“Allah’ı zikretmek büyük ibadettir.” (Ankebut/45) buyurmuş ve zikrin ehemmiyetini belirttikten sonra, zikirle şükrü beraber anmıştır. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, nimete nankörlük edenlerden olmayın!” (Bakara/152)
“Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir!” (Ali İmran/145)
Söylendiğine göre lânetlenmiş şeytan sıratı müstakimin üzerine oturdu. Burada “Sıratı Müstakim”den kasıt Allah’a şükretmektir. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“İnsanların çoğunu Allah’a şükretmez olarak bulursun!” (Araf/17)
Başka bir âyette de şöyle buyrulmaktadır:
“Kullarımdan şükredenler azdır.” (İbrahim/7)
Zira Allah beş şeyin bağışlanmasını kesin bir kayda bağlamıştır.
1) Zenginlik.
“Eğer geçim darlığından korkuyorsanız, Allah dilerse sizi kereminden (fazlından) zenginleştirir.” (Tevbe/28)
2) Rızık.
“Allah dilediklerini rızaklandırır!” (Bakara/212)
3) Bağışlamak.
“Allah (şirk koşunların) dışında dilediği herkesi bağışlar.” (Nisa/48,-116)
4) Tevbeleri kabul eder.
“Allah dilediğinin tevbesini kabul eder.” (Tevbe/15)
5) Şükretmek.
“Allah şükredenlerin karşılığını verendir!” (Teğabun/17)
Allah-u Teâlâ, şükür kelimesini cennet ehlinin, anahtar kelimesi yapmıştır. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Onlar dediler ki; Allah’a hamd olsun, onun va’dini doğruladık!”
(Zümer sûresi/74)
Diğer bir âyette şöyle buyrulmaktadır ki:
“Onlar dualarının sonunda da alemlerin Rabbine hamd olsun! derler.” (Yunus/10)
Rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah şükürle ilgili şöyle buyurmuştur:
“Yediği nimete şükreden, sabırla oruç tutan gibidir.”
Rivâyet edildiğine göre Ata (r.a.) Hz. Aişe’nin bulunduğu bir meclise girerek “Rasûlüllah (s.a.v.)’m seni şaşırtan bir halinden haber verir misin” diye sordu. Hz. Aişe (r.a.) ağladı ve dedi ki: “Onun hangi davranışı (hali) şaşırtıcı değil ki?” Bir gece gelerek, benimle yatağa girdi. Teni tenime değdiği zaman şöyle dedi: “Ey Ebu Bekir’in kızı bırak Allah’a ibadet edeyim.”
Ben dedim ki: “Senin yanında clmaktan hoşlanıyorum, ancak senin arzuna uymayı tercih ederim.” Kendisine izin verdikten sonra gitti abdest aldı. İbrikten abdest alırken suyu israf etmeden kullandı. Sonra namaza durarak ağladı. Göz yaşları göğsüne kadar ulaştı. Sonra rükûye gitti ve ağlamaya devam etti. Secde etti yine ağladı, başını secdeden kaldırınca yine ağlıyordu. Bu ağlamalı namazı sabaha kadar sürdü. Sonra Bilâl gelerek sabah ezanını okudu. Ben o esnada “Ey Allah’ın Elçisi seni böyle ağlatan nedir?” zira Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır” dedim.
O bana şöyle cevap verdi:
“— Allah’a şükreden bir kul olmıyayım mı?” Ben neden Allah’a şük- retmiyeyim!” dedi.
Allah şöyle buyuruyor:
“Onlar, ayakta, otururken, yanları üzerine hep Allah’ı anarlar!”
(Ali İmran/190)
Bu haber ağlamanın sürekliliğinin delilidir. Nitekim başka bir rivayette şöyle aktarılmaktadır:
“Peygamberlerden biri küçük bir taştan suların aktığını görür. Peygamber bu gördüğüne hayret edince, taş Allah’ın emriyle konuşur:
Taş der ki:
“— Ben Allah-u Teâlâ’mn “yakıtları insan ve taşlar olan o günden sakının!” âyetini işittiğimden beri ağlıyorum,” der.
Peygamber taşın cehennemden kurtulması için dua eder. Ve duası kabul edilerek taş cehennemden kurtulur. Bir müddet sonra, peygamber tekrar oradan geçerken yine ağladığını görünce şaşkına dönerek sorar:
“— Şimdi neden ağlıyorsun?”
Taş şöyle cevap verir:
“— Önceden korktuğum için gözyaşı döküyordum, şimdi sevinçten şükür gözyaşlarını döküyorum!” der.
İnsanların kalbleri taş gibi, hatta taştan daha katıdır. Bu katılık ancak korku ve şükür için akıtılacak gözyaşlarıyla yumuşar. Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“— Kıyamet günü, “Her halde Allah’a şükredenler ayağa kalksın diye seslenilir?” O esnada bir zümre kalkar ve onlar için bir bayrak açılır ve onun altında toplanarak cennete giderler!”
Diğer bir hadiste şöyle buyruldu:
“Şükür Allah’ın (rahmanın) elbisesidir (abasıdır).”
Eyüp (a.s.) şöyle bildirildi:
“— Ben dost kullarımdan, bana şükretmelerine karşılık onlardan razı oldum!”
Allah yine Eyyüp (a.s.)’a şöyle vahyetti ve sabredenlerin sıfatı hakkında şöyle buyurdu:
“Onların yeri (sabredenlerin) cennette Darû’l-Selâm’dır!”
“Onlar oraya girdiği zaman onlara şükrü vahyedeceğim. Zira en hayırlı söz şükürdür. Şükür ettikleri zaman bana nazarlarını çoğaltırım.”
Servet ve hazineler hakkında âyetler inince Ömer (r.a.) dedi ki:
“— Ey peygamber ne çeşit mallar edinelim?”
Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:
“— Sizden herbiriniz Allah’a şükreden bir dil ve onu doğrulayan kalpler edinsin!”
Zira peygamber (s.a.v) burada bize, Allah’a dili ve kalbi ile şükretmeyi öğütlemektedir ve mal yerine şükür tavsiye etmektedir.
İbni Mesud (r.a.) şöyle buyurdu:
“— Şükür imanm yarısıdır.”
Şükür, kalp, dil ve vücûdun organlarıyla yapılır;
1) Kalb ile şükür: “Kalb ile hayırlı, iyi şeylere meyi etmek, bütün canlılar için kalbde iyi düşünceler beslemektir.
2) Dil ile şükür. Şükrünü ifade eden kelime ve cümleleri kullanarak açıkça Allah’a şükretmektir.
3) Vücudun organlarıyla şükür: Allah’ın vermiş olduğu nimetleri Allah’ın yolunda, onu itaat ve ibâdet ederek, hayırlı işlerde kullanarak, Allah’a hiçbir şekilde asi olmamakla mümkün olur.
Bu durum işitilen her türlü çirkini, kulaklardan uzak tutarak (yani onu işitmemek), gözü bütün haramlardan sakınmak, ki bunlar organların şükrüdür. Dil ile Allah’ın nimetlerine açıkça şükretmek, bu organın şükrüdür. Zira dil Allah’a şükretmekle görevlidir.
Peygamber (s.a.v.) birisine şöyle sordu:
“— Sabaha nasıl çıktın?”
Adam “hayırla” diye cevap verince Peygamber (s.a.v.) soruyu tekrarladı:
Adam aynı cevabı verince peygamber (s.a.v.) üçüncü kere sordu. Adam “Hayırla! Allah’a şükürler olsun!” diye cevap verdi.
Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi:
“— İşte senden beklediğim cevap buydu.”
Eskiden müslümanlar birbirlerine soru sorarak, sözlü olarak tartışırlardı. Maksatları bu vesilelerle, Allah’a hamd etmekti. Riyâ ve gösteriş yapmayı içlerinden geçirmezlerdi. Zira soruyu soran da, cevap veren de, karşısındakini dinleme hoşgörüsü içinde ve sabrını gösterirdi. Bu durumdan sora sora adam ya şükreder, ya sabreder, ya da susardı.
Şükür, itaat ve ibadettir. Şikâyet etme ise isyandır. Ehli Hak bunu çirkin görmüştür. Sultanların sultanı olan Allah’ın katında nasıl suç olmasın. Herşey onun kudreti dahilinde ve herkes onun kuludur. Canlılar aslında aciz varlıklardır. Hiçbir şeye güçleri yetmez. Şayet kişi belâlara ve Allah’ın takdirine sabredemez; şikâyetçi olursa, uygun olan bu şikâyeti etmemek veya Allah’a şikâyet etmektir.
Zira belâları yok edecek yalnız Allah-u Teâlâ’dır. Dertleri Allah’a sunmak kulluk, başkalarına söylemek zillettir. Kulun kuldan yardım istemesi utanç vericidir. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Siz ancak, Allah’a değil, putlara tapıyorsunuz ve yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçekten Allah’ı bırakarak taptıklarınız, sizlere rızık vermeye güç yetiremezler.
“Öyleyse rızkı Allah’ın katında arayınız. O’na kulluk edin ve ona şükrediniz.” (Ankebut/17)
Diğer bir âyette:
“Allah’a kulluk etmeyip, yaptığınız putlar da sizin gibi yaratılmıştır. Şâyet iddianızda doğru iseniz, onları çağırın da isteklerinizi yerine getirsinler.” (Araf/194)
Dil ile ‘Allah’a hamd olsun’ demek şükür cümlesidir.
Rivayet edildiğine göre:
“Bir topluluk Hz. Ömer İbni Abdulaziz’i ziyaret ederler. İçlerinden genç birisi öne çıkarak konuşmak ister.
Hz. Ömer:
“— Yaşlılarınızdan birisi konuşsun!” der.
Genç:
“— Ey mü’minlerin halifesi, şayet mesele yaş meselesi olsaydı, müslü- manların içinde daha yaşlıları vardı, onun halife olması gerekirdi” dedi.
Halife bunu işitince gence:
“— Konuş” dedi.
Genç:
“— Biz sana ne seni özlediğimizden, ne de korktuğumuzdan dolayı geldik. Ancak senin bize yaptığın iyilik seni görme arzusunu meydana getirdi. İnsanlara adaletli davranmanız, içimizdeki kaygıları yok etti. İşte bunlardan dolayı size dillerimizle teşekkür etmek için geldik!” dedi ve oradan ayrıldılar.