İkrime (radıyallâhu ‘anh) anlatıyor: Kıyamet günü baba oğlunun yakasına yapışır ve, “Yavrucuğum! Ben dünyada senin babandım’ der ve ona övgülerde bulunmaya başlar. Sonra ona,
– Yavrucuğum! Senin dünyada iken yapmış olduğun az bir iyiliğe ihtiyacım var. Gördüğün gibi halim bu! Belki onunla kurtulabilirim, der. Oğlu ona,
– Sen nasıl nefsine karşı korku ve endişe içindeysen ben de öyleyim; o bakımdan sana bir şey veremem, der.
Bu adam daha sonra karısının yanma gider. Ona,
– Ey falanca kadın! Sen dünyadayken benim eşimdin, der ve ona övgülerde bulunur. Sonra ona,
– Senden sadece bana hediye etmek üzere bir adet iyilik istiyorum. Gördüğün gibi hediye edeceğin o iyilik belki beni bu durumdan kurtarır, der. Hanımı ona,
– Bunu yapamam, zira senin korktuğun şeyden ben de korkmaktayım, cevabını verir.
Nitekim yüce Allah bu manada şöyle buyurur:
“Günah yükü ağır olan kimse [başkasını] onu taşımak için çağırsa ve bu çağrılan yakını dahi olsa, kendisine ondan hiçbir şey yükletilmez.”
İbn Mesud’un (radıyallâhu ‘anh) rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) buyurmuşlardır ki: “Kıyametgünü, o uzun bekleyişten dolayı kafir kimsenin teri neredeyse onu boğacak kadar yükselir. Öyle ki, bu kimseler şöyle yalvarmaya başlarlar: Rabbimiz! Cehenneme gidecek olsak dahi bu ıstıraptan bizi kurtar ve bize acı.”