Ölümün Dehşeti

By | 23 Ağustos 2014

namaz-kildiran-seccade

 

olum2Peygamber (s.a.v.) ölümün keder ve acısını, insanlara verdiği sıkıntıyı anarak şöyle dedi:

“— Ölümün verdiği acı, üçyüz kılıç darbesinin verdiği acı gibidir!”

Peygamber (s.a.v.)’e ölümün dehşetinden soruldu:

Peygamber (s.a.v.) şöyle cevap verdi:

“— Ölümün en hafifi, yün parçasında batmış olan pıtrak (demir dikeni) gibidir. Yün pıtraktan temizlenmek istendiğinde, şüphesiz pıtrak kendisiyle birlikte yünü de söker koparır!”

Peygamber (s.a.v.) bir hastayı ziyaret etti ve şöyle buyurdu:

“— Ben onun içinde yaşadığı durumu anlıyorum. Zira onun hiçbir da­marı yok ki, ölümün verdiği acıyı hissetmesin!”

Hz. Ali (k.v.) hep savaşa gidip şehit olmak isterdi ve mücahitlere şöyle seslenirdi:

“— İnsan savaşta ölmese de, sonuçta ölecektir. Allah’a yemin ederim ki, bence bin kılıç darbesi sonucu ölmek, döşekte ölmekten daha kolaydır.”

Evzai (k.s.) dedi ki:

“Bize verilen haberlere göre, ölü ceset, mezarda, kıyamete kadar ölü­mün verdiği dehşetin acısını hisseder.”

Saddat ibn-i Evs (k.s.)

“Mü’min için, dünya ve ahirette en dehşet verici korku, ölüm korkusu­dur. Zira ölüm; testerelerle biçilmekten, makaslarla kesilmekten, ve tencere­lerle kaynatılmaktan daha acı vericidir. ŞAyet bir ölü tekrar dünyaya gönde­rilse, onun ölüm hakkında vereceği bilgiler sonucu insanlar artık ne yiyebi­lirler, ne de uyuyabilirler.”

Rivayet edildiğine göre “Zeyd İbni Eşlem, (k.s.) babasının şöyle dedi­ğini söyledi: “Mü’min dünyada ulaşmak istediği bir dereceye ulaşamadığı zaman, ona ölümün verdiği acı verilerek onun sayesinde o dereceye ulaşır.” Şayet kâfirin yapmış olduğu bir iyilik karşılıksız olursa, onun ölümü acısız olur ki, o yaptığı iyiliğin karşılığını almış olsun!”

Rivayet edildiğine göre “bir kişi, devamlı ölüm döşeğindeki hastaları ziyaret ederek, ölümle ilgili soru sorarmış. Kendisi hastalanıp ölüm döşeğine yatınca bu kere ona “ölümü nasıl biliyorsun?” dediler. O şu cevabı verdi:

“— Adeta gökler yere inerek beni çiğniyorlar, benim canımı ise, iğne deliğinden zorla çıkarmaya çalışıyorlar!”

Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“— Ansızın gelen ölüm, mü’minler için rahatlık, günahkârlar için üzüntü vericidir.”

Mekhul (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rashulüllah (s.a.v.) şöyle bu­yurdu:

“— Şayet ölünün kıllarından bir kıl tanesi, gök ve yerdekilerin üzerine atılsaydı. Allah’ın izniyle şüphesiz onlar da, ölürlerdi. Ölüm neyin üzerine yazıldıysa, o ölür!”

Rivâyet edildiğine göre, ölümün verdiği acı dünya dağlarının üzerine bırakılsa, hepsini eritir.

Anlatıldığına göre ölümünden sonra Hz. Allah (c.c.) İbrahim (a.s.)’a:

“— Ey dostum ölümü nasıl buldun?” diye sorar.

İbrahim (a.s.) şöyle cevap verir:

“— Yaş bir yüne, sokulan sıcak bir demir şiş gibi.”

Bunun üzerine Allah-u Teâlâ şöyle der:

“— Biz sana ölümü kolaylaştırdık!”

Rivayet edildiğine göre Musa (a.s.) vefat edip ruhu Allah katına yükse­lince Allah-u Teâlâ Musa (a.s.)’ya sorar:

“— Ey Musa ölümü nasıl buldun?”

Musa (a.s.) şöyle cevap verir:

“— Kendimi bir tavada pişirilen, ölüp rahata kavuşamayan, ama, bu­lunduğum durumdan kurtulup uçamayan bir kuşa benzettim.”

Diğer bir rivayette Musa (a.s.) şöyle dedi:

“— Kendimi bir kasabın elinde derisi yüzülen koyun sandım…”

Rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) vefatı esnasında, yanında bir bardak su vardı. Elini bardaktaki suya sokarak yüzünü sıvazladıktan son­ra şöyle dua ediyordu: “Ey Rabbim bana ölümün vereceği azabı kolaylaştır.” O esnada Peygamber (s.a.v.) kızı Fatıma (r.a.) “Ah babacığım acı çekiyor” diyerek içini çekiyordu. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“— Bugünden sonra baban acı çekmiyecek!”

Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer (r.a.) Ka’ab Ahbar (r.a.)’a:

“— Ey Ka’ab bize ölümü anlat” dedi.

Ka’ab şöyle dedi:

“— Evet ölüm, her tarafı dikenli bir ağacın dalına benzer. Önce diken­ler teker teker batırılır ve sonra bunun hepsi güçlü bir kişi tarafından çekile­rek çıkarılır. Dikenler vücuttan et parçalarını kopararak çekip alır.”

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Kul ölümün verdiği acı sebebiyle ölüm sarhoşluğuna çare bulur. Or­ganları organlarıyla selâmlaşır ve biroirlerine şöyle seslenirler:

“Kıyamete kadar ayrılıyoruz” derler.

Bu anlattıklarımız, Allah’ın veli kullarının ölüm yatağında çektiği acı­lardır. Ya bizlerin durumu nasıl olacak? Zira bizler, dünya nimetlerine dalı­yor, ölümün sıkıntılarını unutuyor, devamlı günah işliyoruz. Ölümün üç sı­kıntısı vardır.

1)                        Ruhun bedenden ayrılırken hissedilen acısı. Bunu daha önce anlat­tık.

2)                        Ölüm meleğinin (Azrail’in) görüldüğü an insanı basan sıkıntının acı­sı… Şayet ölen kişi, canını teslim ederken, Azrail’in yüzünü görse, ona bak­maya güç yetiremez.

Rivayete göre İbrahim (a.s.) Azrail’e şöyle dedi:

“— Günahkâr bir kulun canını aldığın zaman yüzünü bana gösterir mi­sin?”

Azrail dedi ki:

“Buna bakmaya, senin gücün yetmez!”

İbrahim (a.s.) dedi ki:

“— Ona bakabilirim!”

Azrail:

“— Öyleyse yüzünü çevir” dedi. Hz. İbrahim yüzünü çevirdi, kısa bir müddet sonra ona baktığında, dehşet bir manzara ile karşı karşıya kaldı. “Azrail’in saçları diken diken, yukarı dikilmiş, çok pis kokulu, simsiyah elbi­se giymiş, ağız ve burnundan ateş fışkıran bir şekliyle gördü:

Hz. İbrahim (a.s.) bu manzara karşısında şöyle dedi:

“— Ey Azrail, ölüm anında günahkâra böyle görünmen ona işkence olarak yeterlidir.”

Ebu Hureyre (r.a.) dedi ki Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

Hz. Davud (a.s.) kıskanç bir kişiydi. Evden çıktığı zaman kapıları iyice kapatırdı. Birgün kapıları kapatıp çıktı. Davud’un hanımı evde yabancı bir erkeği görünce:

“— Bunu buraya kim aldı?” diyerek telaşlanmaya başladı. Kadın kendi kendine Davud gelirse, çok kötü olur, diyerek iyice sıkıntıya girdi. Bir müd­det sonra Davud (a.s.) geldiğinde adamı görünce:

“— Sen kimsin?” dedi.

Adam:

“— Ben meliklerden, sultanlardan korkmam, beni onlardan hiçbir per­de engelleyemez!” dedi.

Hz. Davud (a.s.):

“— Allah’a yemin olsun ki, sen Azrail’sin” dedi. Ve sonra kendi yerine giderek, elbiselere büründü ve oraya yığıldı.

Rivayet edildiğine göre İsa (a.s.) bir yerden geçerken, bir kafatasına rastlar ve ona ayağıyla vurduktan sonra:

“— Allah’ın izniyle konuş!” der.

Kafatası dile gelerek der ki:

“— Ey İsa, ben falan zamanın falan şöhretli kralıydım. O zaman ba-

şımda tacım, etrafımda bekçilerim, hizmetçilerim vardı. Büyük bir sarayda oturuyordum. Beklemediğim anda Azrail gelerek, bütün organlırımı tek tek benden ayırdı. Sonra ruhumu teslim ettim. Keşke, o bekçiler, hizmetçiler, saray benden uzak olsaydı. Bu öyle bir bela ki, buna ancak günahkârlar uğ­rar. Bu aynı zamanda Allah’ın buyruğunu tutanlar için iyi bir ibrettir. Pey­gamberler, ümmetlerine yalnızca, ölüm anındaki acıyı anlattılar. Ama, ölüm anında Azrâil’i görerek meydana gelen sıkıntıdan bahsetmediler. Şâyet bir kişi, Azrâili o şekliyle rüyada görse, ömür boyu keder ve hüzünden kurtula­maz. Peki ölüm anında görenin durumu nedir?

Allah’ın buyruğuna itaat edenler, Azrâil’i güzel bir şekilde görürler.

İklime İbn-i Abbas (r.a.) dedi ki:

İbrahim (a.s.) korkunç bir kişiydi. Kendine ait bir evi var orada, de­vamlı ibadet ederdi. Dışarı çıktığında kapıyı iyice kilitlerdi. Birgün kilitleyip çıktıktan sonra eve döndüğü zaman evde tanımadığı bir adam gördü. İbra­him (a.s.):

“— Sen benim evimde ne arıyorsun?” dedi.

O adam:

“— Beni evin sahibi içeri aldı.” dedi.

Hz. İbrahim (a.s.):

“— Evin sahibi benim” dedi.

Adam:

“— Benden ve senden daha fazla hak sahibi olan” dedi.

Hz. İbrahim (a.s.), onun melek olduğunu anlayınca:

“— Sen hangi meleksin?” diye sordu.

Adam:

“— Azrail’im!” dedi.

İbrahim (a.s.):

“— Mü’minin ruhunu teslim alırken ki, şeklini bana gösterir misin?”

Azrail:

“— Evet! Yüzünü çevir!” dedi. Hz. İbrahim yüzünü çevirdi. Bir müd­det sonra tekrar bakınca, genç bir delikanlı, çok güzel kokulu ve giyimli bir

kişi gördü.

Ve şöyle dedi:

“— Ey Azrail, mü’min ruhunu teslim ederken, sadece seni böyle gör­mesi yeterlidir.”

Kişiye ölüm anında sıkıntı verenlerden biri de, insanın yaptığı amelleri yazan meleklerin gösterilmesidir.

Rivayet olduğuna göre:

“— Bütün insanlar ölüm esnasında, amelleri yazan melekleri görürler. Şayet Allah’a itaat eden kimseyse, melekler ona şöyle seslenirler: “Allah’ın senin üzerindeki hayırları çok olsun. Zira bizi çok ilim, irfan doğruluk ve iyilik toplantılarında bulundurdun. Bizi birçok iyi amellerine şahit kıldın.”

Şayet ölen Allah’a isyan eden bir kimseyse ona şöyle seslenirler:

“— Allah senin hayırlarını kessin. Bizi hep çirkin yerlerde bulundur­dun. Bize hep kötü şeyleri yazdırdın. Senden dolayı hep çirkin sözler işittik, kötü şeyler gördük. Senin iyilik yaptığına dâir hiçbir şeye şahit olmadık.”

3- Ruhun teslim alınması esnasındaki üçüncü sıkıntı, günahkâr-ların, cehennemdeki yerlerini görmelerinden dolayı meydana gelen sıkıntıdır. Zira ölüm esnasında insanlar bütün güçlerini kaybederler. Ruhları bedenden çık­maya hazır vaziyete gelir. Fakat ölen kişinin ruhu Azrail’den iki şeyden biri­ni işitmedikçe, ruhunu teslim etmez.

Azrail: “Ey Allah’ın düşmanı!” diyerek cehennemle veya, ey Allah’ın dostu, diyerekte cennetle müjdeler. Ruh bunlardan birini işittikten sonra ce­setten çıkar. İşte bundan dolayı akıllı insanlar devamlı endişeli hareket eder­ler.

Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

“— Sizden biriniz gideceği yeri bilmeden, hatta cennet veya cehen­nemdeki yerlerini görmeden ruhunu teslim etmez.”