Hz. İbrahim,İsmail ve Hacer Hicaz Yolunda

By | 2 Mart 2015

hz-ibrahimismail-ve-hacer-hicaz-yolunda   Bu sırada Yüce Allah’tan ona bir vahiy geldi.
— Verdiğin karar yerindedir İbrahim? Oğlunun istenilmemesi senin gücüne gitmesin. Karın Sârâ’nın sana söylediği sözlerin hepsini dinle. Çünkü senin neslin doğacak oğlun İs- hak ile anılacaktır. Hâcer’in oğlunu da, İsmail’i de senin zürriyetinden olduğu için bir millet haline getireceğim. Yolunu sana Cebrail gösterecektir.
Hz. İbrahim, bu iki müjdeden sevinerek verdiği kararın Yüce Allah’ın dileğine uygun olduğunu gördü. Gece yatağına yattı. Kalbi ferahlamış olarak uyudu. Ertesi sabah erkenden uyandı. Bir torbanın içine birkaç günlük ekmek koydu. Bir tulum su doldurdu.
Şamlı köle Elyezir’e:
— Bunları bana yol kavşağına getir! Hâceri de bana gönder! dedi.
Hz. İbrahim, sonra Hâceri bekledi. Az sonra sevgili İsmail’in masum annesi gelince:
— Yâ Hâcer! dedi. Çocuğun İsmail’i hazırla! Bugün buradan ayrılıyoruz. Uzak… çok uzak yerlere gidiyoruz. Yol kavşağına gel!
Hâcer, ses çıkarmadı. Zaten oğlu İsmail henüz karnında iken Sârâ’mn ezasından çöllere kaçmamış mıydı? Artık bu kadının kıskançlığına tahammülü kalmamıştı.
— Peki! dedi.
İsmail’i kucağına aldı. Az sonra yol kavşağında su tulumu ile yiyecek heybelerini getiren köle Elyezir’nin yanındaydılar. Hz. İbrahim Hâcer’e:
— Haydi, yürüyelim! dedi.
Şimdi İsmail, Hâcer’in omuzları üstündeydi. Genç kadın onu taşıyordu. Hazret-i İbrahim de yiyecek torbasiyle su tulumunu götürüyordu.
Sârâ’nm katılaşmış kalbi bu ayrılıktan zerre kadar bir kaygı duymadı.
Hz. İbrahim karısı Hâcer ve oğlu İsmail birkaç gün sonra Gazze çöllerinden geçerek Biri şebâ vâhasına geldiler. Onlara yol gösteren, daima arkalarından gelip kendilerini gidecekleri yola süren Sakine adındaki bir rüzgârdı. Sert bir yeldi bu! Onları adeta uçuruyordu. Belki de Cebrail Aleyhisselâmdı bu!
Sıcak ve yorgunluk İsmail’i üzmüştü. Bırakıldığı kumların üzerinde ağlamaya başlamıştı.
Hâcer, çok üzgündü. Bakamıyordu oğluna. Daha ne kadar yürüyecekler, daha ne kadar gideceklerdi? Hz. İbrahim’e:
— Bu yolculuk ölümden beter! dedi. Nereye, nerelere götürüyorsun bizi…
Göz yaşlarını tutamadı. Ağlamaya başladı.
Birkaç yıl sonra kendisine Allah’ın elçiliği nasip olacak İsmail’in ise anası ağlıyordu.
Yıllar yılı sonra İsmail’in zürriyetinden gelecek, Allah’ın en sevgili kulu olacak, Ahir Zaman Peygamberi olarak dünyayı nurlandıracak olan Muhammed Mustafa (S.A.V.)’in en büyük annesi göz yaşları döküyordu.
Bu ağlayış gizli gizli iken hıçkırık halini aldı. Çölü bu hıçkırıklar sardı.
Çocuk İsmail ağlıyor, anne Hâcer ağlıyordu.
Hâcer:
—Yarab! Yarab! dedi. Benim ne günahım var?..
Sonra içinde İlâhî bir ses duyar gibi oldu. Bu ses ona:
— Ey Hâcer! dedi. Sana ne oldu böyle? Neden ağlayıp göz yaşları döküyorsun? Korkma sen! Çünkü Yüce Allah çocuğunun ağladığını işitti. Kalk, çocuğunu kaldır, kucağına al. Elinle ona yardım et. Çünkü onu ben büyük bir millet yapacağım!
Şimdi Hâcer’i büyük bir sevinç kaplamıştı. Bu ne büyük bir müjdeydi. Bu sırada durup dinlenmiş olan Hz. İbrahim de:
— Haydi, Hâcer, dedi… Kalk… Al çocuğunu omuzuna. Gene çöllere. gideceğimiz yollara düşelim.