Ebu Hureyre (radıyallâhu anh)’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“Şanı Yüce olan Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına inip:
– ‘Kim Bana dua ederse, onun duasını kabul ederim! Kim Benden bir şey isterse, istediğini ona veririm! Kim Benden bağışlanma dilerse, onu bağışlarım!’ buyurur.”
(“Nüzûl Hadisi” diye bilinen bu hadis, yirmi kadar sahabiden rivayet edil-miştir. Hadisin rivayetleri arasında bazı farklılıklar vardır. Bazılarında “gecenin ilk üçte biri geçtiği zaman iner”, bazılarında “gecenin yarısı yada üçte ikisi geçtiği zaman iner” bazılarında “gece yarısı yada gecenin son üçte birinde iner” ifadesi yer almaktadır.
Nevevî bu hadis hakkında şunları söylemektedir: “Bu, sıfat hadislerinden yani müteşabih hadislerdendir. Bunda âlimlerin iki mezhebi vardır: Biri selefin cumhuru ile bazı kelamcıların mezhebidir ki, onlar Allah’ın intikal, hareket ve diğer mahlûk alametleri olan mahlûk sıfatlarından tenzihini itikad ederek bunun Allah Teâlâ’ya yakışacak surette hak olduğuna, hakkımızda müteâref olan zahirinin kast edilmemiş olduğuna inanıp te’vîli hususunda söz etmezler.
İkincisi, birçok kelamcıların ve selef den bir takım cemaatlerin mezhebidir: On-lara göre bu gibi lafızlar; çeşitli yerlere göre ve lâyık olacak surette te’vîl olunur. Bu esas üzerinde olanlar bu hadisi iki türlü te’vîl ettiler: Biri Mâlik b. Enes ve diğerlerinin te’vilidir ki, hadisin manası; “Allah’ın rahmeti, emri yahut melekleri iner” demektir. Nitekim tâbi’ler hükümdarın emrini yerine getirdiklerinde, “sultan şöyle şöyle yaptı” denir. İkincisi bunun istiare üzere olmasıdır. Bunun da mânâsı Allah’ın dua edenlere icabet ve lütufla ikbâli ve teveccühüdür. Allah, yegâne bilendir.”
Selefi Salihin’in bir kısmı, bu tür müteşabih hadis ve ayetleri olduğu gibi kabul etmiş, bu tür müteşabihlerde geçen el, yüz, inmek gibi kelimelerin, yaratıklarda olan ele, yüze ve inmeye benzemediğini, fakat mahiyetini ancak Allah’ın bileceği bir inme, bir el ve yüz olduğunu söyleyerek icmalî bir te’vil yoluna gidip yüce Allah’ı mahlukatına benzetmekten, O’na keyfiyet ve kemiyet isnadından kaçınmışlardır.
Selefi salihinden sonra gelen müteahhirin alimlerine göre; bazı müteşabih ayet ve hadislerin, bazı hallerde İslam’ın genel çerçevesine, akla, Arap dili gramerine uygun, yüce Allah’a layık bir şekilde tafsilî olarak te’vil etmişlerdir.
Müteahhirin alimleri, bu yolu seçerken hiçbir şekilde selefin yolundan ayrılmayı düşünmemişlerdir. Ancak içinde bulunduklan şartlar onları buna zorlamıştır. Çünkü sahabe, Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile birlikteliğin verdiği bir imkânla bu tür konularda tereddütlere düşmekten oldukça uzaktı. Zamanla çeşitli mezheplerin ortaya çıkmasıyla ortam tamamen değişmiş ve bu tür nasları yüce Allah’a uygun bir şekilde, aklı tatmin edici ve müminleri zararlı akımların etkisinden koruyucu bir te’vil yoluna gitme zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Hatta bunlardan bazıları: “Eğer biz, selefi salihinin şartları içerisinde bulunmuş olsaydık, asla bu tür ihtilaflı konulara girmezdik” demişlerdir.
Bununla birlikte müteahhirin alimlerinin müdekkikleri, yaptıkları te’vilin, yegane ve en isabetli bir te’vil olduğunu söylemekten de kaçınmışlar ve “Bu kelimelerin en doğru manasını Allah bilir” demişlerdir.
İmam Mâlik, “nüzûl”u iki şekilde te’vil ettiği rivâyet edilmektedir:
1. “Allah’ın emri”, “rahmeti”, “melekleri nazil olur” demektir.
2. “Yüce Allah’ın duâ edenin duâsını kabul etmesi, O’na lütuf ve merhametle muamele etmesi” demektir.