahipleri bu cehennemin bu tabakasına girecektir, dedi. Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) bu haberi duyar duymaz bayıldı. Cebrâil Resûlullah ayılıncaya dek onun başını kuca­ğında tuttu.

Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) ayılınca,

–         Ey Cebrâil! Başıma gelen büyük; çok mahzunum. Tekrar söyle, ümme­timden cehenneme giren olacak mı?

–         Evet, ümmetinden büyük günah işleyenler girecek, cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) ağlamaya başladı; Cebrâil de onunla birlikte ağladı. Daha sonra evine giderek bir müddet evine kapandı. Namaz­lar hariç dışan çıkmaz oldu. Namaz için mescidine gidiyor, daha sonra hemen evine geliyor, kimseyle konuşmuyordu. Namaza başladığında ağlıyordu. Her namazın peşinden Rabbine yalvarıyordu. Böylece üç gün geçti.

Üçüncü gün Ebû Bekir (radıyallâhu ‘anh) geldi ve Resûlullah’m kapısının önünde durdu.

–         Esselâmü aleyküm ey rahmet evinin sahibi! Eve girmeme müsaade var mı? diye sordu. Fakat içeriden cevap veren kimse olmadı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir ağlaya ağlaya kapıdan ayrıldı.

Hz. Ebû Bekir’in ardından Hz. Ömer (radıyallâhu ‘anh) geldi. Selâm verdi, içeri girmek için izin istedi, fakat ona da cevap veren olmadı. O da Ebû Bekir gibi ağlayarak uzaklaştı.

Daha sonra kapıya Selmân-ı Fârisî (radıyallâhu ‘anh) geldi.

–         Esselâmü aleyküm ey rahmet evinin ehli! Resûlullah’ı görmeme izin var mı? diye sordu. Ona da cevap veren biri olmadı. Düşe kalka ağlayarak Hz. Fâtımâ’nın evine geldi. Kapının önünde durdu.

–         Esselâmü aleyk ey Resûlullah’ın kızı! diye seslendi. O sırada Hz. Ali (radıyallâhu ‘anh) evde yoktu. Selmân (radıyallâhu ‘anh) daha sonra şöyle seslendi:

–         Ey Resûlullah’ın kızı! Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) günlerdir evine ka­pandı. Namaz harici dışarı çıkmıyor. Kimseyle konuşmuyor. Kimsenin ken­disini ziyaret etmesine müsaade etmiyor.

Bunu duyan Hz. Fâtıma (radıyallâhu ‘anhâ) dış kıyafetlerini giyip Resûlullah’ın evinin kapısına geldi. Selam verdi ve,

–         Ey Allah’ın Resûlü! Ben kızın Fâtıma! Yalnız içeri giremiyorum, dedi. Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) o esnada secdede ağlamaktaydı. Kızının se­sini duyunca,

–         Nasıl olur da gözümün nuru Fâtımâ içeri giremezmiş! Ona kapıyı açın, dedi ve kapı Hz. Fâtımâ için açıldı. İçeri girip de Resûlullah’ın halini görünce ağladıkça ağladı. Resûlullah’ın beti benzi sararmış, ağlamaktan ve üzüntüden yüzünün etleri erimişti. Hz. Fâtımâ (radıyallâhu ‘anhâ),

–         Ey Allah’ın Resûlü! Sana ne gibi bir ayet indi de bu hale geldin? diye sordu. Resûlullah şöyle cevapladı:

–         Ey Fâtımâ! Cebrâil geldi ve bana cehennemin tabakalarını anlattı. Onun en üst tabakasında ümmetimin büyük günah sahiplerinin bulunacağını bil­dirdi. İşte hüznüm ve ağlayışım bundandır.

Hz. Fâtıma,

–         Yâ Resûlallah! Ümmetin oraya nasıl girecek? diye sordu. Resûlullah şöyle buyurdu:

–         Melekler onlan yakalayarak cehenneme götürürler. Ancak onlann yüzleri siyahlaşmaz, gözleri kaymaz, ağızları mühürlenmez ve şeytanlarla yan yana getirilerek azap görmezler. Ayrıca zincire ya da kelepçeye de vurulmazlar.

Hz. Fâtımâ (radıyallâhu ‘anhâ),

–         Yâ Resûlallah! Peki, melekler onları cehenneme ne şekilde götürür, diye sordu. Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi:

–         Erkekler sakallarından, kadınlar ise perçemlerinden ve zülüflerinden tu­tularak götürülür. Ümmetimden nice yaşlılar vardır ki, onlar sakallarından tutulup cehenneme sürüklenirken, “Eyvahlar olsun yaşlılığa! Eyvahlar olsun zayıflığa!” diye feryat ederler. Ümmetimden nice gençler vardır ki, onlar da

sakallarından tutulup cehenneme sürüklenirken, “Eyvahlar olsun gençlere ve nice güzel yüzlü kimseye!” diye bağrışırlar.

Yine ümmetimden nice kadınlar vardır ki, onlar saçlarından tutulup ce­henneme sürüklenirken, “Eyvah, rezil rüsva oldum. Üstüm başım açıldı, ör­tüm düştü!” diye feıyat ederler.

Onlar bu şekilde sürüklene sürüklene cehennem bekçisi Mâlik’in yanına kadar getirilir. Mâlik onlara bir bakar, sonra meleklere dönerek der ki:

–         Bunlar da kimler? Bana teslim edilen günahkârlar arasında bunlar kadar tuhaf olanlarını hiç görmedim; ne yüzleri kararmış, ne gözleri kaymış, ne de ağızları mühürlenmiş! Şeytanlarla yan yana bağlanmamışlar, boyunlarından zincirlere ve kelepçelere de vurulmamışlar!

Melekler Mâlik’e,

–         Bize, onları bu şekilde getirmemiz emredildi, derler. Mâlik bu getirilenlere dönerek,

–         Ey günahkârlar topluluğu! Sizler kimsiniz? diye sorar.

Haberin bir başka rivayetinde melekler bu kimseleri tutup götürürken, “Ey Muhammed! Bize yardım et!” diye seslenirlerdi. Fakat onlar, cehennem bekçisi Mâlik’i gördüklerinde onun heybetinden ötürü Hz. Muhammed’in is­mini unutuverirler. Mâlik kendilerine,

–         Siz kimsiniz? diye sorduğunda,

–         Bizler kendilerine Kur’an indirilen ve ramazan orucu tutan ümmetiz, diye cevap verirler.

Mâlik onlara,

–         Kur’an Hz. Muhammed’e indirilmiş bir kitaptır, der. Onlar Hz. Muhammed’in ismini duyunca,

–         Bizler Muhammed’in ümmetiyiz, diye bağırırlar. Ne var ki Mâlik onlara,

–         Tamam, ancak Kur’an’da sizleri Allah’a karşı gelmekten menedecek, gü­nahtan sakındıracak bir ayet yok muydu? diye itiraf ettirir mahiyette konu­şarak onları susturur.

Daha sonra atılmak üzere cehennem kenarına getirilirler. Onlar bir ateşe bakarlar, bir de zebanilere… Ardından Malik’e,

–         Ey Malik! Bize biraz mühlet ver de halimize ağlayalım, derler. Malik on­lara izin verir. Öyle ağlarlar ki, gözyaşları tükenir ve gözlerinden kanlar ak­maya başlar. Mâlik,

–         Eğer bu ağlama dünyadayken olsaydı ne güzel olurdu. Şayet dünyada iken Allah korkusundan dolayı ağlasaydımz bu gün cehennem ateşi size do­kunmazdı, der. Sonra zebânilere, onları ateşe atmalarını emreder. Zebâniler onları ateşe attıklarında hepsi birden, “Lâ ilâhe illallah” derler. Onların bu şekilde seslendiğini duyan cehennem, ateşini geriye çeker. Mâlik bu durum görünce,

–         Ey cehennem! Onları tut, bırakma, diye emir verir. Cehennem,

–         Nasıl tutabilirim ki, onlar “Lâ ilâhe illâllah” diyorlar, karşılığını verir. Mâlik,

–         Evet, öyle ama onlan ateşine almak zorundasın; zira Arş’ın sahibi yüce Allah’ın emri böyle, der. Bunun üzerine cehennem onları ateşine doğru çek­meye başlar. Ateş kimisinin ayağına, kiminin diz kapaklarına, kiminin be­line, kiminin de boğazına kadar yükselir. Ateş yüzlerine doğru çıkmaya baş­layınca Mâlik,

–         Onların yüzlerini yakma! Çünkü onlar dünyada nice kereler Rabbülale- mine secde etmişlerdir. Kalplerini de yakma! Zira onlar nice kereler rama­zan orucu tutarken susuz kalmışlardır, der.

Bu kimseler cehennemde Allah’ın dilediği müddet kadar kalırlar. Onlar bu azap içerisinde, “Yâ erhame’r-râhimîn! Yâ Hannân yâ Mennân! (Ey mer­hametlilerin en merhametlisi! Ey iyilik ve ihsan sahibi bizi kurtar!)” diye yal­varıp yakanrlar.

Allah Teâlâ böylece hükmünü icra ettikten sonra Cebrâil’e sorar:

–         Ey Cebrâil! Muhammed’in ümmetinin asileri, günahkârları ne durumda? diye sorar. Cebrâil,

–         Ey Allahım! Siz onlann durumunu herkesten daha iyi bilirsiniz, der. Al­lah Teâîâ,

–         Git ve onlar ne halde bir bak, diye emreder. Cebrâil Mâlik’in yanma va­rır. Mâlik cehennemin ortasında ateşten bir minber üzerinde oturmaktadır. Cebrâil’i görür görmez ona olan hürmetinden dolayı ayağa kalkar.

–         Ey Cebrâil! Seni buralara kadar girmene sebep olan şey nedir? diye so­rar. Cebrâil,

–         Muhammed ümmetinin büyük günah sahiplerinin ne durumda olduklarını öğrenmeye geldim, der. Mâlik,

–         Onların durumu gerçekten çok kötü! Kaldıkları yer pek dar! Ateş onların bedenlerini kavurdu, etlerini bitirdi. Sağlam olarak bir tek yüzleri ve kalpleri kaldı. Çünkü oralarda iman parıldıyordu, der. Cebrâil,

–         Üzerlerine kapatılan kapıyı kaldır da durumlarını bir göreyim, der.

Mâlik kapağın açılması için bekçilerden birine emir verir ve kapak açılır.

Oradakiler Cebrâil’i ve onun güzel şemailini gördüklerinde azap meleği ol­madığını anlarlar. Aralarında, “Bu kul da kimdir? Şimdiye kadar onun kadar güzel yaratılışlı birini görmemiştik” derler. Mâlik,

–         Bu Cebrail’dir. Muhammed’e vahiy getirirdi, diye Cebrâil’i tanıtır. Onlar Muhammed’in ismini duyunca hepsi bir ağızdan “Muhammed!” diye sesle­nirler. Cebrail’e,

–         Ona selâmımızı ilet. Günahlarımızın onunla bizim arasında bir engel ol­duğunu ve halimizin perişan olduğunu ona bildir, derler.

Cebrâil geri döner ve Rabbinin huzurunda bekler. Allah (celle celâiüh),

–         Muhammed ümmetini nasıl gördün? Ne haldeydiler? diye sorar. Cebrâil,

–         Ey Rabbim! Onların hali gerçekten çok perişandı. Yerleri ise dapdardı.

–         Peki, onlann senden bir isteği oldu mu?

–         Evet, Peygamberlerine selâmlarını göndermemi ve durumlarının kötü olduğunu bildirmemi istediler.

–         O halde git ve bunu ona ilet. Cebrâil hemen Hz. Muhammed’in (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) yanma geldi. Bu esnada Peygamber Efendimiz, her kapısı altın­dan iki büyük kanat kapıdan oluşan toplam dört bin kapısı bulunan sara- yındaydı. Ona,

–         Ey Muhammedi Buraya, cehennemde azap çekmekte olan büyük günah sahibi ümmetinin yanından geliyorum. Sana selâm gönderiyorlar. Hallerinin oldukça perişan, yerlerinin ise çok dar oluşunu haber veriyorlar, der.

Peygamber Efendimiz (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) bu haberi alır almaz hemen Arş’m altına gelir ve secdeye kapanır. Daha önce hiç kimsenin etmediği bir şekilde yüce mevlaya hamd ü senada bulunur. Allah Teâlâ,

–         Başını kaldır! Şimdi iste; çünkü ne istersen verilecektir. Şefaatçi ol; şefa­atin kabul olunacaktır, buyurur. Yüce Allah’ın bu buyruğunu üzerine Hz. Pey­gamber (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) şöyle der:

–         Ey Rabbim! Ümmetimin günahkârları hakkmdaki hükmünü yerine ge­tirdin. İsyanlarına karşılık cezalarını verdin. Bana onlar hakkında şefaat etme yetkisi ver. Allah Teâlâ Resûlü’nün bu talebi için şöyle buyurur:

–         Senin onlar hakkmdaki şefaat talebini kabul ettim. Şimdi onları çıkarmak üzere cehenneme git ve ümmetinden, “Lâ ilâhe illallah” diyen herkesi çıkar.

Allah Teâlâ’nm emri üzerine Hz. Muhammed (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) cehen­neme gider. Mâlik onu görünce hürmetinden ötürü hemen ayağa kalkar. Pey­gamber Efendimiz ona,

–         Ey Mâlik! Ümmetimin büyük günah işleyenleri nerede? Nasıllar? diye sorar. Mâlik,

–         Onların hali çok kötü! Kaldıkları yer de çok dar! diye cevap verir. Bunun üzerine Peygamberimiz ona,

–         Kapıyı aç! Onların olduğu bölümün kapağını kaldır, der. Kapaklar açılıp da cehennemlikler Peygamberimizi gördüğünde hepsi bir ağızdan,

–         Ey Muhammed! Ateş derilerimizi yaktı, kül etti. Ciğerlerimiz kurudu, derler.

Biraz sonra Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) onları cehennemden çıka­rır. Cehennem ateşi onları yiyip bitirmiş ve âdeta kömür gibi olmuşlardır. Resû-lullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) onları cennetin kapısının önündeki “Ha­yat” adlı bir nehrin kenarına getirir. Onlar bu nehre girip yıkanırlar. Oradan ak yüzlü ve sürme gözlü delikanlılar olarak çıkarlar. Almlarında, “Bunlar rahman olan Allah’ın cehennemden azat ettiği kimselerdir” yazılıdır. Daha sonra bu kimseler Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) ile birlikte cennete gi­rerler. Müslümanların cehennemden çıkarıldıklarını gören cehennemlik­ler (kafirler),

–        Keşke müslüman olsaymışız; şimdi biz de buradan çıkardık, derler. Nite­kim Allah (celle ceiâiüh) bunlar hakkında, “İnkâr edenler (dünyada nusrete, ahi- rette rahmete eren müslümanları gördüklerinde) zaman zaman, keşke biz de müslüman olsaydık, diye arzu ederler.”(Hicr 15/2) buyurmuştur.”