Muhammed Mustafa s.a.v.)’in Peygamberliği

By | 16 Mart 2015

muhammed-mustafa-s-a-v-in-peygamberligi«Elhamdüllilahil a’lemil aliyyi halekal insâne lehü ve lehül âlem. Yüce alim olan Allah’a hamdolsun ki âlemi yarattı. Alem onundur.»
Ey İlâhî sırları öğrenmek isteyen! Sen şöyle bil ki, Hak Teâlâ Hazretleri Peygamberlerin (hepsine selâm olsun) binasına Muhammed (S.A.V.) ile başladı. Sonunu onunla bitirdi. Ve Kitab-ı Mecîd’i O’nun üstüne indirdi. Bütün hükümleri bu Kuran-ı Azîmüşşan’da bildirdi. O’nun sıfatlarını Tevrat’ta, Zebur’da, İncil’de ve Furkan’da beyan buyurdu. O’nu Livâül Hamd ile kâmil etti.

Böylece Nûr-ı Kevneyn = Dünya ve âhiret nuru ve Resûl-i Sakaleyn = Beşerin ve Cinlerin Resulü oldu ve Kaabe Kavseyn(P sırrını bilip Alemlerin Sultanı oldu. Tahiyyat, selâm ve dualar onun muttaki, (günahtan sakınan) ve ebrar (fazilet sahibi olan) Al’i (hanedanı) ve hayrı ve iyiliği çok ve her şey’in hakikati kendilerine açık ve belli olan Sahabesi üzerine olsun.

Allahü Teâlâ şöyle buyurur:

«Elif, lâm mim. O öyle bir Allah’tır ki, O’ndan başka İlâh yoktur. Ezeli ve ebedidir, varlıklar O’nunla durur. Sana Kitab’ı hak ile ve önce inen kitapları tasdik etmek, doğrulamak üzere O gönderdi. İnsanları doğru yola iletmek için Tevrat’ı da, İncil’i de daha önceden gönderdi. Furkan’ı da indirdi. Allah’m âyetlerini tanımayanlar, inkâr edenler için şiddetli azab vardır. Allah azizdir ve intikam sahibidr.» (Al-i îmrân sûresi, âyet: 1-4) «Eğer sen olmasaydın ben Eflâki yaratmazdım.»

Hazret-i Abbas oğlu Abdullah (R. Anh) der ki: «Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
«Hak Teâlâ Hazretleri, her varlıktan önce benim ruhumu yarattı.» Bir yerde de:
«Ben Allah’tan’ım ve Mü’minler de bendendir» diye buyurur.

Cenab-ı Hakk’ın, bütün varlıkları Hazret-i Muhammed (S.A.V.) den yarattığına, ve onun bütün yaratıklardan daha üstün olduğu hakkında, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) bunlar gibi nice deliller beyan etmiştir.

Kutbül Muhakkikin Hz. Ali (Kerremmallahu vechehu) der ki:

— Hak Celle ve Alâ Hazretleri Arş’ı, Kürsi’yi, Cennet’i ve Cehennem’i, Yerleri ve Gökleri yaratmazdan önce Peygamberimiz (S.A.V.) Hazretleri’nin nurunu yarattı. O’nun mübarek ruhunu da Adem (A.S.)’dan üç yüz yirmi dört bin yıl önce yarattı. Ondan sonra Hak Teâlâ on iki perde yarattı. Biri KUDRET, biri AZAMET, biri MİNNET, biri RAHMET, biri SAADET, biri KERAMET, biri MENZİLET, biri HİDAYET, biri NÜBÜVVET, biri RİF’AT, biri HEYBET, biri ve onikincisi de ŞEFAAT perdesidir. Ondan sonra Resûlullah, (S.A.V.) Hazretlerinin nuru on iki bin yıl KUDRET perdesinde durdu.

Sonra on bir bin yıl AZAMET perdesinde durdu. On bin yıl MİNNET, dokuz bin yıl RAHMET, sekiz bin yıl SAADET perdesinde, yedi bin yıl KERAMET perdesinde durdu. Sonra altı bin yıl MENZİLET, beş bin yıl HİDAYET, dört bin yıl NÜBÜVVET, üç bin yıl RİF’AT, iki bin yıl HEYBET, bin yıl ŞEFAAT perdesinde durdu. Ondan sonra, altı bin yıl da ARŞ’ta durdu. Daha sonra, Hak Teâlâ Hazretleri onu Âdem (A.S.)’m sulbüne (omurgasına) götürdü. Ondan İdris (A.S.)’a, ondan NUH (A.S.)’a geldi. Tâ Abdül Muttalib oğlu Abdullah’a gelince en sonunda Hazret-i Muhammed Mekke’de doğdu, Şehadet Âleminde yâni dünyada göründü.

Nakledilmiştir ki, Hak Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri, Fahr-i Âlem (S.A.V.)’in nurundan bir ağaç yarattı. Bu ağacın dört budağı vardı. Ona Şeceretül Yakîn derlerdi. Ondan sonra, Allahü Teâlâ Muhammed (S.A.V.)’in nurunu bir ak inciden perde içinde belirtti. Bir tavus kuşu şeklinde o ağacın üstüne kondu. Bin yıl o ağacın üstünde Hak Teâlâ’yı zikir ve teşbih eyledi. Ondan sonra Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri haya gözgüsünü (aynasını) yarattı. O tavusun karşısına koydu. O tavus o gözgüye baktığı zaman, orada çok güzel bir yüz ve çok ziynetli bir şekil gördü. Bundan utandı. Beş kere secde kıldı. Sonra o secde, bize, beş vakit namaz oldu. Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri yine o nura baktı. O nur Hak’tan utandı. Terledi. Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri o nurun baş terinden feriştehleri = melekleri yarattı, yüzü terinden de Arş’ı, Kürsi ve Levh’i, Kalem’i, Güneş’i, Ay’ı ve Yıldızları yarattı. Göğsü terinden de Enbiyâ ve Mürselleri (gönderilmiş resulleri), ulemayı, şehitleri, salih kulları yarattı.

O tavusun kuyruğu terinden Yahudileri, Nasranîleri ve Münafıkları yarattı. O tavusun ayağı terinden de yerleri ve yer içindekileri yarattı. Aşağıların aşağısına (Esfelisafiline) varınca Cehennemi ve içindekileri yarattı.

Bundan sonra Hak Teâlâ Hazretleri:
— Yâ Muhammed, önüne bak! dedi.
Muhammed (S.A.V.) de önüne nazar etti. Her tarafın nur olduğunu gördü. Önündeki nur, Hz. Ebû Bekir’in nuru idi. Ardındaki nur Hz. Ali’nin nuru idi. Ondan sonra Hazret-i Muhammed Sallallahü Teâlâ Aleyhi ve Sellem’in ruhu yetmiş bin yıl Hakkı zikretti. Ondan sonra o nurdan Enbiyâ’nm canlarını yarattı. Hak Celle ve Alâ Hazretleri Enbiyâ’nın canlarını yarattığı zaman:
«Lâ ilâhe illallahü Muhammedün Resulûllah  Allahtan başka Allah yoktur, Muhammed O’nun Resulüdür.» dediler. Daha sonra Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri bir kandil yarattı. Muhammed (S.A. V.)’in yüzünü dünyadaki yüzü gibi tasvir edip o kandile namaz kılıyor gibi koydu. Ondan sonra Nebilerin canları Muhammed (S.A.V.) çevresinde iki yüz bin yıl tavaf kıldılar. Daha sonra Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri ruhlara:
— Muhammed’e nazar edin! diye buyurdu.

Ruhlar da o kandile baktılar, nazar eylediler. Onlardan her kim O’nun başını gördü ise yeryüzüne sultan oldu. Her kim alnını gördü ise âdil oldu. Her kim gövdesini gördü ise âlim oldu. Sözün kısası, her kim o mükerrem ruhun (S.A.V.)’in bir mübarek âzasını gördü ise dünyada o uzva uygun bir san’at edindi. Ondan sonra Hak Teâlâ Hazretleri halkı namaza buyurdu.

(Hz. Muhammed (S.A.V.)’in kandildeki sureti üzerine buyurulan namaz’ın kıyam’ı Elife, rükûu HÂ’ya, secdeleri MİM’e ve tahiyyata oturması da DAL’a benzer.)
Hak Teâlâ Hazretleri, Enbiyânın suretini Muhammed (S.A.V.)’in lâfzına benzer yarattı. Başı yuvarlaktır, MİM’e benzer. İki elleri HÂ’ya benzer. Ayakları DAL’a benzer.
Ey İlâhî sırlan öğrenmek isteyen! Size bundan sonra Hazret-i Resûl’ün velayetini, risaletini ve Kufan’ın nasıl indirildiğini ve kudsî kelimeleri beyan edeyim:

Resûl-i Ekrem Hazretlerinden rivayet olundu ki, Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri, Hazret-i Muhammed’in nurundan bir cevher yalatıp ona bakınca cevher eridi, su oldu. O su hareket etti, bin yıl dalgalandı.
Sonra Hak Teâlâ Hazretleri, Muhammed (S.A.V.)’in bu nurunu on bölüğe ayırdı:

Birinden: ARŞ’ı,
Birinden: KALEM’i,
Birinden: LEVH’i,
Birinden: GÜNEŞ’İ,
Birinden: AY’ı,
Birinden: DURAN YILDIZLAR’ı,
Birinden: GEZEN YILDIZLAR’ı,
Birinden: KÜRSİ’yi,
Birinden: MÜ’MİNLERİN RUHU’nu,
Onuncusundan da: HAZRET-Î MUHAMMED (S.A.V.)’in cismini yarattı.
Muhammed Aleyhisselâm’m anası, O Hazret’e gebe kaldığı zaman Maşrık (Doğu), Mağrib (Batı) ve denizler biribirine müjdelediler:
— “Ebul Kasım’m (Kasım’ın babasının) doğması yakınlaştı.” dediler.
Tefsir ehli der ki:

Hazret-i Muhammed (S.A.V.) doğduğu zaman secde kıldı ve secdesinde:
— “Ümmetim, ümmetim!” dedi. Kabe’nin dört duvarından sesler gelip:
— “Muhammed (S.A.V.) Hak Peygamberidir” diyerek tanıklık verdiler. Kabe de o anda Hazret-i Muhammed (SA.V.)’e secde kıldı.
Nakledilmiştir ki, Hazret-i Muhammed’in büyük babası Abdül Muttalib şöyle demiştir:

— O gün ben Kâbe’de idim. Kâbe’de putlar, sanemler vardı. Yerlerinden düştüler secdeye kapandılar. Ondan sonra Cinniler göğe çıkmaktan yasaklandı. Bütün Cinniler bir yere geldiler. İblis’e başvurdular:

— “Biz bugün gök’e çıkmaktan menolunduk” dediler. İblis bu sözleri işitince bağırıp çağırmağa başladı. Feryat ile:
— “Bugün dünyalara, âlemlere rahmet geldi. Siz onun için göğe çıkmaktan yasaklandınız” dedi. Çünkü GÖK, Muhammed (A.S.)’in ve ümmetinin bakacağı yerdir, nazargâhıdır! dedi.

Nakledilmiştir ki, Hazret-i Resûl (S.A.V.)’i, anası doğurduğu zaman o çocuktan bir nur çıktı. Anası (Amine hatun) o nur ile Kâbe’den Basra şehrinin sarayını gördü.

Enes (R. Anh) der ki:
— Resûl (S.A.V.), küçük çocuklarla oynadığı bir gün gezinti de yapmıştı. Cebrail (A.S.) geldi. O’nu aldı bir tenha yere götürdü. Göğsünü yardı, içinden biraz kara kan çıkarıp attı:

— “Bu şeytan hazzıdır” dedi. Sonra Uçmak’tan Cennet’ten bir altın tas getirdi ve zemzem suyu ile göğsünü ve karnını yıkadı, yudu. Sonra yine dikti.

Enes (R. Anh) der ki:
— Ben o iğne yerinin izlerini Hazret-i Resûl (S.A.V.)’in göğsünde gördüm.