Mevlit Kandili Büyük Doğum (20 Nisan 571 M-15 Rebiülevvel)

By | 14 Mayıs 2015

mevlit-kandili-buyuk-dogum-20-nisan-571-m-15-rebiulevvel    Şam tarafına doğru gitmek üzere dört kişilik bir grup Mekke’den çıktı. Yolda insanlarla ilişkisini kesmiş, uzlete çekilmiş Allah’a ibadet eden bir rahibe rastladılar.
Dördü de bu rahiple konuşmak ve onu ziyaret etmek istedi. Rahipler bilgili insanlardı. Konuştukları sözler, ticaret ve eğlenceden başka bir şey bilmeyen Arapları dehşete düşürüyordu.
Rahibin yanma gittiler. Onunla konuşmak üzere oturdular. Rahip sordu:
– Nerelisiniz?
– Mekkeliyiz.
Allah sizin içinizden güçlü bir peygamber gönderecektir. Ona hemen itaat ediniz. Kendi zevklerinizi bırakarak onun sözlerine uyunuz.
Mekkeliler şaşkınlıkla ona bakarak sordular.
– Peki adı nedir?
– Muhammed.
Rahip tekrar ibadet yerine çekildi. Bu dört adam da oradan ayrılarak yollarına devam ettiler. Hep rahibin söylediğini düşünüyorlardı. Her biri de şayet Allah kendilerine bir erkek evlat verirse adını Muhammed koymaya karar verdi. Çünkü hepsi de bu beklenen peygamberin kendi soyundan olmasını istiyordu.

Abdülmuttalib, Kâbe’de uyuyordu. Rüyasında bir ağaç gördü. Ağaç büyüyerek ta gökyüzüne kadar yükseldi. Dallan doğuya batıya uzandı. Ağaçtan bir nur çıktı. Bu çok parlak bir nurdu. Arap ve Arap olmayan tüm insanların bu ağaca secde ediyorlar, ağaç gittikçe yükseliyor, büyüyor ve nuru artıyordu.
Kureyş’ten birtakım insanlar o ağacın dallarına yapışırken, bazılarının da o ağacı kesmeye uğraştıklarını gördü.
Ağaca yaklaştıkça güzel bir delikanlının kendini geride bıraktığını gördü. Abdülmuttalib elini kaldırdı. O ağaçtan almak istiyordu. Fakat hiçbir şey alamadı. Üzülerek uyandı.
Abdülmuttalib oturarak rüyasını düşünmeye başladı. Hiçbir şekilde de yorumlayamadı. Rüyasını yorumlamak için Kureyş’in meşhur kadın sihirbazına gitmeye karar verdi.
Araplar yola çıkacakları, evlenecekleri ve bir rüyayı yorumlatacakları zaman sihirbazlara giderlerdi.
Sihirbazın yanına girdiğinde, kadın sordu:
– Ne oldu, ey Kureyş’in Reisi, rengin değişmiş?
Abdülmuttalib:
– Beni korkutup şaşkına çeviren bir rüya gördüm, dedi.
Gördüğü rüyayı kadına anlattı. Bitirdiğinde kadın:
– Senin rüyanı anladım. Senin soyundan bir kişi çıkacak. Doğuya ve batıya hakim olacak. İnsanları kendi dininde toplayacak, dedi.
Abdülmuttalib büyük bir gönül rahatlığıyla döndü. Oğlu Ebu Talib ile karşılaşınca, ona rüyasını anlattı. Sihirbaz kadının dediklerini de söyledi. Sonra şöyle dedi:
– İnşaallah bu senin çocuğun olur, dedi.
Fakat Ebu Talib’in çocuğu bu beklenen çocuk değildi. O çocuk, Vehb’in kızı Amine’nin karnında taşıdığı çocuktu.

Amine hamileliği boyunca hiçbir yorgunluk hissetmemişti. Halbuki kadınlardan hamileliğin çok yorucu olduğunu duymuştu. Amine ise hiç böyle bir durumla karşılaşmadı.
Aylar geçti. Birçok rüyalar görmeye başladı. Bir seferinde, kendisinden bir nurun çıktığını gördü. O nurun ışığıyla Şam sarayları aydınlanıyordu.
Bir gece uykuya dalmıştı. Kendisine doğru bağıran bir ses duydu:
– Ey Amine, sen alemlerin en hayırlısına hamilesin. Onu doğurduğunda adını Muhammed koy. Bu durumu açığa vurma.
Amine uykusundan uyandı. Çevresine bakındı. ()dada hiçbir kimseyi bulamadı. Henüz uyumamıştı ki, yine aynı ses kulaklarına gelmeye başladı:
– Ey Amine, onu doğurduğunda adını Muhammed koy.
Amine başından geçenleri gizledi.
Doğum vakti geldi. Amine çok güzel temiz bir çocuk doğurdu. Abdülmuttalib’e haberci gönderdi.
Abdülmuttalib, Kâbe’de Mekke’nin ileri gelenleriyle oturuyordu. Haberci gelerek:
– Amine bir erkek çocuk doğurdu, dedi.
Abdülmuttalib sevinçle ayağa kalktı. Doğruca Amine’nin yanma gitti. Çocuğu kucağına alarak Kâbe’ye götürdü. Ardından çocuğu geri getirdi. Şöyle dedi:
– Ona Guşam adını verdim.
Abdülmuttalib’in Guşam adında bir çocuğu vardı. Dokuz sene önce ölmüştü. Amine’nin bir erkek çocuğu doğurduğunu duyunca ona Guşam ismini vererek, bu çok sevdiği oğlunun anısını yaşatmak istemişti.
Amine itiraz ederek:
– Bana rüyamda, “Muhammed” ismi koymamı emrettiler, dedi.
Abdiilmuttalib çocuğu göğsüne bastırarak öptü. Sonra da:
– Oğlunun büyük bir şeref sahibi olmasını diliyorum, dedi.

Yahudiler Medine’de Araplarla beraber yaşıyorlardı. Her zaman Araplara:
Biz bir peygamber bekliyoruz. O gelecek ve bütün insanlığı nura ulaştıracak, diyorlar ve bu peygamberin gelmesinin çok yakın olduğunu söyleyerek, Araplara üstünlük taslıyorlardı.
Hatta bazı Yahudi bilginleri Araplara:
– İşte, bu günler onun geliş günleridir, diyerek vakit belirtiyorlardı.
Muhammed (sav)’in doğduğu gece, Yahudiler yıldızlara bakıyorlardı. O geceye kadar görmedikleri bir yıldız gördüler. Bu yıldızın, yeni doğan peygamberin yıldızı olduğunu anlamışlardı.
Yahudiler hemen ayağa kalkarak yüksek sesle bağırmaya başladılar:
– Ey Yahudiler! Ey Yahudiler!..
İnsanlar toplandılar. Şaşkınlıkla ne olduğunu soruyorlardı:
– Ne oldu, ne oldu?
– Büyük bir şey oldu!
– Ne oldu, söyleyin ne oldu?
– Bu gece Ahmed’in yıldızı doğdu!
Yine aynı gece Yahudilerden bir grup Kureyş’li bir takım insanla karşılaştı. Sordular:
– Bu gün sizin kabilenizde bir çocuk doğdu mu?
Kureyş’liler şaşkınlıkla onlara bakarak:
– Bilmiyoruz, dediler.
Yahudiler.
– Bu sözümüzü unutmayınız. Bu gece tüm insanlığın peygamberi doğdu. Yahudiler Muham- med’i (sav) bekliyorlardı. Fakat Muhammed peygamberliğini ilan edince onu yalanladılar ve onun yoluna uymadılar.

Muhammed (sav)’in doğumundan yedi gün sonra Abdülmuttalib kurbanlar kestirdi.
Tüm Kureyş’in büyüklerini yemeğe davet etti. Hepsi toplanarak yemeklerini yediler. Muhammed’i onların yanına çıkardılar. Hepsi ona merhamet ve şefkatle baktı. Çünkü o bir yetimdi. Babası onun doğumunu görmeden ölmüştü.
Birisi sordu:
– Ey Ebu Haris, ona ne ad verdin?
Abdülmuttalib:
– Muhammed ismini verdim, dedi.
Bir diğeri şaşırarak:
– Nereden buldun bu Muhammed ismini? Bu isim ne babalarında var, ne de kavminde var, dedi.
Abdülmuttalib, Amine’nin rüyasında böyle bir isim koymakla emredildiğini gizlemek istiyordu. Şöyle dedi:
– Onun, gökte olan Allah’a çokça hamdetmesini, yerde olan insanların da onu çokça övmesini istediğimden böyle bir ad verdim.
İnsanlar dağıldılar. Hiçbiri bu, şefkatle, acıyarak okşadıkları çocuğun, insanları karanlıktan aydınlığa çıkarak peygamber olduğunu tahmin edememişti.
İbrahim in Allah’ın emriyle Kâbe’yi yaparken ettiği dua kabul olmuştu:
Ey Rabbim, bu insanlara kendi içlerinden bir peygamber gönder. O, insanlara Senin ayetlerini okusun. Onlara kitabı ve bilgiyi öğretsin, onları günahlarından arındırsın. Muhakkak ki Sen yüce ve Hakim’sin.”