Ey kardeşim amellerin tartılacağı, amel defterlerinin uçuşacağı mahşer gününden gafil olma. İnsanlar mahşer günü sualden sonra üç ayrı gruba ayrılırlar:
1) Hiç iyiliği olmayanlar. Cehennemden siyah bir boyun uzanır. Kuşun yemi yuttuğu gibi, bunları yutar. Ateş onları yıpratarak çürütür. Burada onlara -aşağılandıkları- artık huzur bulamıyacaklarına dair sesler duyurulur.
2) Hiç kötülüğü olmayanlar. Bir nidacı onlara şöyle seslenir:
“Her durumda Allah’a şükredenler ayağa kalksın!” Onlar ayağa kalkarlar, sevinç ve mutluluk içinde cennetin yoluna tutarlar. Sonra bu seslenişin, geceleri ibâdet edenlere ait olduğu nida edilir. Bu seslenişle, alışverişte hile yapmayanlara ve Allah’ın buyruğundan ayrılmayanlara çağrıda bulunulur. Bu ikinci sınıf insanların, mutluluğa kavuştuklarını artık bundan böyle aşa- ğılanmıyacaklarını ifade ederler.
3) İyiliği ve kötülüğü beraber yapanlar (karıştıranlar): İnsanların çoğu bu grubtandır. İyilikleri mi yoksa kötülükleri mi çok olduğunu bilmezler. Ancak Allah kimin iyiliğinin, kimin kötülüğünün çok olduğunu bilendir. Fakat kullarının gözleri önüne sererek, onları karşılaştırma fırsatı verir, günahlarını bağışladığız aman, bu Allah’ın bir lûtfu, günahlarının cezasını verdiği zaman da bunun adâlet olduğunu bilsinler, diye bu halleri kullarına göstermek ister. Bundan sonra içinde günah ve sevaplar yazılı olan amel defterleri sağda solda uçuşurlar. Mizân (amelleri tartan terazi) kurulur, gözler amel defterleri sağa mı sola mı düşecek diye dikkatlice bakmaya başlarlar. Sonra gözleri terâzinin diline çevrilir, sevapları mı. günahları mı ağır basacak diye dikkatlice kollarlar. Bu an öyle korkulu ve tedirginlik veren andır ki, bütün canlıların aklı başlarından gider.
Haşan Basri (r.a.) şöyle rivayet etti:
“Peygamber (s.a.v.) birgün başını Hz. Aişe’nin dizine koymuş uyuyordu. O anda Hz. Aişe kıyâmet gününün durumunu hatırlıyarak ağladı. Gözyaşları Peygamber (s.a.v.) yüzüne damlamaya başlayınca uyandı ve şöyle dedi:
“— Niçin ağlıyorsun” (seni ağlatan sebep nedir?)
Hz. Aişe şöyle cevap verdi:
“— Kıyamet gününü hatırladım. Kişi kıyamet günü akrabalarım tanır
mı?”
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Allah’a yemin olsun ki. kişi kıyâmet günü üç yerde kendinden başka kimseyi düşünmez.”
1) Mizan esnasında insanoğlu sevapları mı günahları mı ağır gelecek diye pürdikkat ona bakarken.
2) Amel defterleri dağıtılırken, sağdan mı soldan mı verilecek diye onu beklerken.
3) Sırat köprüsünden geçerken…
Enes İbn-i Malik anlatıyor:
Kıyamet günü insanlar mizânın kefeleri önüne getirilerek dikilir başında bir muhafız melek bırakılır. Şayet günahlar ağır gelirse, o melek herkesin işiteceği şekilde şöyle seslenir:
“— Fılanoğlu filân aşağılananlardan olmuştur. Artık mutlu olamaz.”
Kişinin günahları ağır geldiği zaman. Zebaniler (Azap melekleri) o kişiye doğru yaklaşır. -Zebanilerin ellerinde demirden yapılmış topuz, üzerlerinde katranlara bulaşmış elbiseler vardır.- Cehennemlik olanları tutarak cehenneme götürürler.
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“— Kıyamet günü öyle bir gündür ki, Allah Hz. Adem (a.s.)’e şöyle nida eder:
“— Ey Adem kalk cehennemlikleri kaldır cehenneme gönder!”
Hz. Adem:
“— Cehenneme gidecekler ne kadardır?” diye sorar.
Allah şöyle buyurur:
“— Her bin kişiden dokuzyüz doksan dokuzu cehennemliktir!” buyurur.
Peygamberin arkadaşları bunu duyunca, öyle üzüldüler ki, adeta hiç gülmez çenelerini bıçak açmaz oldu. Peygamber ashabın bu durumu karşısında şöyle buyurdu:
“— İyi amellerinizi yapmaya devam ediniz; Allah’a yemin olsun ki, sizinle beraber iki halk gurubu vardır ki, onlar hangi devirde yaşasalar, o ümmetin sayısını insanların ve şeytanların ölüleri sayısından daha çok bir sayıya yükseltirler.
Sahabe:
“— Kimdir onlar?” dediler.
Peygamber:
YE’CÜC ve ME’CÜC’dur dediler.
“— Amellerinizi hakkıyla yapınız ve üzülmeyiniz, Allah’a yemin ederim ki. kıyamet günü siz, insanların içinde devenin vücudundaki küçük bir ben kadar kalacaksınız.
Ey zevale doğru giden, dünya nimetleriyle uğraşarak Allah’ın emirlerini unutan, nefsine uyan gafil kişi. Birgün terkedip gideceğin dünya düşüncelerini kafandan at, devamlı kalacağın sonsuz yaşıyacağın yeri düşün! Zira herkesin ateşe uğrayacağı ayetlerle açıklanmıştır.
“Herkes mutlaka oraya (cehenneme) uğrayacaktır. Bu Allah’ın kesin ve vacip hir kararıdır. Sonra muttakileri kurtarır, zalimleri orada diz üstü bırakırız.” (Meryem sûresi/71-72)
Birinci âyete göre cehenneme düşme ihtimâli çok yüksektir. İkinci âyete göre oradan kurtulma şüphelidir. Gönlünde içine düşeceğin o ateşin korkunçluğunu düşün! Umulur ki, kıyamet gününün dehşetinden oraya düşmüş insanların durumlarını düşünürde, oradan kurtulmak için hazırlıklar yaparsın. Kıyamet günü insanlar, üzüntü ve korkular içinde, haklarında şefaat veya son haberi beklerler. Günahkârların etrafını da öldürücü bir karanlık kaplar ve ateşin ürpertici sesini işitirler. Ateş öfkeden, çığlıklar atar. İşte bu anda, günahkârlar, hadisenin felâketini kavrarlar. Bütün insanlar dizüstü otururlar. İyiler dahi sonlarının kötüye çevrilmesinden korkarlar. Bu esnada zebânilerden bir tellâl şöyle seslenir:
“— Nerede, dünyada uzun emellere kanıp kötülüklerle ömrünü bitiren falan oğlu falan!.. Ellerinde demir topuzlar olan zebaniler onları yakalar, büyük tehditlerle azaba doğru götürür. Cehennem çukuruna başını eğerek şöyle derler:
“— Bu azabı tat! Zira sen kendini ululamakta idin!” (Duhan/49) Sonra Zebaniler onları alarak, kenarları dar, yolları karanlık, tehlikeli bir eve götürerek orada kalmalarını söylerler. Orada devamlı kalırlar. Yine orada ateş zaman zaman gadaplanır. Onların içecekleri kaynar sulardır. Bu insanların yeri cehennemde cahim denilen bir tabakadır. Zebâniler devamlı onları rezil rüsvâ ederler. Cehennem onları devamlı ateşinde toplar. Oradaki tek emelleri ölümdür. Halbuki onlara oradan kurtuluş yoktur. Ayakları bağlanır, günahlarından dolayı yüzleri, zift gibi kararır. Devamlı azabın dayanılmaz halinden figân ederler… Cehennem bekçisine derler ki:
“— Ey Malik, bizi azab yok etti. Ey Malik bize azap ağır geldi. Ey Malik derilerimiz yandı. Ey Malik bizi buradan çıkar, bir daha günâh işlemi- yeceğiz!”
Oradaki Zebâniler şöyle cevap verir:
“— Artık kurtuluş size kavuşamayacağınız kadar uzaktadır. Sizin bu a- şağılanmışların kaldığı evden çıkışınız imkânsızdır. Sorunuz, şayet oradan çıkarılmış olsaydınız, yasaklanmış kötülükleri yapmaya devam ederdiniz!”
Bu sözleri işitince bütün ümitlerini kaybederler. Dünyada Allah’a karşı işlemiş oldukları hatalardan dolayı pişmanlık duyarlar, üzülürler. Ancak, pişmanlıkları ve üzüntüleri onları kurtarmaya yetmez.
Yüzleri üzerine kapanırlar. Ateş onları altlarından, üstlerinden sağ ve soldan her taraflarından sarar. Ateşin içine gömülürler. Yiyecekleri, içecekleri, giyecekleri yatacakları herşey ateştir. Onlar ateş paçaları, katran göm
lekler, topuz darbeleri ve ateşten ağır zincirler arasında kalırlar. Cehennemin sıkıcılığı içinde debelenirler. Ezilir, bozulur, ateşten örtüler altında ızdırap çekerler. Ateş onları adetâ, bir tencereyi kaynattığı gibi kaynatır. “Ah vah” diyerek, yüksek seslerle bitmeyen figânlar ederler! Ölmek, yok olmak dilerler. Fakat her ölmek istedikleri an başlarından aşağı kaynar irinli sular boşaltılır. Bu kaynar su derileri ve içindekilerini eritir. Orada onlar için hazırlanmış demirden topuzlar vardır. Bunlarla alınları topuzlanır, ağızlarından kanlı irin akıtılır. Susuzluktan ciğerleri kurur. Gözbebekleri yanaklarına akar, yanaklarının etleri, saçları hatta derileri dökülür. Derileri her ne zaman yanıp döküldüğünde başka deri bitecek. Kemikleri etten ayrılacak, ruhlar sadece sinirlere ve damarlara tutunacak. Ruhlar ateşin ısısında kaynatılacak. Bunlarla birlikte ölmek istiyecekler, bu arzularına kavuşmaları mümkün olmayacak.
Bunlar cehennem ehlinin bazı durumlarıdır. Şimdi sen onların korkunç hallerini tafsilâtını cehennem vadilerinin korkunçluğunu düşün!
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“— Cehennemin yetmişbin va’disi vardır. Her va dinin yetmişbin kolu vardır. Her kolda yetmişbin büyük yılan ve akrep vardır. Kâfir ve miinâfıklar buraya düşmekten kurtulamazlar!”
Hz. Ali (k.v.) dedi ki, Peygamber (s.a.v.) bize şöyle buyurdu:
“— Hüzün çukurundan (vadisinden) Allah’a sığınınız!”
Sahabe:
“— Ey Allah’ın Rasûlü, hüzün çukuru nedir?” diye sordular.
Peygamber:
“— Cehennemde bir kuyudur. Cehennem günde yetmiş defa onun korkusundan Allah’a sığınır. Allah onu riyakâr ve gösterişçi alimler için hazırlamıştır.”
Bu dereler cehennemin eni ve va’dilerinin kollarıdırlar. Va’diler, dünya vadileri ve dünyadaki nefsi isteklerin sayıları kadardır. Kapılarının sayısı, kulun günah işlediği yedi organlarının toplamı kadardır. Bunlardan bazısı, bazısının üzerindedir. En üstündeki, azabı en hafif olan cehennemdir. Onun altında, Sekar, Lezzâ, Hutâme, Seir ve en altta da Haviye vardır.
Şimdi Haviye’nin derinliğine dikkat et. Dünyada nefsi isteklerse, uyma bir sonuç vermediği gibi. Haviye’nin de derinliği ve sınırları yoktur. Nasıl dünyâda bir ihtiyaç giderildikten sonra büyük bir ihtiyaç meydana geliyorsa, Haviye’nin biri bitince ondan daha büyük Haviye meydana geliyor.
Ebu Hüreyre (r.a.) dedi ki: “Bir gün Rasûlüllah (s.a.v.)’le birlikte oturuyorduk. Bir düşme sesi işittik. Rasûlüllah (s.a.v.): “Biliyor musunuz bu ne sesidir” dedi. Biz, “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir “dedik. Buyurdu ki:
“— Bu cehenneme yetmiş yıl önce atılmış bir taştır. Ancak şimdi dibine ulaştı!”
Cehennem va’dilerinde farklılıklar vardır. Zira ahirette insanların dereceleri arasında da farklılıklar vardır. Nasıl insanların dünya nimetlerine sarılmaları ve aldanmaları farklıysa, ateşin onlara tesiri de farklıdır. Dünyaya taparcasına sanlanlarla, ihtiyacı kadarıyla yetinenlerin azabı aynı değildir. Zira Allah kimseye asla zulmetmez. Cehennem ateşinde bulunan herkese eşit derecede sıkıntı vermez. Bilakis herkesin günahı kadar veya kötülüğü oranında sıkıntı verir. Yalnız bu azabın en hafifi dahi, korkunçtur. Zira insan ondan kurtulmak için dünyanın bütün hâzinelerine sahip olsa, onları verdiğinde kurtulacağını bilse, bir an dahi tereddüt etmeden verirde ondan kurtulmaya çalışır.
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“— Kıyâmet günü en hafif azab, kişiye iki takunya giydirilir, bu takunyanın sıcağından beyni kaynar!”
Azabı en hafif olanı, bir düşün! Ve en şiddetli olanla kıyasla. Her ne zaman cehennem azabının şiddetini sınamak istersen elini ateşe sok ve onunla kıyasla. Zira bu kıyasın da hatalıdır. Çünkü dünya ateşi, cehennem ateşi gibi değildir. Fakat dünyada en şiddetli azabı ateş verdiği için cehennem azabını bir parçacık böyle anlamak mümkündür. Ne yazık ki, cehen- nemdekiler, dünya ateşini bulsalar, içinde bulundukları azabdan kurtulmak için, onun içine gözlerini kırpmadan girerler. Bundan olmalı ki bazı haberlerde şöyle denir:
“— İnsanların dünyadaki ateşin karşısında durabilmekleri için bu ateş yetmiş kere rahmet suyu ile yıkanmıştır.”
Hz. Peygamber (s.a.v.) cehennemi tasvir ederek şöyle buyurdu:
“— Allah ateşin bin sene yakılmasını emretti ve ateş kıpkırmısı kesildi. Sonra bin yıl yine yakılmasını emretti. Ateş beyaza dönüştü. Sonra bin yıl yine yakıldı ve siyaha dönüştü. Şimdi o siyah ve zifiri karanlıktır.”
Cehennem ateşi, Allah’a şikayetçi olarak şöyle dedi:
“— Ey Rabbim, bir bölümüm diğer bölümümü yiyor. Allah cehennemin iki nefes almasına izin verdi. Birini kışın aldı, diğerini yazın aldı. Yazın gördüğünüz şiddetli sıcak onun hararetinden kışın gördüğünüz dondurucu soğuk onun soğuğundandır!”
Enes İbn-i Malik buyurdu ki:
“— Kıyamet günü kâfirlerin dünya nimetlerinden en çok faydalananı getirilerek ona “onu bir defa ateşe daldırın” denir. O ateşe daldırıldıktan sonra ona “hiç nimet gördün mü?” diye sorulur. O “Hayır” der.
Sonra dünyada ençok sıkıntı çeken getirilerek ona “onu cennete koyun” denir. Cennete konduktan sonra ona “hiç sıkıntı çektin mi?” diye sorulur. O “Hayır” der.
Ebu Hureyre (r.a.) dedi ki:
“— Şayet bir camide yüzbin veya daha fazla insan toplanmış olsa ve onların üzerine cehennemliklerden birinin bir nefesi salınsa hepsi yanar ölürdü.”
“Cehennem ateşi onların yüzlerini kavurup yakacaktır.” (Mü’mi- nûn sûresi/104)
Bazı alimler bu ayet hakkında şöyle dediler:
“— Ateş onlara öyle bir çarpışla çarpar ki, kemikleri üzerinde et bırakmaz. Sonra vücutlarından akan kan ve irin bastıkları yerde birikir ve onların içinde boğulurlar.”
Ebu Said (r.a.) dedi ki: Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“— Şayet cehennemliklerden birinin vücudundan akan kanlar içinden bir kova dünyaya dökülseydi. bütün dünyayı kokuturdu.”
İşte kanlı irinler, cehennemliklerin içeceğidir. “Cehennemde su denildiği zaman kendilerine kanlı irin su diye sunulur. Öyle ki, onu zorla içmeye Çalışır, takat boğazlarından aşağı inmez. Her tarafından ona ölüm yaklaşır.
şöyle buyurdu: “susadıklarında, içmek isteğıylı irinli suya yaklaşırlar yalnız tiksinirler. Ona yaklaştıklarında yüzleri dağlanır, başlarının derisi soyulur. Onu içtikleri anda, bağırsakları parça parça olup akıp dübürlerinden çıkar…
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“(Cennettekilerin durumu ile) cehennem azabına uğratılan ve kendilerine içecek olarak irinli su verilerek içleri parçalananlar bir olur mu?” (Muhammed/15)
Diğer bir âyette şöyle buyrulmaktadır:
“Onlar susuzluk içinde kıvranır yardım isterlerken, kaynamış ve kaynıya kaynıya katılaşmış kalın bir su verilir.” (Kehf sûresi/29)
Bunlar acıktıkları ve susadıkları zamanki besinleridir. Şimdi bundan sonra, cehennem yılanlarının, ? kreplerinin korkunç hayvanların zehirleri ve verdikleri azaplara bak!.. Bu yılan ve akrepler, cehennemliklerin üzerine kışkırtılarak salınır, onları sokmak ve ısırmaktan bir an dahi geri çekilmezler.
Ebu Hureyre (r.a.) dedi ki Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“— Malının zekâtını vermeyen kişiye, kıyâmet günü, malları gözünün üstünde kuvvetli iki yılan haline getirilir. Bu yılanlar mal sahibinin boynuna sarılır ve ağzından yakalıyaı ak şöyle der:
“Ben senin malların ve biriktirdiğin hâzinelerim.” Sonra Allah Rasûlü şu âyeti okudu:
“Allah’ın vermiş olduğu nimeterde cimrilik yapanlar kendilerinin baklan var olduğunu sanmasınlar.’ (Ali îmran/180)
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Cehennemde adeta deve boynu kalınlığında nice yılanlar vardır ki bir sokarsalar acısı kırk yıl devam eder. Yine cehennemde nice akrepler var ki, bir soktukları zaman acısı kırk yıl sürer!..”
Cehennemde bu yılan ve akrepler, dünyada cimri ve çirkin huylu olanların ve insanlara haksızlık edenlerin üzerlerine bırakılır. Kim dünya hayatında bu çirkin huylardan arınırsa, ahirette de yılan ve akreplerin azabından kurtulur. Hakkı verilmeyen mal kıyamet günü yılan ve akrebe dönüşür.
Bunlar yetmiyormuş gibi, celıennemdekilerin vücutlarının büyütülmesini düşün. Zira Allah cehennemliklerin boylarını ve enlerini büyütecektir.
Böylelikle çektikleri azap ta çoğaltılmış olur. Ateşin yakışı, yılanın sokuşu, akrebin ısırışını vücut organlarının hepsi bir anda hisseder.
Ebu Hureyre Rasûlüllah (s.a.v.)’den şöyle rivayet ediyor:
“Cehennemde kâfirin dişinin büyüklüğü, Uhud dağı kadardır. Derisinin kalınlığı ise, üç adam boyuna denktir.”
Diğer bir hadiste Rasûlüllah şöyle buyurmaktadır:
“Cehennemde kâfirlerin alt dudakları, göğüslerinin üzerine sarkar. Üst dudakları yukarı kalkık ve yüzleri simsiyahtır.”
Kıyamet günü cehennemde, kâfirin dili öyle uzatılır ki herkes onu çiğ- niyerek geçer. Vücutları çok büyük olmasına rağmen ateş onları devamlı yakar. Her yakışta deriler ve etler yenilenir.
“Deriler pişirilip, işkencelere doymaları için, derileri yenilenir,” (Nisa/56)
Haşan Basri (r.a.) bu âyet hakkında şöyle demektedir:
“— Ateş onları hergiin yetmişbin kez yer. Her yemenin arkasında onlara “Geri dönünüz!” şeklinde hitap edilir. Onlar da önceki duruma dönerler…”
Bunlardan başka olarak, cehennemliklerin, ağlayıp, figân edişlerini düşün. Bu figân edişler onların cehenneme ilk atıldıkları zamandan itibaren başlar.
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“— Kıyamet günü cehennem yetmiş bin yularla çekilerek getirilir, her yularda da yetmiş bin melek vardır.”
Enes (r.a.) dedi ki: Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kıyamet günü cehennemlikleri öyle bir ağlama tutar ki, adeta gözyaşları bitinceye kadar ağlarlar. Göz yaşları tükenince kan ağlamaya başlarlar. Yüzlerinde bir yarık ve çatlak meydana gelinceye kadar kan ağlarlar. Şayet gemiler serbest bırakılsa, gemiler onların üzerinde yürürler. Kendilerine ügân etmeleri için izin verildiği süre içinde durmadan figân ederler. Onlar için figânlarda bir rahatlama olduğu zaman kendilerine figân etmeleri de yasaklanır.”
Muhammed İbn-i Kaab dedi ki:
“Cehennemlikler beş defa Allah’ı çağırırlar. Allah onların dört çağrış- larına cevap verir. Zira beşinciye gelince, ondan sonra sonsuza kadar konuşmazlar ve şöyle derler:
“Ey Rabbimiz, bizi iki kez öldürdün iki kez dirilttin. Şimdi günahlarımızı itiraf ettik. Bizim için kurtuluş yolu var mı?” (Mü min,…)
Allah-u Teâlâ da şöyle karşılık verir:
“Bunun sebebi Allah’ın birliği onaylanıp dua edildiği zaman siz küfrettiniz. Ona ortak koşulduğunda hep doğruladınız! Artık hüküm yüce olan Allah’ındır.” (Mü’min sûresi/12)
Onlar bu cevaba karşılık:
“Ey Rabbimiz gördük, işittik, bizi tekrar dünyaya gönder iyi amel işliyenlerden olacağız. Zira artık şüphesiz inananlardanız.”
Allah şöyle cevap verir:
“Sizler daha önce dünyada “hiçbir zeval yoktur” diye yemin etmediniz mi?” (İbrahim sûresi/44)
Onlar derler ki:
“Rabbimiz bizi şu bulunduğumuz durumdan kurtar, yapmakta devam ettiğimizden, çok farklı olarak iyi ameller yapacağız.” (Fatır/37) derler de, Allah onlara şöyle cevap verir:
“Size doğru düşünecek kadar zaman, öğütleri anlayacak bir ömür vermedik mi? Sizi azapla korkutan peygamberler de gelmişti. Şimdi o azabı tadın. Haksızlık yapanlar için hiçbir yardımcı yoktur.” (fatır/37)
Allah’ın bu cevapları karşısında artık hiç konuşmazlar. Bu işkencenin en şiddetlisidir.
Malik ibni Enes, dedi ki. Zeyd İbn-i Eşlem “Şimdi figân etsek de sız- lansak da birdir. Artık bizim için sığınak yoktur” ayetinin meali için şöyle dedi:
“Yüz yıl sabreder, beklerler, sonra yüz yıl ağlayıp figân ederler. Sonra tekrar yüz yıl sabrederler ve sonunda şöyle derler: Şimdi figân etsek te sab- retsek te birdir.”
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kıyamet günü ölüm iyi beslenmiş bir koç gibi getirilir. Cennet ile cehennem arasında kesilir ve şöyle denir:
“Ey cennet ve cehennemdekiler, artık ebedî ve ölümsüzsünüz.”
Hasan Basri (r.a.) şöyle dedi:
“Cehennemde bin yıl azap çektikten sonra birisi çıkacak, keşke o ben olsam.”
Haşan Basri (r.a.) bir köşede oturmuş ağlarken gördüler.
“— Ey şeyh niçin ağlıyorsun” dediler.
Şöyle cevap verdi:
“— Cehenneme girdikten sonra kendi halime bırakılmaktan korkuyorum!”
Buraya kadar, özetle cehennem azabını anlatmaya çalıştık. Cehennem azabının verdiği hüzünlerin, dertlerin, zorlukların ve hasretin sınırı yoktur. Onlar için en büyük bela, girdikleri cehennem azabıyla birlikte mahrum oldukları cennet hayatıdır. Allah’ın cemalini görememe, onun rızasına nail olamamadan daha büyük bela var mıdı’r? Bütün bu kayıpları, dünyada değersiz bir nimet karşısında sattıklarım bilince iyice dertleri artacaktır. Zira onlar cennetin nimetlerini dünyalık biranlık nefislerine uymanın sonucu kaybettiler.
Onlar kendi kendilerine:
“— Ah kendimize yazık ettik. Nasıl oldu da Allah’a isyan ederek kendimize azab ettik. Neden kısa olan dünya hayatımızda nefsi isteklerimize sabretmedik te, Allah’ın emirlerine uymadık. Şayet sabrederek Allah’ın buyruklarını tutsaydık. dünya hayatı bitmiş, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış, onun nimetleri içinde ona komşu olmuştuk!”
Ne yazık o kişilere ki. herşeylerini yitirirler, cehenneme manız kalırlar, dünyadaki nimetleri ve sevdikleri de ellerinden çıkar.
Şayet bu insanlar, cennetin nimetlerini görmeseler, hasret ve pişmanlıkları bu kadar büyük olmaz. Zira cennet nimetleri onlara bütün görkemiyle gösterilir.
Rasıılüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kıyamet günü bazı insanlar cehennemden çıkarılarak, cennete doğru götürülür. Tanı cennete yaklaştıkları anda, onun güzel kokularını koklarlar, cennetteki köşkleri ve Allah’ın cennetliklere hazırladığı nimetleri görünce, onlara şöyle denir: “Onları oradan uzaklaştırın. Onların burada bekleme haklan yoktur!”
Bu sözleri işittikten sonra, hasretle oradan ayrılırlar ve şöyle derler:
“— Ey Rabbimiz, bize cenneti ve dostlarına hazırladıklarını göstermeden cehenneme koysaydın. O zaman bizim için daha rahat olurdu!”
Allah onlara şöyle cevap verir:
“— Bunu böyle yapmayı ben diledim. Siz kendi kendinize bırakıldığınız zaman, bana ortak koşuyor, insanlara kibirli davranıyor, ve riyakârlık ediyordunuz. İnsanlardan çekiniyor, fakat benden çekinmiyordunuz. İnsanlara saygı gösteriyor, bana saygı göstermiyordunuz. İnsanlardan korktuğunuz için yapmak istediklerinizi terk ediyor, ama benim için hiç bir şey terk etmiyordunuz. Bugün bunlardan dolayı sizlere elem verici azabı tattıracağım!”
Ahmet İbni Haıb dedi ki:
“Biz insanlar o kadar gafiliz ki; gölgeyi güneşe yeğlediğimiz halde, cenneti, cehenneme tercih etmeyiz.”
Hz. İsa (a.s.) şöyle buyurdu:
“— Nice sağlıklı vücut, güzel yüz, güzel konuşan dil var ki, yarın hepsi cehennemde azab görürler.”
Davud Tâi (r.a.) Allah’a şöyle nidada bulundu:
“— Ey Allah’ım, ben senin güneşinin sıcağına dayanamıyorum, cehennem ateşinin çıkardığı sıcaklığa nasıl dayanacağım? Ben senin rahmetinin çıkardığı gürültüye tahammül edemiyorum. Ya azabının çıkarttığı sese nasıl dayanırım.”
Ey miskin, bu korkulu durumları iyi düşün! Allah bütün korkularıyla birlikte cehennemi yarattı. Cehennemlikler ne artar ne azalır. Onun hakkında kesin hüküm verilmiştir. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Sen onları mahşerin dehşetiyle ve pişmanlıklarla uyar. Zira onlar hâlâ gaflet içindeler ve inanmıyorlar.” (Meryem, 39)
Bence bu ayetle, kıyamet gününü ve hatta ezeldeki hükmü işaret etmektedir. Zira önceden hüküm veri, en şeyin, o gün açığa çıkması mukadderdir.
Şayet “Ne olurdu, yolumu, sonucumu ve hakkımda verilen hükmü bilseydim” diyorsan, senin için bazı kurallar vardı. Onlara dikkat eder, kendi durumunu bilirdin. Durumuna ve amellerine bakarsan anlarsın. Zira herkes kendisi için yaratılanı yapar. Şayet hayır amel yapman nasib olursa, sana müjdeler olsun. Cehennemden uzaksın.
Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz iyiler Cennetin naim tabakasına, kötüler elbette Cehennem ateşine atılacaktır.” (İnfitar/13-14)
Kendini bu iki ayetin hükmüne göre kıyasla. Dünya ve âhiret hayatındaki yerini öğrenmiş olursun. Herşeyin en doğrusunu Allah bilir.