Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Kürsî, yerleri ve gökleri kaplar.”
Müfessirler, ‘Kürsî’ kelimesini açıklarken, Allah’ın ilminden mecazdır dediler. Sofiler ise, Allah’ın mülkü ve alimlerce bilinen “gök cisimleri” olarak yorumladı. Hz. Ali (k.v.)’den rivayet edildiğine göre; Kürsi, parlak inciden yaratılmış, üzerine, uzunluğunu Allah’tan başka kimse bilemez yazılmıştır.
İbni Mace’nin rivayet ettiğine göre: “Gökler, kürsinin boşluğundadır, kürsü de arşın ortasındadır.” denilmiştir.
İkrime (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
“Güneş nuru, kürsinin yetmişte birinin ışığı kadardır. Arş da perdelerinin yetmişte biri kadardır.
Rivayet edildiğine göre: Kûrsî’yi taşıyan melekler ile Arş’ı taşıyan melekler arasında yetmiş karanlık perde, yetmiş aydınlık perde vardır.
Her perdenin arasında beşyüz yıllık bir mesafe vardır. Şayet bu aralık ve perdeler olmasaydı Kûrsî’yi taşıyan melekler yanardı.
Haşan Basri:
Arşın kûrsî’nin üzerinde nuranı varlık olduğu görüşüne katılmasa da, bunda ihtilaf yoktur. Denildiğine göre. Arş, kırmızı yakuttandır, yeşil bir cevherden veya içinden daha beyaz veya ilk ışıktan yaratılmıştır. Bu konuda kesin konuşma yerine susmayı tercih etmek daha uygun olur.
Astrologlar, arşa, dokuzuncu gezegen veya en yüksek gezegen, feleklerin feleği, atlas feleği, gibi isimler vermiştir. Klasik kozmologlara göre “burçlar feleği, sekizinci gezegen olarak isimlendirilir…”
Din bilginlerine göre, arş ve kürsî, yaratılmışların son hudududur. Onları anlamak ve anlamaya çalışmak imkansızdır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır.
“O (insanlar) senden yüz çevirirlerse, de ki, “bana Allah’tan başka ilah olmayan Allah, vekil olarak yeter!” O büyük arşın rabbidir.” (Tev- be/139)
Allah arşı, büyüklükle sıfatlandırmıştır. Zira o, yaratılmışların en büyüğüdür.
Ayetteki tevekkülü, peygamber (s.a.v.) Tevrat ve diğer semavi kitaplarda, tevekkül eden olarak sunulmaktadır. Çünkü tevekkül, Allah’ın birliği ve O’nu tanımanın sonucudur. Rasûlüllah (s.a.v.) Allah’ı birliyenlerin efendisi, ariflerin başkamdir. Tevekkül etmek, bizi tedbirleri almamaya mecbur eder. Tedbir almadan tevekkül etmek çok yalnıştır.
Rivayet edildiğine göre.
Bir adam Rasûlüllah (s.a.v.)’e gelerek, “Ey Allah’ın elçisi, deveyi bağlayıp da mı tevekkül edeyim, serbest bırakıp da mı?”
Rasûlüllah (s.a.v.):
“— Bağla ve tevekkül et” dedi.
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Şayet Allah’a gerçekten tevekkül etseydiniz, yuvalarından aç çıkıp yuvaya tok dönen kuşların rızkını verdiği gibi rızkınızı verirdi.”
Rasûlüllah (s.a.v.): “Kuşların çıkıp” sözcüklerini kullanmasıyla, tedbirin alınmasının gerekliliğini açıklamaktadır.
İbrahim İbni Ethem, Sâkik el-Belhi ile Mekke’de karşılaştılar. İbrahim Sakik’e:
“— Duyduğuma göre, rızkını temin için çalışmaz ve başkalarına da tevessül etmezmişsin! Bunu nasıl yapıyorsun?” dedi.
Şâkik:
“— “Birgün çöldeydim. Kurak bir yerde kanadı kırılmış bir kuş gördüm ve kendime dedim ki: “Bak bu kanadı kırılmış canlı bu kurak yerde nasıl rızkını temin ediyor?” Onu gözetlemeye başladım.. İleriden gagasında, yiyecek taşıyan bir kuş geldi ve kanadı kırık olan kuşun ağzına koydu. “Bunu görünce, kendime şöyle dedim: “Bu kuşun rızkını temin eden Allah, benim de rızkımı nerede olsam yaratmaya kadirdir. Öyleyse, rızık telaşesini bırakıp, kendimi Allah’a kulluğa adıyayım!…”
İbrahim Ethem:
“— Neden kırık kanatlı kuşa rızık taşıyan kuş olup daha çok fazilet almak istemiyorsun? Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle dediğini bilmiyor musun?”, “Veren el, alan elden hayırlıdır!”
Mü’mine yakışan bütün işlerin en iyisini yapmaktır. Böylelikle, iyiler makamına çıkmış olur. Şâkik İbrahim’e sarılarak öptü ve:
“— Sen bizim üstadımızsın!” dedi.
— İnsan çalışmasını gerektiren şeylere takılıp kalmamalı, Allah’a ulaşmaya uğraşmalıdır. Burada dilencilik örnek olarak gösterilebilir. Çünkü dilenciler, dilendikleri zaman ellerinde tuttukları tasa değil de, onun içine para koyacaklara bakarlar.
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“— Zengin olmak isteyen, şayet sahib olacaksa, Allah’ın katındaki varlıklara elinde bulunan varlıktan daha çok güvensin!”
Rivayet edildiğine göre: Huzeyfe Meraşî, İbrahim Ethem’in hizmetinde bulunurken ona:
“— Onunla beraberken, karşılaştığın en garib olay nedir?” diye soruldu.
Huzeyfe:
“— Mekke’ye giderken, yolda günlerce aç kaldıktan sonra, Kufe’ye vardık ve bir yıkık camiye girdik. İbrahim, yüzüme baktıktan sonra: “Ey Huzeyfe, seni acıkmış olarak görüyorum” dedi.
Ben de:
“— Şeyhimin gördüğü gibidir” dedim.
Dedi ki:
“— Bana kağıt ve kalem getir!” O’nun istediklerini getirdim. Besmele
den sonra “herşeyde gaye sensin, herşeyin yönelişi sanadır!” diye yazdı ve bu şiiri yazmaya devam etti:
Hem şükredenim, hamd edenim, z’ıkr edenim ben,
Çıplak da benim, hem de yitik, hem de acım ben.
Ben altıdan üç taneyi yüklenmedeyim bil,
Yarab, diğer üç tâneye sen ol ki kefil,
Bir başkayı övmek bana hem zordur ölümden;
Rabbim koru aciz kulunu sen nâr-ı cebimden!
Şiiri bitirip kağıdı bana verdikten sonra, “Kalbini Allah’tan başkasına bağlama, dışarı çıktığında bu kağıdı karşılaştığın kimseye ver” dedi.
Oradan çıktıktan sonra, katırın üzerinde giden bir adama rastladım ve kağıdı ona verdim. Adam kağıdı alınca okuyup ağlamaya başladı:
“— Bunu kim yazdı?” diye sordu:
“— Onu yazan mesciddedir” dedim ve bana içinde altı yüz dinar bulunan bir cüzdan verdi ve gitti. Ben bir başka adama:
“— O kimdir” dedim.
“— O adam bir hıristiyandır” dedi.
Sonra, camiye dönerek olayı İbrahim’e anlattım. “İbrahim:
“Cüzdana dokunma o gelecek dedi, bir saat sonra hristiyan geldi. İbrahim’in dizi dibine oturdu ve onu öptükten sonra müslüman oldu.”
Rivayet edildiğine göre İbni Abbas (r.a) şöyle demiştir:
“— Allah-u Teâlâ Arş’ı yarattığı zaman, onu meleklerin taşımasını emretti. Onlar taşıyamayınca, herbirinin yanma yerde ve gökteki melekler kadar yardımcı melek yarattı ve dedi ki: “Arşı taşıyınız” yine taşıyamadılar. Allah “Lâhavle vela kuvvete illabillah!” deyin dedi ve onları deyince taşıdılar. Ancak bir kısmının ayakları yedi kat yerin dibine batı. Onlar da Arş’a tutundular.
Rivayet edildiğine göre:
“Her sabah kalkıp kim, “hasbiyallahu la ilahe illa huve, aleyhi te- vekkeltü ve huve Rabbul arşil azim”i yedi kere tekrarlarsa, Allah o kuldan dilediklerini kabul eder. Diğer bir rivayette de Allah o kulun ahiretle veya dünyayla ilgili bütün isteklerini yerine getirir.
“Allah’tan başka ilah olmayan Allah bana yeterlidir. Büyük arş’ın sahibi olan Allah’a tevekkül ettim.”