İslam’a Davet
Ebu Bekre’den, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bu ayınız ve bu gününüzün haram kılındığı gibi, kanlarınız, mallarınız, -(ravi) Muhammed dedi ki: Sanırım şöyle dedi- ırzlarınız da birbirinize haram kılınmıştır. Dikkat edin, hazır bulunanlar bulunmayanlarınıza bildirsin. ”(ravi) Muhammed şöyle diyordu: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem doğru söyledi, söylediği oldu. (Yani hazır olanların olmayanlara bildirmesi, insanlar bunu birbirlerine bildirip tebliğ etmişlerdir.) bundan sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem iki kere “Dikkat edin, tebliğ ettim mi?” buyurdu.
Vaaz
Veda Hutbesi, İslami ilimler açısından da, insan hakları açısından da manevi ve tarihi bir öneme sahiptir. 632 yılında Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem tarafından buyrulan bu hutbe, İslam Toplumu ilk İnsan Hakları Belgesi olarak da kabul edilir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem son nefesine kadar insanlara İslamı tebliğ etmiş ve Allah’a davet etmiş, kendinden sonra da ashabına davet etmeyi emretmiştir. Biz de bu hadis vesilesiyle daveti anlatmaya çalışacağız.
Davet; bir şeye meylettirme bir şeye olan rağbeti artırma işidir. Sizin herhangi birini İslâm’a davet etmeniz, onu İslâm’a eğilimli hale getirmeniz ve onun İslâm’a olan rağbetini artırmanız demektir. İslâm’a davetin söz ile sınırlandırılmaması da bundandır. Davet edilenlerin eğilim ve teşviki için davet sözlü yapıldığı gibi amel ile de yapılır. Demek oluyor ki “davet” hem davranışla hem de sözle yüklenil- melidir. Müslümanın davet ettiği şeyin canlı bir örneğini temsil etmesi, İslâm’ın gerçek sûretini apaçık bir şekilde beyan etmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Salih amelde bulunarak Allah’a davet eden ve ben müslümanım diyenden kim daha güzel sözlü olabilir?”
Diğer ayeti celîlede de; “İşte bunun için (Allah’a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”
Bu ifadeler davetçinin davet ettiği şey ile amel etmesinin davetten bir parça olduğunu göstermektedir.
Allah’a davet etmek elbette ki vacibtir. Davetçiyi Rabbına yaklaştıran bir ibadettir. Dünyada ve Ahirette Allah’ın davetçiyi yücelttiği ve makamının da yüce olduğu bilinmesi gereken bir hakikattir.
Allah’a davet peygamberlerin görevlerindendir. Zira bu vecîbe sayesinde Rablerinin dinlerini hayata geçirmeye imkân bulmuşlardır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a ibadet etsinler ve tağuttan sakınsınlar diye biz her ümmete bir Rasul (elçi) gönderdik.”
“Ey peygamber! Şüphesiz Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah’ın izniyle aydın bir yol (metod) ile Allah’a çağıran…”
İşte bu ve benzeri ayetlerde de belirtildiği üzere Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem İslâm’ı tebliğ etti ve ümmetine nasihatta bulundu. Onları bu dünyada İslâm’a davet etmekle onların üzerine şahit olduğu gibi onları ve Allah’ı da davetine şahit kıldı. Allah Sübhanehu ve Teâla’yı şahit kıldığını Veda Hutbesinde sarf ettiği şu sözleriyle müşahede ediyoruz:
“Dikkat edin size tebliğ ettim mi? Allah’ım şahit ol.”
Allah’a davet, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den ümmetine kalan mirastır. Eğer İslâm’ın muhafazasını ve devamını istiyorsak, davetin devamlılığını muhafaza etmemiz şarttır.
Çünkü İslâm’ın varlığını sağlayan davet olmadan İslâm’ın etkin bir şekilde varlığından bahsetmek mümkün olmaz.
Müslümanları karanlık ve bozuk fikirlerin etkisinden arındıran İslâm’a davet olmadan İslâm’a tabi olanların nefislerinde İslâm’ın arı ve duru olabileceği tasavvur bile edilemez.
İslâm’a davet olmadan İslâm’ın hayatta hakim olması düşünülemez.
İslâm’a davet olmadan İslâm’ın güçlü bir şekilde âleme yayılması düşünülemez.
Diğer bir ifadeyle; “davet” olmadan “din” ne kuvvet bulur, ne yayılır, ne kendisini koruyabilir, ne de Allah’ın insanlar üzerine inzal buyurduğu hücceti ikame edilmiş olur.
İslâm’a davet ile İslâm, geçmişteki izzetine ve gücüne kavuşur. Bugün bizler buna ne kadar da muhtacız.
İslâm’a davetle İslâm, tüm insanlar arasında yayılır. Din tamamen Allah’ın olur. Oysa bugün dünya buna ne kadar da muhtaçtır.
İslâm’a davetle müslümanların dayandıkları delilin ne kadar üstün olduğu ve kâfirlerin delillerinin de ne kadar çürük temellere dayandığı ortaya çıkar. Artık İslâm’ı terk etmesi için hiçbir mazeretleri kalmaz. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
“İnsanların Allah’a karşı bir hüccetleri olmasın diye bir müjdeleyici ve uyarıcı Rasul (gönderdi). Allah aziz ve hakimdir.”
İslâm’a davet Müslümanlar arasındaki önemini işte buradan almaktadır. Başta Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere ilk Müslümanlar hemen bu görevi yerine getirdiler. İslâm dinine olan hırsları nedeniyle İslâm’a davete de aynı hırsı, özeni gösterdiler. Gerçek şu ki; İslâm’a davet olmasaydı İslâm bize ulaşmaz, milyonlarca insan bu sahih akideden mahrum kalırdı. Belki de İslâm, yalnızca Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’le sınırlı kalırdı. Allah’ın Rasul’e inzal buyurduğu ilk ayet olan “oku” ifadesi ile hem kendisi hem de diğer insanlar için okuması emredilmiştir. Yine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e inen ilk ayetlerden biri de: “kalk ve uyar” ayetidir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in İslâm’a davet etmesiyle hem İslâm hem de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra bu hayırlı risaleti taşıyanların en hayırlısını oluşturan ilk Müslümanlar meydanda var olmuştur. Bu ilk müslümanların davetiyle İslâm, diğer insanlara intikal etmiştir. Böylece bu güne kadar dava sürmüş ve Kıyamet gününe kadar da sürecektir.
İslâm’a göre davet tıpkı suyun akması gibidir. Su akınca, her şeyi sular ve insanlara her hayrı verir. Fakat su akıtılmaya ve taşınmaya muhtaçtır. İslâm da böyledir. Hak din ve sahih düşünce olmasına rağmen diğer yerlere akıtılmaya ve insanlara taşınmaya muhtaçtır. Böylece Allah’ın rızasına tabi olanları sular ve hidayete erdirir.
İşte bu açıklamalardan sonra, İslâm ile İslâm’a davet etmek arasındaki bağın ne kadar önemli olduğu bariz şekilde görülmektedir.
Bu nedenle davet, İslâm’da önemli bir rükün ve hayati bir iştir. İslâm’ın gönüllerde yer edebilmesi ve yayılması için gerekli bir unsurdur. Davet, İslâm’ın doğuşu ile başlamıştır ve birlikte yürümüştür. Allah’ın yeryüzünün tamamını yok edeceği Kıyamet gününe kadar da devam edecektir. Bir bakıma onun süresi İslâm’ın ömrü kadardır.
Bu sebeple İslâm’a davet; müslümanların hayatlarında önem kazanmalı, en fazla önem verdikleri bir iş olmalıdır. Bu uğurda vakitlerini harcamaklar ve emek sarf etmelidirler.
Kur’an-ı Kerim, davet kelimesi yerine “tebliğ” kelimesini de kullanmıştır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“EyRasul, Rabbirıdan indirileni tebliğ et. Yapmazsan O’nun ri- saletini tebliğ etmiş sayılmazsın. Allah seni insanlardan koruyacaktır.”
Bu konuda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır:
“Ben bir ayeti okuduğum zaman onu tebliğ edin.”
Yine Kur’an-ı Kerim, davet kelimesi yerine insanlara karşı şahitlik yapma kelimesini kullanmıştır:
“Bu şekilde sizi vasat (seçkin) bir ümmet haline getirdi ki, insanlara şahit olasınız ve Rasul de size şahit olsun.”
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Mü’minler, yeryüzünde Allah’ın şahitleridir.”
“Şahit olan kimse burada bulunmayana tebliğ etsin.”
Vaazdan Öğrendiklerimiz:
Veda Hutbesi, İslami ilimler açısından da, insan hakları açısından da manevi ve tarihi bir öneme sahiptir.
Davet; bir şeye meylettirme bir şeye olan rağbeti artırma işidir.
Sizin herhangi birini İslâm’a davet etmeniz, onu İslâm’a eğilimli hale getirmeniz ve onun İslâm’a olan rağbetini artırmanız demektir.
Davet edilenlerin eğilim ve teşviki için davet sözlü yapıldığı gibi amel ile de yapılır.
İslâm’a davet olmadan İslâm’ın hayatta hakim olması düşünülemez.
İslâm’a davet olmadan İslâm’ın güçlü bir şekilde âleme yayılması düşünülemez.
İslâm’a göre davet tıpkı suyun akması gibidir. Su akınca, her şeyi sular ve insanlara her hayrı verir.
Müslümanları karanlık ve bozuk fikirlerin etkisinden arındıran İslâm’a davet olmadan İslâm’a tabi olanların nefislerinde İslâm’ın arı ve duru olabileceği tasavvur bile edilemez.