İslam’a Davet

By | 3 Nisan 2015

İslam'a Davetİslam’a Davet

Ebu Bekre’den, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöy­le buyurdu: “Bu ayınız ve bu gününüzün haram kılındığı gibi, kanla­rınız, mallarınız, -(ravi) Muhammed dedi ki: Sanırım şöyle dedi- ırz­larınız da birbirinize haram kılınmıştır. Dikkat edin, hazır bulunanlar bulunmayanlarınıza bildirsin. ”(ravi) Muhammed şöyle diyordu: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem doğru söyledi, söylediği oldu. (Yani hazır olanların olmayanlara bildirmesi, insanlar bunu birbirlerine bil­dirip tebliğ etmişlerdir.) bundan sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem iki kere “Dikkat edin, tebliğ ettim mi?” buyurdu.

Vaaz

Veda Hutbesi, İslami ilimler açısından da, insan hakları açısından da manevi ve tarihi bir öneme sahiptir. 632 yılında Allah Rasûlü sallal­lahu aleyhi ve sellem tarafından buyrulan bu hutbe, İslam Toplumu ilk İnsan Hakları Belgesi olarak da kabul edilir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem son nefesine kadar insan­lara İslamı tebliğ etmiş ve Allah’a davet etmiş, kendinden sonra da ashabına davet etmeyi emretmiştir. Biz de bu hadis vesilesiyle daveti anlatmaya çalışacağız.

Davet; bir şeye meylettirme bir şeye olan rağbeti artırma işi­dir. Sizin herhangi birini İslâm’a davet etmeniz, onu İslâm’a eğilimli hale getirmeniz ve onun İslâm’a olan rağbetini artırmanız demektir. İslâm’a davetin söz ile sınırlandırılmaması da bundandır. Davet edi­lenlerin eğilim ve teşviki için davet sözlü yapıldığı gibi amel ile de ya­pılır. Demek oluyor ki “davet” hem davranışla hem de sözle yüklenil- melidir. Müslümanın davet ettiği şeyin canlı bir örneğini temsil etmesi, İslâm’ın gerçek sûretini apaçık bir şekilde beyan etmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

“Salih amelde bulunarak Allah’a davet eden ve ben müslümanım diyenden kim daha güzel sözlü olabilir?”

Diğer ayeti celîlede de; “İşte bunun için (Allah’a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”

Bu ifadeler davetçinin davet ettiği şey ile amel etmesinin davetten bir parça olduğunu göstermektedir.

Allah’a davet etmek elbette ki vacibtir. Davetçiyi Rabbına yaklaş­tıran bir ibadettir. Dünyada ve Ahirette Allah’ın davetçiyi yücelttiği ve makamının da yüce olduğu bilinmesi gereken bir hakikattir.

Allah’a davet peygamberlerin görevlerindendir. Zira bu vecîbe sayesinde Rablerinin dinlerini hayata geçirmeye imkân bulmuşlardır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a ibadet etsinler ve tağuttan sakınsınlar diye biz her ümmete bir Rasul (elçi) gönderdik.”

“Ey peygamber! Şüphesiz Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah’ın izniyle aydın bir yol (metod) ile Allah’a çağıran…”

İşte bu ve benzeri ayetlerde de belirtildiği üzere Allah Rasûlü sal­lallahu aleyhi ve sellem İslâm’ı tebliğ etti ve ümmetine nasihatta bu­lundu. Onları bu dünyada İslâm’a davet etmekle onların üzerine şahit olduğu gibi onları ve Allah’ı da davetine şahit kıldı. Allah Sübhanehu ve Teâla’yı şahit kıldığını Veda Hutbesinde sarf ettiği şu sözleriyle mü­şahede ediyoruz:

“Dikkat edin size tebliğ ettim mi? Allah’ım şahit ol.”

Allah’a davet, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den ümme­tine kalan mirastır. Eğer İslâm’ın muhafazasını ve devamını istiyorsak, davetin devamlılığını muhafaza etmemiz şarttır.

Çünkü İslâm’ın varlığını sağlayan davet olmadan İslâm’ın etkin bir şekilde varlığından bahsetmek mümkün olmaz.

Müslümanları karanlık ve bozuk fikirlerin etkisinden arındıran İslâm’a davet olmadan İslâm’a tabi olanların nefislerinde İslâm’ın arı ve duru olabileceği tasavvur bile edilemez.

İslâm’a davet olmadan İslâm’ın hayatta hakim olması düşünüle­mez.

İslâm’a davet olmadan İslâm’ın güçlü bir şekilde âleme yayılması düşünülemez.

Diğer bir ifadeyle; “davet” olmadan “din” ne kuvvet bulur, ne ya­yılır, ne kendisini koruyabilir, ne de Allah’ın insanlar üzerine inzal bu­yurduğu hücceti ikame edilmiş olur.

İslâm’a davet ile İslâm, geçmişteki izzetine ve gücüne kavuşur. Bu­gün bizler buna ne kadar da muhtacız.

İslâm’a davetle İslâm, tüm insanlar arasında yayılır. Din tamamen Allah’ın olur. Oysa bugün dünya buna ne kadar da muhtaçtır.

İslâm’a davetle müslümanların dayandıkları delilin ne kadar üs­tün olduğu ve kâfirlerin delillerinin de ne kadar çürük temellere da­yandığı ortaya çıkar. Artık İslâm’ı terk etmesi için hiçbir mazeretleri kalmaz. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

“İnsanların Allah’a karşı bir hüccetleri olmasın diye bir müjdeleyici ve uyarıcı Rasul (gönderdi). Allah aziz ve hakimdir.”

İslâm’a davet Müslümanlar arasındaki önemini işte buradan al­maktadır. Başta Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere ilk Müslümanlar hemen bu görevi yerine getirdiler. İslâm dinine olan hırsları nedeniyle İslâm’a davete de aynı hırsı, özeni gösterdiler. Ger­çek şu ki; İslâm’a davet olmasaydı İslâm bize ulaşmaz, milyonlarca in­san bu sahih akideden mahrum kalırdı. Belki de İslâm, yalnızca Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’le sınırlı kalırdı. Allah’ın Rasul’e in­zal buyurduğu ilk ayet olan “oku” ifadesi ile hem kendisi hem de diğer insanlar için okuması emredilmiştir. Yine Allah Rasûlü sallallahu aley­hi ve sellem’e inen ilk ayetlerden biri de: “kalk ve uyar” ayetidir.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in İslâm’a davet etmesiyle hem İslâm hem de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra bu hayırlı risaleti taşıyanların en hayırlısını oluşturan ilk Müslümanlar meydanda var olmuştur. Bu ilk müslümanların davetiyle İslâm, diğer insanlara intikal etmiştir. Böylece bu güne kadar dava sürmüş ve Kıya­met gününe kadar da sürecektir.

İslâm’a göre davet tıpkı suyun akması gibidir. Su akınca, her şeyi sular ve insanlara her hayrı verir. Fakat su akıtılmaya ve taşınmaya muhtaçtır. İslâm da böyledir. Hak din ve sahih düşünce olmasına rağ­men diğer yerlere akıtılmaya ve insanlara taşınmaya muhtaçtır. Böyle­ce Allah’ın rızasına tabi olanları sular ve hidayete erdirir.

İşte bu açıklamalardan sonra, İslâm ile İslâm’a davet etmek ara­sındaki bağın ne kadar önemli olduğu bariz şekilde görülmektedir.

Bu nedenle davet, İslâm’da önemli bir rükün ve hayati bir iştir. İslâm’ın gönüllerde yer edebilmesi ve yayılması için gerekli bir un­surdur. Davet, İslâm’ın doğuşu ile başlamıştır ve birlikte yürümüştür. Allah’ın yeryüzünün tamamını yok edeceği Kıyamet gününe kadar da devam edecektir. Bir bakıma onun süresi İslâm’ın ömrü kadardır.

Bu sebeple İslâm’a davet; müslümanların hayatlarında önem ka­zanmalı, en fazla önem verdikleri bir iş olmalıdır. Bu uğurda vakitleri­ni harcamaklar ve emek sarf etmelidirler.

Kur’an-ı Kerim, davet kelimesi yerine “tebliğ” kelimesini de kul­lanmıştır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“EyRasul, Rabbirıdan indirileni tebliğ et. Yapmazsan O’nun ri- saletini tebliğ etmiş sayılmazsın. Allah seni insanlardan koruya­caktır.”

Bu konuda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle bu­yurmaktadır:

“Ben bir ayeti okuduğum zaman onu tebliğ edin.”

Yine Kur’an-ı Kerim, davet kelimesi yerine insanlara karşı şahitlik yapma kelimesini kullanmıştır:

“Bu şekilde sizi vasat (seçkin) bir ümmet haline getirdi ki, in­sanlara şahit olasınız ve Rasul de size şahit olsun.”

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Mü’minler, yeryüzünde Allah’ın şahitleridir.”

“Şahit olan kimse burada bulunmayana tebliğ etsin.”

Vaazdan Öğrendiklerimiz:

Veda Hutbesi, İslami ilimler açısından da, insan hakları açısın­dan da manevi ve tarihi bir öneme sahiptir.
Davet; bir şeye meylettirme bir şeye olan rağbeti artırma işidir.
Sizin herhangi birini İslâm’a davet etmeniz, onu İslâm’a eğilimli hale getirmeniz ve onun İslâm’a olan rağbetini artırmanız demektir.
Davet edilenlerin eğilim ve teşviki için davet sözlü yapıldığı gibi amel ile de yapılır.
İslâm’a davet olmadan İslâm’ın hayatta hakim olması düşünü­lemez.
İslâm’a davet olmadan İslâm’ın güçlü bir şekilde âleme yayılma­sı düşünülemez.
İslâm’a göre davet tıpkı suyun akması gibidir. Su akınca, her şeyi sular ve insanlara her hayrı verir.
Müslümanları karanlık ve bozuk fikirlerin etkisinden arındıran İslâm’a davet olmadan İslâm’a tabi olanların nefislerinde İslâm’ın arı ve duru olabileceği tasavvur bile edilemez.