Miraç

By | 16 Mart 2015

mirac«Kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için kulu (Muhammedi) geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren zat-ı kibriyânın şanı yücedir. Her şeyi duyan, her şeyi gören O’dur.» (İsrâ sûresi, âyet: 1)
Rivayet ederler ki: Peygamberimiz (S.A.V.) Hazretleri şöyle buyurmuştur:
— Bir gece Kâbe-i Şerif hareminde, Hacer-ül Esved veya Hatim yanında, yatıp uyuyordum. Ama gönlüm uyumuyordu. Cebrail (A.S.)’m geldiğini gördüm. Bana:
— «Kalk, ya Muhammedi Hak Teâlâ Hazretleri seni çağırıyor!» dedi.
Bu sözleri işitince hemen kalktım. Abdest aldım, dışarı çıktım. BURAK’a bindim. Ve o Burak gökleri nereye kadar ererse, ayağını da oraya kadar basardı. Hattâ Beytül Mukaddes’e geldim. İslâm dini bir güzel yiğit biçiminde gelip benimle görüştü. Bana büyük ikramda bulundu. Sonra bana cemaatla namaz kılmak emredildi. Ben:
— “Hazret-i İbrahim imam olsun, namaz kılalım!” dedim. Cebrail (A.S.):
— “İmam olmağa sen evlâsın!” dedi.
Ondan sonra bütün peygamberlerin ruhları bana uydular, birlikte iki rek’ât namaz kıldım.
İmam Razi (R. Anh) ve İmam Şâfî (R. Anh):
— «Miraç, Hatice’nin evinden başladı!» derler.
Ebûl Leys ise, Ebu Saidil Hudrî (R. Anh)’den şöyle rivayet eder:
— Peygamberimiz (S.A.V.) Hazretlerine şöyle sordum:
— «Mirac’da neler gördün?»
— «Yolda giderken sağ yanımda bir âvâz işittim: “Yâ Muhammedi” diyordu. Sol yanımdan da yine: “Yâ Muhammedi” diye bir ses işittim. Sonra önümde beni bir kadın karşıladı. Türlü işvelerle bana kendisini gösterdi. Ben bunların hiçbirisine itibar etmedim, ilerledim, gittim. Bundan sonra Kudüs’e geldim. Burak’tan indim. Orada bir halka vardı. Peygamberlerin hepsi o halkaya yapışıp tutar, kalkarlardı. Ben de halkaya yapıştım, tuttum. Sonra kalktım, Mescide gittim. Cebrail (A.S.) ile namaz kıldım. Ondan sonra:
— “Ey Cebrail, sağımdan bir âvâz işittim. O nedir?” dedim.
Cebrail (A.S.):
— “Onlar Yahudilerdi, seni çağırdılar. Eğer onlara iltifat etseydin, ümmetin Yahudi olurdu!” dedi. Ondan sonra ben yine sordum:
— “Solumdan da bir âvâz işittim, o nedir?”
Cebrail (A.S.):
— “Onlar Nasranîlerdir. Eğer onlara iltifat eyleseydin ümmetin Nasranî olurdu!” dedi. Sonra ben yine sordum:
— “Ya, o kadın nedir?”
Cebrail (A.S.):
— “Dünyadır!., dedi. Eğer ona iltifat eyleseydin, ümmetin dünyayı tercih eder, Âhireti terkederlerdi!” dedi. Ondan sonra bana iki kâse geldi. Birisinde süt, birisinde hamir vardı. Cebrail (A.S.):
— “Hangisini dilersen iç!” dedi. Ben sütü içtim. Cebrail (A.S.):
— “Hak Teâlâ Hazretleri ümmetine İslâmlığı hediye etti!” dedi. Eğer hamirden (şaraptan) içseydin ümmetin azgın olurlardı!
Ondan sonra MİRAÇ geldi, yâni merdiven geldi, ona bindim, gittim.»
Hazret-i Enes bin Mâlik Resûl-i Ekrem (S.A.V.)’den şöyle nakleder:
— O Mirac’a Sidretül Müntehâ’ya benimle birlikte çıktı. Sidretül Müntehâ(1)’mn altından dört ırmak akardı. İkisi görünen dünyaya
(Sidretül Müntehâ=Gövdesi yedinci ve kökleri altıncı gök katında olan ağaç —Türkçe Lügat.— akardı, biri Mübarek Nil’di, birisi de Fırat’tı. İkisi de öteki dünyada, Uçmak’ta, bâtmî akarlardı. Sidretül Müntehâ denilen şey bir ağaçtır. Yaprağı fil kulağına benzerdi. Yemişleri kule gibiydi. Bana orada ELLİ VAKİT namaz farz oldu.
Oradan Mûsâ (A.S.)’a vardım. Bana:
— Bu elli rek’at namaza ümmetin güç getiremez, var, hafiflettir! dedi. Ben birkaç kere varıp geldim. Hattâ bir gün ile bir gece için beş vakit namaz farzoldu. Ondan sonra Mûsâ (A.S.)’a vardım. Hak Celle ve Alâ Hazretlerinden şöyle bir hitap geldi:
«Emdaytü farizati ve hafeftü an ibâdi  Kullarından farzı geçirdim ve onlardan hafiflettim!»
Çünkü Hak Teâlâ daha önceden elli vakit namaz buyurmuştu. Sonra lütuf ederek beş vakte indirdi.
Buradaki sır bu idi ki, bir kimse hayra niyet eylese Hak Teâlâ’nın divanında bir hayra on sevap yazılır. Nitekim Hak Celle ve Alâ Hazretleri şöyle buyurur:
«Kim ki iyilik ederse onun on misline nail olur. Kötülük işleyenlerse onun karşılığı ile ceza görür ve asla haksızlığa uğramazlar.» (el-En’âm sûresi, âyet: 160)
Ve bir kişi bir şer işe niyet etse, eğer o şerri işlerse günahtır. O şerri işlemezse günah yoktur. Ama gönlü mahcup olur. Hikmet nedir ki Mûsâ (A.S.) namazı bu hafifletmeye vasıta oldu da başka peygamberler olmadı.
Cevabı budur: Çünkü Kâinatın Seyyidi, Hak Teâlâ ile konuşunca bir kişinin, Allah’ın kelâmına mazhar olması gerekiyordu. Mazhar-ı kelâm ise Mûsâ (A.S.) idi. Onun için O vasıta oldu.
Kimileri dedi ki:
— Evvelce Mûsâ (A.S.)’ın ümmetine elli vakit namaz farz olmuştu. Bu farzı başaramadılar. O zaman Hak Celle ve Alâ Hazretleri İslâm ümmetini esirgedi, beş vakit namaz farzoldu. Bu beş vakit namaz, elli vakit namazın yerini tuttu.
Nakledilmiştir ki:
— Peygamber (S.A.V.) Miraç gecesi giderken birinci gökte Adem (A.S.)’ı, ikinci gökte İsâ (A.S.)’ı ve Yahya (A.S.)’ı, üçüncü gökte Yusuf (A.S.)’ı, dördüncü gökte İdris (A.S.)’ı, beşinci gökte Harun(AS.)’ı, altıncı gökte Mûsâ (A.S.)’ı, yedinci gökte İbrahim (A.S.)’ı görmüştü.
Abbas oğlu Abdullah (R. Anh) der ki:
— Sidretül Müntehâ yedinci kat gökten yukarıdır. Onun için ona MÜNTEHÂ = Son derler. (Yerden her gökyüzüne çıkan şey, Sidretül
Müntehâ’da son bulur. Ve her yukarıdan aşağıya inen şey de onda tamam son bulur. Onun için O’na Müntehâ demişlerdir.)
*
Peygamber Sallâllahü Teâlâ Aleyhi ve Sellem Hazretleri buyurdu
ki:
— Sidretül Müntehâ’ya vardığım zaman bana üç şey verildi: Biri beş vakit namaz, İkincisi Bakara sûresinin sonu ve üçüncü olarak da ümmetimin BÜYÜK günahları affedildi. Ondan sonra UÇMAĞA vardım. Cebrail (A.S.):
— Yâ Resûlâllah, Hak Celle ve Alâ Hazretleri Zatını takdis eder:
«Allah tesbih’e ve takdise lâyıktır. Kudsîdir. Biz ve bütün
meleklere ve ruhlara Allah’ın rahmeti ve gazabı azimdir.»
Peygamberimiz (S.A.V.) Hazretleri göklere ve Sidretül Müntehâ’ ya ve UÇMAĞA (Cennet’e) geçtiği zaman Cebrail (A.S.) dedi ki:
— Yâ Resûlâllah! Ben bu mevkiden yukarı çıkamam. Eğer yukarı çıkarsam ARŞ’m nurundan yanarım. Çünkü bundan ileri geçmeğe Senden gayrısma yol yoktur.
Bazıları dedi ki: O makam Uçmak’tır. Bazıları da o makam Arş’- tır! dediler. Sahih olanı budur ki, oradan yukarı âlem yoktur.
Cebrail (A.S.):
— Rabbine selâm ver! diye işarette bulundu. Peygamber (S.A.V.):
«Ettehiyyatü lillâhi vessalevâtü vettayyibat – Bütün tazimler, dualar ve iyilikler Allah içindir.» dedi.
O zaman Hak Celle ve Alâ Hazretleri de şöyle buyurdu:
«Esselâmü aleyke eyyühen nebiyyü ve rahmetullahi ve berakâtühü – Ey nebi, selâm sana. Allah’ın rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun.»
Peygamber (S.A.V.), selâmından ümmetinin sevinç duyması için dedi ki:
«Esselâmü aleyna ve alâ ibadillahissâlilıin – Allah selâmı bizim üzerimize ve salih kulların üzerine olsun.»
Bundan sonra Cebrail (A.S.) ve bütün melekler:
«Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve Resûlühü – Şehadet ederim ki Allah’tan başka Allah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve Resulüdür.»
İbn-i Mes’ut (R. Anh) dedi ki:
— Ondan sonra Refref geldi. Peygamberimiz (S.A.V.) o Refrefe bindi. Hak Teâlâ Hazretlerine yakın oldu. Nitekim Hak Teâlâ Hazretleri buyurur:
«Sonra (Cebrail) Hazret-i Peygambere yaklaştı ve aralarında iki yay aralığı kadar yahut daha az (mesafe) kaldı.»
(Necm sûresi, âyet: 8-9)
(Yâni, Kaabe Kavseyn’den murat, iki kavis arası miktarı Hakka yakın oldu, demektir. Kaabe, deyimi ile «bu kadar» demek istenmiştir.)
Müfessirler der ki:
— «Kaabe Kavseyn ev ednâ» da dört türlü Kavil vardır. Biri budur ki: Katade ve Haşan (R. Anh)’lar: «İki kavis kadar yakın vardı demektir.» dediler.
İkinci, Mücahit (R. Anh) söylemiş ve şöyle demiştir:
— «Kirişin yaya yakın olduğu kadar Peygamber (S.A.V.) Hak Teâlâ’ya yakın oldu, demektir.»
Üçüncü kavil, Abdül Vâris’tendir. Ve şöyledir:
— «Yayın kabzasından başına varıncaya kadar yakın oldu demektir.»
Dördüncü kavili Süddî (R. Anh) şöyle tefsir etmiştir:
— «İki zira kadar Hakk’a yakın oldu, demektir.»
Bundan sonra ulema aykırı fikre düşüp «yakın oldu demek, ne demektir?» dediler. Bu da üç türlü beyan olunur:
Birincisi: «Cebrail (A.S.) Hakk’a yakın oldu» demektir.
İkincisi: «Cebrail (A.S.) Muhammed (S.A.V.)’e yakın oldu» demektir.
Üçüncüsü: «Muhammed (S.A.V.) Hak Teâlâ Hazretlerine yakın oldu» demektir.
Kâ’bul Ahbar (R. Anh) da dedi ki:
— «En sahih olanı budur ki Muhammed (S.A.V.) Hak Teâlâ Hazretlerine yakın oldu demektir.»
Peygamber (S.A.V.) Arş’a varınca ayağındaki nalını çıkarmak istedi. Bir ses işitti. Bu ses:
— «Nalınını çıkarma! Tâ ki Arş ve Kürsî senin nalının altında şeref bulsunlar!» dedi.
Hazret-i Muhammed de:
— «Yarabbi kardeşim Mûsâ (A.S.)’a nalınını çıkar dedin!» dedi. Hazret-i Muhammed böyle deyince Hak Teâlâ Hazretleri:
— «Ey Kasım’m babası, Ey Muhammed! Sen benim katımda Mûsâ gibi değilsin. Mûsâ, benim KELIM’imdir. Sen ise benim gerçekten Habibim’sin!» dedi.
Nakledilmiştir ki: Muhammed (S.A.V.) göklere çıkınca Levh:
— «Muhammed (S.A.V.) benimdir!» dedi.
Kalem:
— «Muhammed (S.A.V.) benimdir!» dedi.
Kür si:
— «Muhammed (S.A.V.) benimdir!» dedi.
Ve Uçmak:
— «Muhammed (S.A.V.) benimdir!» dedi.
Hak Celle ve Alâ Hazretleri:
— «Yâ Muhammed! Levh’i, Kalem’i, Arş’ı, Kürsi’yi ve Uçmağı sana bağışladım!» dedi.
Resul-i Ekrem (S.A.V.) Hazretleri:
— «Yâ Rabb! Bunları istemiyorum ben! Sen’den yalnız ümmetimi isterim!» dedi.
Nakledilmiştir ki: Hak Celle ve Alâ Hazretleri: Yâ Muhammed! Yer yüzünde kendi yerine kimi halife koydun Sen? diye sordu. Peygamber (S.A.V.):
— Ebû Bekir’i yerime halife koydum! diye cevap verdi. Zühretür Riyâz’da der ki:
— Peygamber (S.A.V.) Miraç gecesinde beş türlü nesneye bindi. Ondan sonra, Hak Teâlâ’nın huzuruna vardı, önce Burak’a bindi. İkinci Mirac’a, yani merdivene bindi (Alimler bu merdivenin neden olduğu hakkında aykırılığa düştüler.) Kimisi: — «O merdiven nurdandır.» dedi. Kimisi: «Gümüştendir.» dedi.
Hazret-i Muhammed’in üçüncü bindiği şey, birinci gökten yedinci gök’e kadar meleklerin kanadı idi. Dördüncü şey yedinci gökten Sidretül Müntehâ’ya varıncaya kadar Cebrail (A.S.)’m kanadına bindi. Beşinci şudur: Altından bir döşek; bunun adı Reffefti. Nitekim Hak Teâlâ Hazretleri şöyle buyurur:
«O an ki Sidreyi neler bürümüştü, neler.» (Necm sûresi, âyet: 16) Sidretül Müntehâ’dan Kaabe Kavseyn’e varıncaya kadar Refref’e bindi. Nitekim Hak Teâlâ şöyle buyurur.
— SÜMME DENÂ FETEDELLÂ = Yâni «Hakka yakın oldu ve- Hakka ırak oldu.» demektir.
Kimisi:
— Gövdelerden ve vücutlardan uzak olup ruhların Rabbine yakın oldu demektir, dediler. Kimileri de:
— Nefsinden ıraklaşıp kalbine yaklaştı, demektir, dediler. Muhakkikler derler ki:
— O gece Peygamber (S.A.V.) ruhu ile Kaabe Kavseyn’e ve sırrı ile Ev ednâ’ya erişti. Yani nefsini gökte bıraktı, ruhunu Sidretül Müntehâ’da bıraktı. Ve kalbini Kaabe Kavseyn’de bıraktı. Böylece Rabbi ile ancak sır halinde kaldı. O zaman Hak Celle ve Alâ Hazretleri nefse:
— Gönül nerede? diye sordu ve gönüle:
— Ruh nerede? dedi. Ve Ruh’a:
— Sır nerede? diye sordu. Ve sıPra:
— Habib nerede? dedi. Ve sonra:
— Ey Habib! Mağfirette rahmet sanadır. Yâ ruh, rahmet ile keramet sanadır. Yâ gönül, muhabbet sanadır. Ve ey sır, ben sanayım! diye buyurdu. Bundan ötürü Hak Celle ve Alâ Hazretleri âyet-i kerimede Ev ednâ diye buyurdu.
Nakledilmiştir ki:
— Peygamber (S.A.V.) Kabe Kavseyn’e eriştiği zaman Hak Celle ve Alâ Hazretleri O’na:
— Ey Muhammed, ayaklarını bas! diye buyurdu. Peygamber (S.A.V.) ayağını bastı. Ayağına bir şey dokundu, sonra yine gitti. Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri:
— «Yâ Muhammed, o Arş idi!» dedi.
Peygamber (S.A.V.):
— «Yâ Rabbi, niçin Arş benden uzağa kaçtı?» diye sordu. Hak Teâlâ Hazretleri:
— «Senden uzaklaşmadı, ırağa gitmedi. Sen ondan uzaklaştın. Bundan dolayı senin kerametin benim katımda çoktur. Eğer yüz bin Arş olsa senin ayağını bastığın toprak bana ondan daha hayırlı ve daha sevgilidir!» dedi.
Nakledilmiştir ki, Hak Teâlâ Hazretleri:
— «Yâ Muhammed! Bana hediye ne getirdin?» diye sordu. Peygamber (S.A.V.):
— «İki nesne getirdim. Biri taat, ibâdet eksikliği, biri de cefa ve günah çokluğu!» dedi. Hak Celle ve Alâ Hazretleri:
— «Taat ibâdet eksikliğini rahmetimle yarlıgadım. Cefa ve günâh çokluğunu senin hürmetine ve şefaatına bağışladım.» dedi.
Nakledilmiştir ki:
Ebû Bekir Sıddık (R. Anh) der ki:
— Peygamber (S.A.V.)’e, Hak Celle ve Alâ Hazretlerinin:
«O da Allah’ın kuluna vahyettiğini vahy etti.» kavli, ne demektir? diye sordu.
Hazret-i Resul (S.A.V.):
— Hak Celle ve Alâ Hazretleri diyor ki:
«Ben onlardan yarınki ameli şimdi istemiyorum.» İkincisi de «ben onların rızkını başkasına vermem, onlar amellerini niçin gayriye verirler?» Üçüncüsü «Benim rızkımı yerler, benden başkasına niçin şükrederler ve bana hain olup niçin başkasına salih olurlar?» Dördüncüsü de budur: «Ben onlara izzet veririm, onlar beni başkasından isterler.» Beşincisi budur ki: «Cehennem’i ben kâfirler için yarattım, onlar kendileri Cehennem’e gitmek için çaba harcarlar!» diye cevap verdi.
*
Nakledilmiştir ki, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) Miraç gecesinde:
— «Yarabbi! Adem’e Uçmak verdin, bana ne verdin?» dedi.
Hak Teâlâ Hazretleri:
— «Fakat Adem’i Uçmak’tan çıkardım, sana ve senin ümmetine ise Cennet’i verdim. Amma Cennet’ten çıkarmadım!» dedi.
Ben:
— «Nuh’a gemi verdin! Onda ibadet ederdi!» dedim. Hak Teâlâ Hazretleri:
— «Ben, bütün dünyayı sana mescit ettim. Nerede dilersen ibadet eyle! Hem, Kıyamet gününde mescitlerin üzerine gemi gibi bin. Sırat Köprüsünü ümmetinle geç!» dedi.
Ben:
— «Yarabbi. İbrahim’e od’u, soğuğu selâmet kıldın!» dedim. Hak Teâlâ Hazretleri:
— «Ümmetine de Cehennem ateşini soğuttum ve selâmet kıldım.» buyurdu.
Ben:
— «İsmail’e Zemzem verdin.» dedim. Hak Teâlâ Hazretleri:
— «Sana da Kevser verdim.» dedi.
Ben yine:
— «İsmail (A.S.)’a fedada bulundun, koç verdin!» dedim. Hak Teâlâ Hazretleri:
— «Senin ümmetin için Yahudileri, Nasranîleri sana feda verdim. Ümmetin onları Cehenneme bıraksınlar, kendileri Cennet’e gitsinler!» dedi. Ben:
— «Mûsâ (A.S.)’a Tur Dağında söz söyledin!» dedim. Hak Teâlâ Hazretleri:
— «Sana Arş’tan yukarıda, Bisat nurunun üzerinde söyledim!» dedi. Ben:
— «Îsâ (A.S.)’a gökten sofra indirdin!» dedim. Hak Teâlâ:
— «Sana Kıyamet Gününde kerametten sofra verdim!» buyurdu. Ben:
— «Dâvût (A.S.)’a Zebur’u verdin!» dedim. Hak Teâlâ: «Sana En’- âm sûresini verdim!» dedi.
— «Yûnus (A.S.)’ı üç türlü karanlıklardan kurtardın!» dedim. Hak Teâlâ:
— «Onun gibi ben senin de ümmetini üç karanlıktan kurtardım! Biri: Kabir karanlığından, biri Kıyamet karanlığından, biri de Sırat karanlığından!» dedi. Ben:
— «Hızır’a hayatsuyu verdin!» dedim. Hak Teâlâ Hazretleri:
— «Sana İhlâs sûresini verdim.» dedi. Ben:
— «Mûsâ (A.S.)’a Tevrat verdin!» dedim. Hak Teâlâ:
— «Sana Ayetül Kürsi’yi verdim.» dedi. Sonra Hak Teâlâ bana dedi ki:
— Yâ Muhammed, Sana bir sûre verdim ki Tevrat’ta da, Zeburda da, İncilde de ve başka kitaplarda da onun gibisi yoktur.
Ben de:
— O nasıl sûredir? diye sordum. Hak Teâlâ Hazretleri:
— O Fatiha sûresidir, her kim o sûreyi okusa Cehennem onun tenine haramdır. Ve her kim Fatiha sûresini okutsa, hattâ anası, babası kâfir olsa, Fatiha sûresi hürmetine onların da azabını çok arttırmam. Ey Muhammed, bana senden daha kerîm bir yaratık yaratmadım! dedi.
Nakledilmiştir ki, Resûlüllah (S.A.V.) Hazretleri:
— «Uçmak’ta bir iklim, bir ülke gördüm. O ülkede yedi yüz bin şehir gördüm. Her şehirde yedi yüz bin saray gördüm. Her sarayda yedi yüz bin hücre gördüm ve her hücrede yetmiş bin döşek gördüm. Her döşekte bir huri gördüm. Her huri nurundan yetmiş hülle elbise giymişti. Başlarında nurdan taçları vardı. Eğer birisi bu dünyaya bir kere baksa güneşin ve ayın nuru ortadan kaybolurdu. Eğer denize bir kere ağız suyunu katsalardı acı su tatlı olurdu!» dedi.
Ben:
— «Tebârekâllah. Ey güzellerin en güzelini yaratan Allah! Acaba bu nimetler hangi peygamberin?» dedim. Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri:
— «Ey Habibim! diye buyurdu. Bunlar gibi yüz binler hazırlanmıştır. Her kim: Eşhedü enlâ ilâhe illâllahü ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulühü = Şehadet ederim ki Allah’tan başka Allah yoktur ve Muhammed O’nun kulu ve Resulüdür derse bu nimetlere nail olur.» buyurdu
Nakledilmiştir ki, Peygamberimiz (S.A.V.) Hazretleri Arş’a vardığı zaman sağ elini sol elinin üzerine koyup kıyam etti, ayakta durdu ve hacet diledi. Hak Teâlâ Hazretleri:
— «Ey Habibim! dedi. Dile benden ne dilersen! Benim katımda hacetin nedir?»
Peygamber (S.A.V.) de:
— «Yarabbi! Ümmetime senden yakınlık isterim!» dedi. Hak Teâlâ Hazretleri:
— «İzzetim hakkı için ümmetine yakın olmayı ben de isterim!.. Kâfirleri Uçmağa koymam ve rahmetimi ve nimetimi mü’minler için hazırladım. Her kim ki, benim rızamı isterse dilini benim zikrimle meşgul etsin. Bedenini benim için ibâdete harcasın. Onun bana nişanı, benim sözümden dışarı söz etmemesi, benim sevgimden başka gönlünde sevgi beslememesidir. Dilinde tekbir ve ayağında kıyam olsun. Gözünde yaş olsun. Ümmetim böyle yaptığı zaman onları bütün âlemden gözüme yakın tutarım!» diye buyurdu. O zaman Resul (S.A.V.):
— «Yâ Rabbi, ümmetim zayıf ve hakirdir. Bir şey yapmaya güçleri yok!» dedi. .
Hak Teâlâ Hazretleri de:
— «Ey Habibim! dedi. Ben Erhamer Rahimin bir padişahım. Kimsenin ibâdetinden, tâatinden bana fayda yok. Asilerin günahlarından bana ziyan yoktur. Ey Habibim, Ben’den müjdele ki her kim:
“Şehadet ederim ki, Allah’tan başka Allah yoktur ve şehadet ederim ki,Muhammed Allah’ın Resulüdür.” derse rahmetim ona bağıştır ve rızam ona hil’attır. Onun bakışı ebede kadar benim nimetime ve cemalime müştaktır.»
O zaman Fahr-ı Âlem (S.A.V.):
— «Canım şimdi rahatladı ve gönlüm karar tuttu, razı oldu. Yâ-Rabbel Âlemin!» dedi.
Hak Celle ve Alâ Hazretleri:
«Gerçektir ki âhiret senin için daha hayırlıdır.» diye buyurdu. (Duhâ sûresi, âyet: 4)
Nakledilmiştir ki, Hak Teâlâ Hazretleri, Miraç gecesi:
— «Ey Habibim! Sen bütün peygamberlerden bana daha sevgilisin. Bundan ötürüdür ki bütün ibâdetleri bir yerde topladım. Adını NAMAZ koydum. Onu ümmetine ibâdet kıldım. Her kim benim için namaz kılarsa ve bütün ibâdet ile bana itaatli olursa o zaman ümmetin benim katımda bana en faziletli ümmet olur!» diye buyurdu.
*
**
Resulûllah (S.A.V.) Hazretleri demiştir ki:
— Miraç gecesi ben Cehennem’e de baktım. Birçok yoksullar ve kadınlar gördüm.
Sahabeler o zaman:
— Yâ Resûlallah! Maldan yoksullar mı? diye sordular. Peygamberimiz (S.A.V.):
— “Yok” diye buyurdu. İlimden ve amelden yoksullardı bunlar!
*
x*
Yine nakledilmiştir ki, Peygamberimiz (S.A.V.) şöyle buyurdu:
— Miraç gecesi ben, yedi kat gökten yukarıda bir ses, bir âvâz işittim. Gökgürültüsü gibi bir sesti bu. Orada bir kavim gördüm. Karınları ve ayakları üstüne düşmüşlerdi. Hurma ağacı iriliğinde yılanlar vardı. Onların başına üşüşüp onları yerlerdi. Ben:
— «Yâ Cebrail, bunlar kimlerdir?» diye sordum. Cebrail (A.S.):
— «Bunlar akçe faaizi yiyenlerdir!» dedi.
*
**
İbni Fûrek (R. Anh) demiştir ki:
Peygamberimiz (S.A.V.) Hazretleri şöyle buyurdu:
— «Miraç gecesi bir kavim gördüm. Bir gün ekerler, bir gün yerlerdi. Ne kadar yerlerse yesinler, yedikleri yine tekrar olur, eksilmezdi.»
Ben sordum:
— «Yâ Cebrail! Bunlar kimlerdir?» Cebrail (A.S.):
— «Bunlar GAZÎ’lerdir. Allah yolunda, fisebilillâh gaza edenlerdir. Allah ve Teâlâ Hazretleri bir sevaplarım yedi yüz sevap olarak yazdı. Ya da arttırdı.» dedi.
*
XX
Yine nakledilmiştir ki Peygamberimiz (S.A.V.) Miraç gecesi nurdan bir kubbe görmüştü. O kubbeden dört ırmak akardı. Birisi BİS- MİLAH’m mim’inin deliğinden su akıtırdı. Birisi Bismillah’ın Hâ’sının deliğinden akan bir süt ırmağı idi. Biri ERRAHMAN’m MİM’i deliğinden akan BAL ırmağı idi. Biri, ERRAHÎM’in MİM’i deliğinden HAMİR ırmağı akardı. Hak Teâlâ bana:
— «Yâ Muhammedi dedi. Her kim ümmetinden biri bu isimlerle beni zikrederse ve hâlis, tertemiz bir gönül ile:
“Bismillâhirrahmanirrahim” derse, Kıyamet gününde bu dört ırmaktan ona içiririm.» buyurdu.
Hak Teâlâ sonra da:
— «Bir kişi abdest aldıktan sonra bir kere:
“Lâ İlahe İllallah” dese, izzetim hakkı için ben ona bu dünyanın on tanesi kadar Cennet’te yer veririm.» diye buyurdu.
*
**
Nakledilmiştir ki, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Hazretleri, Kaabe Kavseyn’e iki yay arası mesafeye ulaştığı zaman o makamda bir ulu sandık gördü. Nurdandı. Üstünde kilidi vardı. O zaman:
— «Yarabbi, bu sandıkta ne vardır. Ve bunun anahtarı nerededir?» diye sordu. Hak Teâlâ Hazretleri:
— Onun anahtarı şendedir. Sen bir kere:
— «Lâ ilahe illâllahü Muhammedün Resulûllah» de diye buyurdu. Peygamberimiz (S.A.V.) de onu söyledi. O sandık açıldı.
Fahr-i Alem (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
— Ben o sandık içinde heybetli bir deniz gördüm. Ucu, bucağı, sonu yoktu. O denizin içinde bir ağaç gördüm! Dallarının, budaklarının üstünde bir kuş da gördüm. Tırnağında bir zerre toprak da vardı.
— Yarabbi, bu deniz nedir? diye sordum. Bu kuş nedir? Ve bu zerrece toprak nedir?.
Hak Teâlâ Hazretleri:
— Ya Muhammedi diye buyurdu. O deniz Rahmetimin denizidir. Onun sonu yoktur. Gördüğün o ağaç bu dünyadır. Dalda gördüğün kuş ise senin ümmetindir.
Kuşun ayağında gördüğün toprak ise onların günahlarıdır. Fakat, onların günahı benim Rahmetimin denizi yanında bir zerre topraktır. Denize düşer, belirsiz olur. Ben Erhamür Râhimîn (bağışlayıcı ve yarlıgayıcı) padişahım.