Gereksiz Şeyleri Terk Etmek

By | 3 Kasım 2014

gereksiz-şeyleri-terketmeEbu Hureyre (radıyallâhuanh)’dan rivâyet edildiğine göre, Rasulullah (saliallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“Gereksiz şeyleri terk etmek, kişinin Müslümanlığının güzel olmasındandır.”
(Aliyyu’l-Kari’ye göre, “gereksiz şeyleri terk etmek/mâ lâ yani”den maksat; Müslümanın, kendisine yakışmayan söz, fiil, görüş ve düşünceyi bırakmasıdır, “gereksiz şeyleri terk etmek/mâ lâ yani”nin asıl mânâsı müslümanın din ve dünya açısından muhtaç olmadığı ve Allah’ın rızâsı bakımından yararlı olmayan şey demektir. Bu itibarla lüzumsuz konuşmalar ve gereksiz tüm fiil ve hareketler bunun kapsamı içindedir, demiştir.Gazzâlî de der ki: Söylediğin takdirde bir günâha girmen ve herhangi bir zarara uğraman sözkonusu olmayan tüm konuşmalar “Mâla yâni”nin içeriğine dâhildir. Meselâ bir cemaat, bir topluluk içinde oturduğun zaman yaptığın geziyi, bu gezide gördüğün dağları, nehirleri, giydiğin elbiseleri, yediğin yemekleri, görüştüğün iyi insanların yaptığı işleri anlatman tamamen gerçek biçimde olduğu takdirde normal bir konuşmadır. Bu konuşmayı yapmaman seni günâha sokmaz ve zarara uğratmaz. O halde böyle konuşma gereksizdir. Mâla yani türünden bir sözdür. Senin zamanını boşuna alır.”
Kısacası; haram, mekruh ve faydasız mubah şeyler söz olsun veya fiil ve hareket olsun hepsi Mâla yani olan şeylerdir. Müslümanın zamanını bu gibi şeylerle geçirmemesi onun olgun imân ve müslümanlığmın güzelliklerinden sayılır.
İmam Mâlik (rahmetullâhi aleyh)’ten rivâyet edilmiştir:
“Bana ulaştığına göre; Lokman’a:
– ‘Sen de gördüğümüz bu fazilete seni ulaştıran şey nedir?’ diye soruldu. Lokman:
– ‘Doğru konuşmak, emaneti yerine getirmek ve gereksiz işleri terk etmek’ diye cevap verdi.”
Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallâhu anh)’dan rivâyet edilmiştir:
“Rasulullah saliallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse, onu diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse, o zaman onu kalbiyle değiştirsin. Bu da, imanın en zayıf olanıdır.”
Maruf, şerîatın emrettiği ve serbest bıraktığı; Münker ise şerîatın yasakladığı şey demektir. Başka bir deyimle Kur’an ve sünnete uygun düşen şeye maruf; Allah’ın râzı olmadığı, inkâr edilmiş, haram ve günah olan şeye de münker denilir.
Yani marufu emretmek iman ve itaata çağırmak; münkerden sakındırmak ise Allah’a başkaldırmaya karşı durmaktır.
İslâm bilginleri, bir şeyden korkarak kötülüğe engel olmamanın âdeta o kötülüğü kabul etmek ve ona katılmak anlamına geldiğini; asıl korkunun Allah’tan korkmak olduğunu; iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemek görevinin eceli yaklaştırmadığını ve rızkı kesmediğini; ancak göz göre göre tâkat dışı belâya direnmenin de câiz olmadığını söylemişlerdir.
Marufu emretmek, münkerden sakındırmak görevini İslâm ümmeti içinden öncelikle âlim olanlar üstlenir; yoksa bu iş câhillere bırakılmaz. Çünkü câhiller her şeyi altüst ederler, kavram ve değer kargaşasına yol açarlar. Görevin yerine getirilmesinde ana ilke, her müslümanın ahirette hesap vereceğini bilmesi bilincidir.
Toplumlar genelde ikiye ayrılırlar: Maruf toplumlar, münker toplumlar. Müslü-manların, her münker toplumu maruf toplum, yani İslam’ın yaşandığı toplum haline getirmeleri fârz kılınmıştır.
Maruf, tek kelimeyle İslâm’ın kendisidir. Münker de, aslı itibariyle veya ahlâkı açıdan sadece kötü şeyler değil, tam anlamıyla İslâm’ın yasakladığı her şeydir. Yeryüzünün değişik yerlerinde, değişik şartlarda yasayan Müslümanlar için değişmeyen ölçü budur.
Marufun emredilmesi, münkerin yasaklanması meselesi, sadece bir fetvâ olayı değil; aile, hukuk, siyaset ve ekonominin her zaman iç içe geçmiş bir şekilde şerîatın gerekleri doğrultusunda savunulması ve yaşanması demektir.
Bir toplumda marûfu emreden, kötülükten sakındıranlar olmazsa giderek münker olan işler birer kural haline, bir yaşama biçimi haline gelirler. Şeytanlar hak ile bâtılı karıştmr, doğruyu bozarlar; insanlara Allah’ı unuttururlar. Böyle bir toplumda müslümanın tavnnı yine âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (saliallâhu aleyhi ve sellem)’in şu buyruğunda bulmak mümkündür:
“Sizde iki sarhoşluk ortaya çıkmadıkça Allah tarafından gelen hak din üzere devam edersiniz: Cehâlet sarhoşluğu ve dünyaya aşırı düşkünlük. Siz iyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve Allah yolunda cihad ederken içinizde dünya sevgisi oluşuverince iyiliği emretmez, kötülüğe engel olmaz ve Allah yolunda cihadı bırakırsınız. O gün Kitap ve sünnetin emirlerini yaymaya çalışanlar Ensâr ve Muhacirlerden İslâm’a ilk giren kimseler gibidirler.”
Bu manada gelen merfu’ bir hadis ise şu şekildedir:
“Rasulullah (sailallâhu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu işittim: Yüce Allah, aralarında kötülüğü görüp de onu engelleyecek güce sahip oldukları halde onu engelleme durumu olmadığı müddetçe özel bir ameli sebebiyle genele azab etmez. Bu kötülüğü işledikleri zaman, Allah, herkese azab eder.”
Cerîr b. Abdullah (radıyallâhu anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Rasulullah (sailallâhu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Herhangi bir kimse, bir toplum içerisinde bulunur ve o toplumda günahlar işlenir de ona engel olmaya güçleri yettiği halde engel olmazlarsa, onlar ölmeden önce Allah mutlaka onlara azabını gönderir.”Kötülüğe mani olmak; bundan sonraki hadiste geleceği gibi elle (fiili olarak durdurmak ve dille mani olmak ya da kalben buğzetmektir. Sorumluluk, kişinin gü-cünün yettiği derecede engelleme yapmadığı takdirde söz konusudur. Allah kimseye taşıyamayacağı yükü yüklemez.