En Yaygın Kullanılan Katkı Maddeleri Nelerdir?

By | 26 Eylül 2014

 

 

feraceler

Aspartam, E-951

Aspartam, en yaygın kullanılan, şekerden 180-200 kat daha tatlı  bir sen­tetik  tatlandırıcıdır.

Rekombinant-DNA yöntemi ile elde edilir.  Çikolata, sakız, et  ürünleri,   ketçap,  soslar,  gazozlar,  şekerlemeler, ilaçlar, diyet  yiye­cek ve içeceklerde ve   pastanelerde      şeker  yerine  kullanılır.  Gıda sektöründe değişik isimlerle, ancak en çok  Aspartam, Fenilalanin  ya da Surel diye ad –    landırılır ve  etiketlerde bu şekilde yer alır.

Çoğu zaman sakarin veya sikla-  mat ile de  karıştırılarak  kullanılır. Bu karışımlara Alfasfit,  Aspamiks, Aspas- vit, Svitli,  Aspartin,  Evrosvit  vs. adı verilir. Aspartam içeren tatlandırıcılar  etikette sadece “tatlandırıcı” olarak  da  bildirilebilir. Aspartamın % 60’nı fe­nilalanin  oluşturur.Fenilalanin tüm biyokimyasal süreçlerde  ve protein üretiminde yer alan en önemli  aminoasitlerden biridir. . İnsan bedeni her gün  protein ile alınan fenilalanine ihtiyaç duyar.

Sentetik fenilalanin yapı olarak doğalına göre çok  daha aktif olduğundan doğal fenilalanin yerine geçer, onun bütün fonksiyonlarını üstlenir.  Böylece hazır ürünlerle sentetik fenilalanin alan­lar ruhsal ve fiziksel olarak ona bağımlı hale gelir. Ruhsal bağımlılık: Fenilalanin, vücutta tirozin aminoasidine dönüşür, ti- rozinden ise ruh halini ve ağrı hislerini yöneten dopamin ve noradrenalin üretilir. Bu da sentetik fenilananin kullanan kişide ruhsal bağımlılığa neden olur.

Ayrıca fenilalaninden cinsel dürtüleri yöneten feniletilamin meydana gelir ve aşık olma duygusunu tetikler. Fenilalaninden üretilen hormonlar fi­kir üretimi sürecinde etkin rol oynadığından hafıza, öğrenme ve düşünme kapasitesi de doğrudan etkilenir.

Bu yüzden aspartam bağımlısı insanlar çi­kolata yemeden veya aspartamlı bir içecek içmeden zihinsel çalışma yapa­mazlar. Fiziksel bağımlılık: Aspartamda bulunan sentetik fenilalanin etkin ola­rak metabolizmaya dahil olur, pankreas, karaciğer, tiroid bezi ve böbreküs­tü bezinin hormon üretimine katılır. En önemli tiroid hormonlarından olantiroksin ile pankreas hormonu olan insülin fenilalanin vasıtasıyla üretilir ve metabolizma atıklarının böbrek ve karaciğer yoluyla atılması fenilalanin vasıtasıyla sağlanır. . Kısacası fenilalanin vücudun en önemli fonksiyonları­nın tümünü kontrol eder ve böylece sentetik fenilalanin kullanan kişi ona tamamen bağımlı hale gelir.

Vücutta sentetik fenilalaninin dönüşüm dön­güsü bozulduğunda (ki bağışıklık sistemi tamamen çökene kadar sürekli olarak bozulacaktır) vücudun tüm dokularında özellikle beyin ve üreme or­gan dokularında bu maddenin kendisi ve toksik atıkları birikir. Birikim yer­lerindeki dokuların hücreleri ve sentetik fenilalaninin iştirak ettiği tüm sü­reçler tahrip olur. .

O zaman, kronik sentetik fenilalanin zehirlenmesi belir­tileri ortaya çıkar: kronik yorgunluk, döküntü, bayılma, kas ağrıları, göz ka­paklarında, dudaklarda, ellerde ve ayaklarda şişme, eklem ağrıları, bulantı, çarpıntı, anksiyete, şişmanlık, baş ağrısı, baş dönmesi, huzursuzluk, depres­yon, tiroid ve nörolojik rahatsızlıklar, hafıza kaybı, spazm, epileptik nöbet­ler, beyinsel özürler, üreme organlarında sorunlar, duyma yetisinin zayıfla­ması veya kaybı, ağır karaciğer ve böbrek patolojileri. Aspartamın beyin tü­mörü, skleroz, epilepsi, parkinson, alzheimer, zihinsel gerilik ve diabete neden olduğu saptanmıştır. Sentetik fenilalanin sperm ve yumurtaları ze­hirler ve mutasyona uğratır. Aspartam hamilelikte doğaıdan ceninin gelişi­mini etkiler, kullanılan miktarın çok az olması veya uzun zaman önce kul­lanılmış olmasının önemi yoktur.

Aspartamı yasaklayan veya kullanımına sınır koyan ülkelerde, kısırlık, doğum kusurları, gelişme çağındaki çocuklarda zihinsel ve ruhsal problem­lerin oranı hızla azalmakta, Türkiye’de ise aynı hızla artmaktadır.

Gıdalarda, hayvan yemlerinde veya tedavi amacıyla dünyada her yıl 2 milyon tondan fazla üretilen sentetik aminoasitlerde en büyük oranı feni­lalanin ve glutamik asit oluşturur. Sodyum nitrit (E-250): Nitrat-Nitrit’ler içinde Türkiye’de en çok kulla­nılan katkı maddesidir. Tüm işlenmiş et ürünlerinde (sosis, salam, pastırma, sucuk) hem koruyucu, hem renklendirici, hem de lezzet arttırıcı olarak kul­lanılır.

Et ürünleri ile alman sodyum nitrit, vücutta, kanserojen bir madde olan nitrosamine dönüşür. Nitrosaminler, doku hasarına, mutasyona ve kansere neden olur (kolon kanseri, karaciğer kanseri, pankreas kanseri, be­yin kanseri, lösemi vb.) Sodyum nitritli ürünler, baş dönmesine, baş ağrısı­na, nefes alma zorluğuna da neden olabilir. Nitrit ve nitratlar hemoglobini etkileyerek dokuların oksijen almasını ve beslenmesini engeller.

Kemik iliği dejenerasyonuna ve bunun sonucunda kemik iliği yetmezliğine ve ağır anemilere neden olabilmektedir. Sodyum Sülfit (E221): Türkiye’de, en geniş alanda ve en sık kullanılan sülfitleyicidir. Gıda maddelerinde ve ilaçlarda renk ve kıvam koruyucu, bo­zulmayı önleyici ve beyazlatıcı olarak kullanılır.

Fermente içeceklerde, sa­lata soslarında, bira ve şarap gibi içeceklerde bulunur. Şekerleme, peynir, sakız, dondurma, bisküvi, çay, reçel, jöle, konserve, çeşni, meyve suyu, ku­ru meyve, kuru sebze, paketli deniz ürünü, hazır çorba, salam, sosis, sucuk, kurutulmuş et, dondurulmuş patates ve balık ürünlerinde kullanılır

. Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin yaptığı araştırmalarda, sod­yum sülfitin besin ve ilaç yoluyla alınmasının, öğrenme ve hafıza gibi be­yinsel fonksiyonlarda bozulmaya neden olduğu ve bozulmanın zamanla daha ileri boyutlarda seyrettiği tespit edilmiştir. Sülfitler göğüste sıkışma, karın ağrısı, kurdeşen, ishal, kan basıncının düşmesi, beyinde yanma hissi, halsizlik ve kalp çarpıntısına neden olur. Ayrıca sülfitler, astım hastalarında astım ataklarını tetikler.

Sodyum Nitrit (E-250) ve Sodyum sülfit’in zararı en fazla cenin, bebek ve çocuklar üzerinde görülmektedir. Formaldehit: Eler tür ürünün bozulmasını önler. Sıva, duvar kağıdı, tekstil, halıfleks, boya, yağlı boya, lastik, mobilya, her çeşit deterjan ve vü­cut bakım ürününde kullanıldığı gibi,- et, balık, sucuk, yağ, tahıl, hayvan ye­mi, tohumluk ve bütün aşılarda kullanılır. Formaldehitin en yaygın kullanıldığı alanlar, sıkıştırılmış tahtadan yapı­lan yer döşemeleri, dolaplar, duvar kaplamaları, mobilyalar, oda spreyleri, dokuma kumaşlar, deterjanlar, döşeme cilaları, duvar kağıtları, halılar ve boyalardır.

Evin ısı ve nemi ne kadar yüksek, ev eşyaları ne kadar yeni ise, havaya karışan formaldehit miktarı o kadar fazladır. Aroma ve emülgatör türü bütün katkı maddelerine bozulmayı önleyici olarak katılır. Ayrıca mantar hastalıklarında ve tıbbi laboratuarlarda sterili­ze edici ve koruyucu sıvı olarak kullanılır. 50 yıldır yoğun bir şekilde kullanılan Formaldehit, güçlü mutajen ve alerjenler arasındadır ve ödem, kronik rinit, bronşiyal astım, alerjik gastrit, kolit ve aşırı duyarlılığa neden olabilir. Aşırı duyarlılık ise bir sonraki for­maldehit etkileşiminde daha şiddetli bir reaksiyona yol açabilir.

Gıda, kozmetik, ev eşyası, sigara dumanı, egzos gazı ve inşaat malzemesinden direk vücuda giren veya havaya karışan formaldehit mide suyu ile reaksiyona girdiğinde kanserojen bir madde oluşturarak burun kanseri, ak­ciğer kanseri, beyin kanseri ve lösemiye yol açabilir. Titanyumdioksit (Tiö2) (E 171): Dünyada en yaygın kullanılan mine­raldir ve nanoteknolojinin 3 ana maddesinden biridir. Doğal bir mineral olan titanyumdioksit, nanoteknoloji yöntemiyle atom yapısı değiştirilerek çok aktif bir nanoparçacık formuna getirilmiştir (yeniden inşa edilmiştir). Işığın (foton) titanyumdioksit nanoparçacıklar üzerine düşmesiyle, organik madde, kimyasal reaksiyon sonucu parçalanmaya başlar.

Bu yapay süreç, bitkilerde gerçekleşen fotosenteze benzer. Fotosentez, bitkilerin güneş ışığının etkisiyle karbondioksit ve sudan, organik madde yani besin üretmesidir. Ancak, titanyumdioksit, fotosentez­den farklı olarak tam tersini yapar, yani organik maddeleri parçalayarak karbondioksit vesuya ayrıştırır. Bunun anlamı şudur: Titanyumdioksit na- noparçacıklar, herhangi bir organik madde ya da canlı hücreye temas etti­ğinde, organik madde veya canlı dokunun parçalanmasına neden olan kim­yasal reaksiyonu başlatabilecek korkunç bir yetenektedir.

Günümüzde titanyumdioksit şekerleme, reçel, sakız, pudra şekeri, toz şeker, küp şeker, tuz, karbonat, sütlü içecekler, süt, süt tozu, peynir, pey­nir altı suyu, margarin, un, hamur, tavuk, et, balık, deniz ürünleri, soya ürünleri gibi gıda maddelerinde,- tıbbi ilaçlarda, vücut bakım ürünleri, her türlü kozmetik, krem, diş macunu, diş beyazlatıcı, sabun, deterjan ve te­mizlik ürünlerinde beyazlatıcı, bozulmayı önleyici veya nem tutucu olarak kullanılır.

Özellikle kirli havayı temizleme, baraj, nehir ve göllerden içme suyu el­de etme amacıyla hava ve suya titanyumdioksit nanoparçacıklar serpilmek­tedir. Kendi kendini temizleyen camlar, kaplama malzemeleri, duvar boya­ları, eşarp, kumaş ve giysiler titanyumdioksit nanoparçaçıklar ile üretilmek­tedir. Ağız, deri ve nefes yoluyla vücuda giren nanoparçacıkların organizma­yı hiç bir şekilde terk etmediği, dokularda çöküntü olarak biriktiği, akciğer­lere büyük hasar verdiği tespit edilmiştir. Ayrıca nanoparçacıklar bulundu­ğu ortamda canlı hücrenin yapısına nüfuz edebilme ve bunun sonucunda da bütün hücrelerde, özellikle beyin hücrelerinde hasar oluşturma ve genleri mutasyona uğratma yeteneğine sahiptir.

Kozmetikler ve güneş kremlerinde büyük oranda kullanılan ve cilt tara­fından emilen titanium dioksid ve çinko oksid nanoparçacıklar ışığa karşı duyarlıdır, serbest radikaller üretir ve güneş ışığına maruz kaldığında deri hücrelerinde DNA hasarına yolaçar,- ciltte bir yara varsa deri yoluyla kan dolaşımına karışır

. Bir kez kan dolaşımına giren nanoparçacıklar bütün be­dende dolaşabilir, beyin, kalp, karaciğer, böbrek, dalak, kemik iliği ve sinir sistemi de dahil olmak üzere organlara ve dokulara nüfuz edebilir. Nanoparçacıklar hücre içine girebilir, mitokondri ve hücre çekirdeği ta­rafından içeri alınabilir, mitokondride büyük yapısal hasara, dolayısıyla enerji ve protein üretiminin bozulmasına, DNA mutasyonu ve hücrenin ölümüne sebep olabilir.

Nanoparçacıkların en fazla yayılma alanı bulduğu organ karaciğer ola­rak görülmekte, dalak onu izlemektedir. Karaciğer hastalıklarında zararsız yabancı madde birikminin bile karaciğer fonksiyonlarını zayıflattığı ve ka­raciğere zarar verdiği bilinmektedir.

Farelere verilen karbon nanotüplerin böbrek hücrelerinin ölümüne ve yeni hücre oluşumuna engel olduğu görülmüştür. F4albuki bugün bütün su arıtma sistemlerinde karbon nanotüpler kullanılmakta, su ile birlikte insan vücuduna nüfuz etmektedir. Gıda endüstrisinde kullanılan renklendiricilerin yan etkileri hakkında birçok araştırma yapılmıştır. Araştırmalarda bu katkı maddelerinin geno- toksik etkilere, hormonal bozukluklara, davranış bozukluklarına ve nörolo­jik rahatsızlıklara yol açtığı kanıtlanmıştır.

Ti02, dünya genelinde toplam renklendirici madde üretiminin tek ba­şına %70’ini oluşturmakta,- ayrıca çeşitli sebeplerle bütün renklendiriciler- de de kullanılmakta,- dolayısıyla gerçekte bu oran daha da yükselmektedir. Bugün her bir insanın yalnızca içme suyu ve gıdalardan günde ortalama 300 gr titanyum dioksit tükettiği düşünülmektedir. Nanomateryaller endüstriyel atıklar ve ev atıkları yoluyla çevreye karış­tıkları zaman toprak ve su mikroflorasını bozar.

Bu da besin zincirinde de­ğişimlere sebep olur. Araştırma sonuçlarına göre Ti02 nanoparçacıkları spermlerde hareket­lilik ve yoğunluğu azaltır, ömrünü kısaltır, ileri düzeyde anormalliklere ve testesteron seviyesinin düşmesine sebep olur. Histopatolojik bulgularda28 Ti02’in sperm kılıfında epitelium kalınlaşması ve erbezlerindeki kan damar­larında varikosele sebep olduğu gözlemlenmiştir.

Bunun yanısıra dokuları tuttuğu için kilo almaya engel olduğu tespit edilmiştir. Bütün bu araştırma sonuçlarına rağmen insan organizmasına giren na- noparçacıkların kimyasal ve ruhsal olarak sebep olabileceği değişimlerin büyüklüğü ve vehameti yine de tahmin edilemiyor.

En çok kullanılan nanomateriyal özelliğine sahip olan Ti02 son zaman­larda ziraatte de kullanılmaya başlanmıştır. Yukarıda anlatılan ürünlerden uzak durarak titanyum dioksidin zararlarından korunmak mümkün olabilir ancak titanyum dioksidin zirratte kullanılması korunmayı imkansız hale ge­tirmektedir.

E173 Alüminyum hidroksit: Aşılarda koruyucu, ilaç ve şekerlemelerde renklendirici (gümüş rengi) ve nem tutucu olarak kullanılır. Karbonat, şe­ker, tuz gibi her tür toz ürüne katılabilen alüminyum hidroksit toksik veya alerjen olan her bir maddeye karşı (katkı maddeleri dahil), aşırı duyarlılığa neden olabilir. Alüminyum hidroksit beyin dokularında birikir, zeka geriliğine, öğren­me zorluğuna yol açar.

Çocuk felci, kas erimesi ve alerjiyi provoke eder. Dünyanın bir çok ülkesinde yasaklanmasına rağmen, Türkiye’de sadece aşı, ilaç ve şekerlemelere değil, sofra tuzuna bile katılarak, bebekler dahil, her­kese yedirilmektedir. Gıdalarda katkı maddesi kullanımı yıkıcı hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Bunların bazıları şunlardır: Sindirim sisteminin bozulması, kronik toksik hepatit, böbrek ve böbreküstü bezi hastalıkları, üreme organ­larında bozulmalar, kısırlık, endometriozis, kistler, kanser, diyabet, tiroid rahatsızlıkları, havale, hiperaktivite, davranış bozukluğu, otizm, baş dön­mesi, baş ağrısı, depresyon, alzheimer, parkinson, MS, düşük tansiyon, yüksek tansiyon, titreme, alerjik kaşıntılar, egzama, astım ve aşırı duyarlı­lık… Katkı maddeleri üzerine pek çok ülkede yapılan araştırma sonuçları dehşet vericidir. Ancak bu ürpertici gerçeğe rağmen, üretici firmaların ve parayı elinde tutanların karşısında, sesini yükseltecek, yorum yapacak veya kampanya başlatacak bir topluluk veya kamuoyu oluşabilmiş değildir.