Medine’ye Hicret Nasıl Oldu?

By | 16 Mart 2015

medineye-hicret-nasil-olduSiyer-i nebi bilginleri (Allahü Teâlâ hepsine rahmet eylesin) şöyle dediler:
— Kureyş topluluğu Darünnedve’de toplanıp Seyyid-ül Beşer (insanların efendisi) Muhammed (sallallahü teâlâ aleyhi vesellem) hakkında karar aldılar ve bunun üzerine elbirliği edip yemin ettiler. Hak Teâlâ da bu kararı Habibi (S.A.V.)’e haber verdi. Bunların hilesini bozdu, batıl eyledi ve şöyle buyurdu:

«Allahü Teâlâ Mekredenlere (hile yapanlara) ceza verenlerin en hayırlısıdır.» (Enfâl sûresi, âyet: 30)
Allah, sonra Cebrail (A.S.)’ı yollayıp Kureyşlilerin meclislerinde ne olup bitti ise Hazret-i Muhammed (S.A.V.)’e bir bir haber verdi.
Mekke’den Medine’ye hicret etmeyen ashaptan yalnız Ebû Bekir-i Sıddık ile Aliyyül Murtazâ (Allah onlardan razı olsun) kalmıştı.
Hazret-i Ebu Bekir de Hicret’e hazırlanmıştı. İşlerini görüp Peygamber (S.A.V.)’den izin istedi. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) de:
— «Sabret! Sana da izin verileceğini umut ediyorum. Birlikte yol arkadaşı oluruz.» diye buyurdu. Ebû Bekir Hazretleri de:
— «Anam, babam sana feda olsun. Böyle bir ihtimal var mıdır yâ Resûlâllah?»
Hazret-i Muhammed (S.A.V.) de:

— «Evet vardır.» dedi. O zaman Hazret-i Ebû Bekir yola çıkmadı, kaldı. Sonra iki deve satın aldı. Birisini Peygamberimize 400 dirhem akçeye, birisini de kendisi için almıştı. Hatta rivayete göre ilk deveye 800 akçe vermişti. îki deveyi de bir köşeye bağladı. Ot verdi. Develer semirdi ve güçlendiler. Ebû Bekir Hazretleri de (Allah ondan razı olsun) göç vaktinin gelmesini bekledi.
Nakledilir ki, o günlerde, Ebû Bekir, şöyle bir rüya görmüştü:

—Ay gökten yere inmişti. Mekke Bathâ’sına gelmiş oradan şehre ilerlemişti. Bütün şehirlerin anası olan Mekke şehrinin sahrası, onun nurundan baştan başa aydınlanmıştı. Ay sonra yeniden gök- kubbeye yol aldı. Oradan Medine’ye indi. O şehir de nurla doldu, baştan başa aydınlandı. Gökyüzünde bir çok yıldızlar ayın hareketine uyarak yerlerinden ilerliyorlardı. Ay nice bin yıldızla havaya yükselip yeniden Mekke’ye indi. Mekke son derece aydınlanmıştı. O zamanlar Mekke’de üç yüz altmış -bir riyavayete göre dört yüz- ev ancak bulunuyordu. Ay gökte sanki on dördüncü gecesindeydi. Mekke dolaylarını da aydınlattıktan sonra Medine’ye yöneldi. Aişe Hatunun evine geldi. Yer ikiye ayrılmıştı. O da açılan o kapıya girdi ve gözden kayboldu.

Ebû Bekir Sıddık (Allah ondan razı olsun) uykusundan uyandı. Kendisini bir ağlamak tuttu. Araplar içinde söyledikleri doğru çıkan, rüya tâbir edici Müslüman birisi vardı. Rüyasını gitti, o kişiye anlattı. O da:

— O gökteki ay, Peygamber hazretleridir. O yıldızlar da Ashab-ı Kiramdır (Allah onlardan razı olsun). Hepsi de onunla birlikte Medine’ye göç etmişlerdir. Yeniden Mekke’ye dönen o yıldızlarsa Mekke’nin fetholunacağının bir delilidir. Ayın yeniden Aişe’nin (Allah o kadından razı olsun) evine inmesi, Aişe’nin Hazret-i Muhammed’in hatunu olacağına bir işarettir. (Yer yarıldı) dediğin ise o Hazret orada toprağa verileceğine bir delildir.

Hazret-i Ebû Bekir (Allah ondan razı olsun) bu yorumu öğrenince gönlünde iki üzüntünün belirdiğini duydu. Birisi vatanından ayrılmaktı. Biris de Resûlullah (S.A.V.)’in dünyada ayrılığı müfarakatiydi. Sözün kısası, Ebû Bekir Hazretleri hicretin, Medine’ye göçün kararlaşmış olduğunu bildi. Ve Hazret-i Peygamber (S.A.V.)’in buyruklarını bekledi. O vakit Cebrâil (A.S.) gökten inip Resûl (S.A.V.)’e şu âyet-i kerimeyi indirdi:
«Ey Muhammed, de ki: Ey Rabbim! Beni gireceğim kabre doğrulukla, kolaylıkla koy! Kıyamet dirilişinde beni yerden doğrulukla çıkar. Katından bana kafirleri alt edecek bir kuvvet, kudret ver.»

Cebrâil (A.S.) bu âyet-i kerimeyi bildirdikten sonra kafirlerin de bütün kasıtlarını, kötü niyetlerini haber verdi, sonra şöyle dedi:
— Hak Teâlâ (Peygamber efendimize) şöyle buyurdu; ki bu gece evinde yatmayasın. Yarın sabah yolculuğa çıkıp Medine-i Münevvere’ye yüz tutasın.

O gece Kureyş’in ileri gelenlerinden olan eşkıya ve şerir kişiler Hazret-i Peygamber (S.A.V.)’in mübarek evlerini çevirmişlerdi ve onun uykuya varmasını bekliyorlardı. O şirret kişiler şunlardı:

1- Ebû Cehil, 2- Ebû Leheb, 3- Ubey bin Halef, 4- Haccac oğulla-rından Meyser ve Münebbih, 5- Nazribnil Hâris, 6- Ukbe bin Ebi Muayt ve daha birçok şerir kişi idi.
Ebû Cehil dedi ki:

— Bu gece bekleyelim. Sabah olunca onu öldürelim. Haşimoğulları da şunu bilsin ki biz hepimiz birlikte onu öldürmüş oluruz!
Bu sırada Hazret-i Fahri Âlem (S.A.V.), Hazret-i Ali’ye (Allah ondan razı olsun) şöyle dedi:

— Yâ Ali! Bana hicrete izin verildi. Medine’ye gidiyorum. Bende olan emanetleri sana teslim edeyim. Sen onları sahiplerine verip teslim edesin. Ve benim yeşil hırkama sarıl, yerimde yat. Gönlünü kavi, güçlü tut. Sana hiçbir zarar erişmez. Sonra Medine’ye gel. Bana eriş, mülâki ol.
Hazret-i İmam Ali Murtazâ da (Allah ondan razı olsun), Hazret-i Peygamber (S.A.V.)’in buyruğuna uydu. Onun mübarek hırkasına sarındı. Yatağa yattı. O Hazretin yerine gönül rahatlığı içinde, mübarek nefsini Habib-i Ekrem (S.A.V.)’in yoluna feda etti.

Naklolunur ki: O gece Hak Teâlâ Cebrail ve Mikâil (A.S.)’lara şöyle buyurmuştur:
— Ben sizin aranızda kardeşlik yarattım. Birinizin ömrünü ötekine ziyade kıldım. Hanginiz fazla olan bu ömrü öbür kardeşine hediye edecektir?
İki Melek, Cebrâil ve Mikâil (A.S.)’lar da (onlara salât ve selâm olsun) şöyle dediler:
— Yarabbi! Hiçbirimiz hayatını başkasına veremeyiz. O zaman Hak Teâlâ onlara şöyle buyurdu:
— Niçin Ali gibi olamıyorsunuz? O, Habibim ile kardeş oldu. Nefsini Habibimin yoluna feda eyledi. Şimdi, ikiniz de varın Ali’yi düşmanlarının şerrinden muhafaza edin, koruyun.

Bu emir üzerine Cebrail (A.S.) ile Mikâil (A.S.) Hazret-i Ali’nin odasına geldiler. Cebrail (A.S.) onun başucunda, Mikâil (A.S.) da ayakucunda kendisini muhafaza altına aldılar.

Hak Teâlâ Hazretleri, Hazret-i Ali hakkında şu âyet-i kerimeyi indirdi:
«İnsanların bir bölüğü de vardır ki, Allah’ın rızasını isteyerek nefsini, Allah’a ibâdet yolunda harcar. Allah ise kullarına çok merhamet edicidir.» (Bakara sûresi, âyet: 207)
Siyer kitaplarında şöyle denilmiştir:

— Aliyyül Murtazâ, Resûl-i Ekrem (S.A.V.)’in yatağında yattığı zaman Peygamber sallâllahü teâlâ aleyhi vesellem’in yerinde yattı. Ve Peygamber (S.A.V.) evinden çıkıp Yâsin-i Şerif Sûresinden ilk âyetleri okudu:
«Yasin. Ben o hikmetle dolu olan KuPana yemin ederim ki sen, (tarafımdan elçi olarak) gönderilen Peygamberlerdensin. Doğru bir yol üzeresin. Kur’an, aziz ve çok acıyan Allah’ın indirdiği bir kitaptır.» (Yasin sûresi, âyet: 1-5)

Resulullah (S.A.V.) Yâsin’in dokuzuncu âyetinin sonuna kadar okudu. Bu âyetlerin mübarek anlamı şöyledir:
«Ey Muhammed sen, babaları Allah’ın azabı ile korkutulmamış insanları korkutasın diye gönderildin. Şundan ötürü ki onlar habersiz gafillerdi. And olsun ki bunların çoğunun üzerine azap gerçek hale gelmiştir. Artık onlar imana gelemezler. Bundan dolayı ki biz onların boyunlarına ve ellerine öyle boyunduruk, demir zincirler vurduk ki, bunlar çenelerine kadar dayanmış bulunuyor. Artık onlar kafaları ve burunları yukarıya kaldırılmış (isyancı) bir hal içindedirler. Biz onların önlerine bir sed ve arkalarına bir sed çekip kendilerini sardık. Artık (Hakkı da) göremezler.» (Yasin sûresi, âyet: 6-9)

Yâsin-i Şerifi bu mübarek âyetlere kadar okuyan Hazret-i Muhammed (S.A.V.), yerden bir avuç toprak aldı. Toprağı o şerirlerin, o zalimlerin üstüne saçtı. O gece kimin başına toprak düştü ise onlar için şöyle denilmiştir:

«O gece başına toprak düşenler Bedir gazasında öldürülüp canları Cehennem’e ısmarlanmıştır.»
Peygamber (S.A.V.) onların arasından selâmetle geçti. Hiç kimsenin de haberi olmadı. Rastgele bir kişi orada belirdi. Kureyşlilere:
— «Sizler burada ne iş için duruyorsunuz?» diye sordu. Onlar da:

— «Muhammed’i bekliyoruz!» dediler. O kişi:
— «Vallahi Muhammed (S.A.V.) sağlık ve selâmetle çıktı, gitti. Sizin başınıza da toprak saçtı!» dedi. O kişiler elleri ile başlarını yokladılar. Başlarında toprak ve kum buldular, sonra bir delikten evin içerisine baktılar. Resûlullah (S.A.V.)’in yatağında hırkasına sarınmış bir kimse gördüler:

— «İşte Muhammed yerindedir!» diyerek içeri girdiler. Hazret-i Aliyyül Murtazâ (Allah ondan razı olsun) yataktan doğruldu. O zaman o meçhul kişinin kendilerine doğru söylediğini anladılar. Hazret-i Ali’ye:
— «Muhammed (S.A.V.) nerede?» diye sordular? Hazret-i Ali (Allah onun yüzünü kerîm kılsın):
— «Beni onun muhafazasına vekil bırakmadınız ya! Neye soruyorsunuz?» dedi. Müşrikler şaşırıp kaldılar. Bir müddet Hazret-i İmam’ı hapsettiler. Sonra Ebû Leheb’in aracılığı ile Hazret-i Ali’ye sataşmaktan vazgeçtiler.
Bir gerçek rivayete göre Hazret-i Peygamber (S.A.V.) o gece gizlendi. Ertesi sabah, havanın çok sıcak olduğu bir zamanda taylasanını (sarık ucunu) mübarek başına örttü. Ebû Bekir’in (Allah ondan razı olsun) evine geldi. Hazret-i Aişe (Allah o kadından razı olsun)’den şöyle rivayet edilmiştir:

— Gün ısısında (Sıcağında) evimizde oturuyorduk. Bir kişi bize şu haberi verip dedi ki:
— Resûlullah (S.A.V.) sizin evinizi murat etmiş. Mübarek başını örtmüş, geliyor.
Oysa, Allah’ın Resulünün o vakitte gelmesi hiç âdeti değildi. Babam Ebû Bekir:
— «Anam babam ona feda olsun! Bu vakitte acaba ne iş için geliyor?» dedi. Babamın bu sözlerinin hemen ardından Hazret-i Resûlullah (S.A.V.) geldi, izin diledi, içeri girdi. Ve:

— «Kim varsa evden dışarı çıksın!» diye buyurdu. Babam:
— «Aişe ile kız kardeşinden başka kimse yoktur. Hemen emrinizi buyurun yâ Resûlâllah!» dedi. Resulullah (S.A.V.) de şöyle buyurdu:
— «Bana göç için, hicret için izin verildi, işte hicret ediyorum!» diye buyurdu. Ebû Bekir (Allah ondan razı olsun):
— «Ben senin ayağının tozunu yüzüme süreyim. Hemen mi gidiliyor?» dedi. Hazret-i Muhammed (S.A.V.):
— «Evet!» diye buyurdu. Babam sevincinden ağladı. Ve:
— «Yâ Resûlâllah! Develer hazır. Her hangisini murat edersen onu kabul eyle!» dedi. Peygamber (S.A.V.) de:
— Ben ancak bahası ile kabul ederim! dedi.
Bir rivayete göre:

— «Ben, kendimin olmayan deveye binmem!» diye buyurdu.
Hazret-i Sıddık (Allah ondan razı olsun):
— «Mübarek hatırınız nasıl dilerse öyle olsun. Devenin bahası 400 dirhem!» dedi/ )
Aişe (Allah o kadından razı olsun) der ki:
— Bundan sonra yolculuk için gereken hazırlığı tamamladık. Bir sofra yemek hazırladık, et ve ekmek düzenledik. Yolculuk için sıkıca bağladık. Babam Ebû Bekir’in en büyük kızı olan Esma, belinden kuşağını çıkardı. Azıkları bağladı.
Bir rivayete göre Esma kuşağını ikiye ayırmış, yarısını yeniden beline kuşanmış, yarısı ile de su kırbasını (matarayı) bağlamıştı, bundan ötürü kendisine iki kuşak sahibi anlamında: — «Zâtil nitâkayn!» denildi.
Bundan sonra babam Uraykıt oğlu Abdullah’ı çağırdı. Onun, yol kılavuzluğunda eşi, emsali yoktur. Parayla yol göstermek için tutuldu. O iki deveyi ona ısmarladılar ve ona:
— «İki gün sonra bu iki deveyi Sevir mağarasına getir!» dediler.
Ayrıca Âmir bin Fehr’e bir kaç koyun verdiler:
— «Bunların sütlerini her gece Sevir mağarasına getir! dediler.. Tâ ki sütlerini içelim, faydalanalım. Onları, gündüzleri sahrada otlatırsın!» dediler.
Ebû BekiFin oğlu Abdullah (Allah ondan razı olsun) yiğit bir dedlikanlıydı. Çok akıllı, güçlü pehlivan bir kişiydi. Ona da:

— «Gündüzün Kureyş’ten haber al. Gece mağaraya Peygamberlerin Seyyidine, Efendisine, bildir!» diye emir verdiler.
Bu işler görüldükten sonra Ebû Bekir (Allah ondan razı olsun) evinde bulunan parayı, yol harçlığı için aldı. Bu akçe 5.000 dirhemdi.
Esma Hatun şöyle demiştir:

— Ebû Kahâfe, babam Ebû Bekir’in babasıdır. Gözleri kör olmuştu. Bana şöyle dedi:
— Oğlum Ebû Bekir sizi fakirliğe, yoksulluğa terk ediyor. Sizin için küçük bir şeycik olsun bırakmadı!..
Ben de:

— Ey büyük baba. Babam bize çok şey bıraktı, dedim. Ve babamın, paralarını koyduğu yere taş parçaları koydum. Büyük babamın elini tuttum. Oraya ilettim. O taşların üzerine elini koydum:
— Babam, işte bu malları bizim için alıkoydu, dedim. Büyük babam Ebû Kahâfe:
— Öyleyse gam yemeyin. Bu kadar mal size yeter! dedi.

Safer ayının yirmi yedinci pazartesi gecesi Resulullah (S.A.V.) ve Ebû Bekir, evin büyük kapının küçük oyma kapısından çıkarak Sevir mağarasına doğru ilerlediler. İkisi de parmaklarının ucuna basarak gidiyorlardı. Çünkü ayaklarının izlerinin belli olmasını istemiyorlardı. Hazret-i Ebû Bekir, kimi ilerliyor, kimi geri gidiyor, kimi de sağa, sola sapıyor. Sonra oradan dönüyordu. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) ona bu hareketinin sebebini sordu: O da:

— «Ey Allah’ın Resulü! İleriden bir kişinin gelmesinden korkuyorum. Ya da ardımızdan bir kişinin erişmesini gözlüyorum.Veya sağdan, soldan bize bir pusu kurulmasına bakıyorum. Eğer bir kötülük erişirse bana erişsin. Seni korumak, muhafaza etmek için bu hareketleri yapıyorum!» dedi.
En sonunda Sevir dağı çevresine eriştiler. Peygamber (S.A.V.)’in ayaklarındaki nâleyn, (Nalın ayakkabı) dar gelmekteydi. Mübarek ayakları yaralanmıştı. Nalın da parçalanmış bulunuyordu. Ve ayağından kan akıyordu.
Ebû Bekir (Allah ondan razı olsun) Hazret-i Muhammed (S.A.V.)’i mübarek sırtına aldı. İncitmeden Mağaranın kapısına koydu. Ve:
— «Yâ Resûlallah! dedi. Siz burada durunuz. Mağaraya ilk önce ben gireyim. Gecenin karanlığı var. Mağaranın içi de böceklerden uzak kalmış değildir, gireyim orasını temizleyeyim!» dedi. Sonra mağaraya girdi. Bir harap, yıkık yer gördü. Nice zamandır insan ayağı basmamış, terkedilmiş, dar bir yerdi. Duvarda birçok delikler vardı. Bunlar yılan ve akrep yuvası olmasından korkulurdu. Hazret-i Ebû Bekir, sırtındaki hırkayı çıkardı. Onu parçaladı. Delikleri elle yokladı, onları o hırka parçaları ile tıkadı. Bu hırka, bir siyer-i nebi açıklamasına göre, çok pahalı ve değerli bir cinstendi. Ebû Bekir (Allah ondan razı olsun) bütün delikleri yoklayıp tıkadı. Tıkanmayan yalnız bir delik kalmıştı ki ona hırka parçası yetişmemişti. Kendisi de o deliğe ayağını koyarak kapattı. Sonra:

— «Yâ Resûlâllah! Şimdi saadetle içeri buyurun!» dedi.
Hazret-i Muhammed (S.A.V.) içeri girince, hemen mağaranın kapısında Allahü Teâlâ’nın buyruğu ile Muğaylan cinsi dikenli bir ağaç yerden bitti. Mağarayı perdeledi. Bir örümcek de geldi. Mağaranın kapısına ağ kurdu. Bir çift yaban güvercini geldi. Mağaranın eşiğinde yuva kurdu. Dişi güvercin de yumurtladı. Böylece düşman şerrinden onları kurtarmış olacaklardı. Hasılı, o gece, mağarada Hazret-i Ebû Bekir’in ayağı ve ökçesiyle tıkadığı delikten ansızın bir yılan çıktı. Onun mübarek ayağını ısırdı. O mübarek gözünden de çaresiz gözyaşı geldi. O vakit iki cihan sultanı (S.A:V.) mübarek başını Ebû Bekir’in omuzuna dayayıp uykuya dalmıştı. O anda mübarek yüzüne bir damla yaş düştü. Gözünü açtı:
— «Bu gözyaşı ne yâ Ebâ Bekir?» diye sordu. O da:
— «Bir yılan ayağımı ısırdı ey Allah’ın Resulü!» dedi. Muhammed (S.A.V.) hemen mübarek ağızın tükürüğünden o yaranın üzerine sürdü. Ağrı, sızı o anda kesildi, şifa buldu.

Böylece sabah olmuştu. Hazret-i Muhammed, Ebû Bekir sırtında hırkasının olmadığını gördü. Sebebini sordu. O da olanı, biteni anlattı. Hazret-i Peygamber (S.A.V.), Sıddık’a dua etti.
Esma Zatül Nikateyn der ki:
— Hazret-i Resûl-i Ekrem (S.A.V.) babamla birlikte gitmişti. Ertesi sabah Kureyşli halk, babamın o Hazrete karşı olan sadakatini bildikleri için, toplu bir halde gelip kapımızı vurdular. Ben dışarı çıktım:
— «Baban nerededir?» diye sordular. Ben:
— «Bilmiyorum!» dedim. Ebû Cehil melunu bana bir yumruk savurdu. Kulağımdan küpem düştü. Ebû Cehil Kureyşli kavmine:
— «Mekke’nin alt ve üst yanlarında nida edilsin. Her kim Muhammedi ve Ebû Bekir’i getirirse ona yüz deve vereyim. Her kim bizi onlara iletirse ona da yüz deve ihsanım var.» dedi.

Kureyş’in delikanlıları ellerine kılıçlarını aldılar. Mal tamahiyle dört bir yöne gittiler. Ebu Kerz adında birini buldular ki bu, ayak izlerinden anlayan bir kişiydi. Bu adam ayak izlerine baka baka Kureyşlileri mağara kapısına kadar götürdü:
— «Aradıklarınız buradan ileri gitmemiştir. Ya gökyüzüne çıkmış, ya da toprağın altına girmiştir!..» dedi. Bir rivayete göre bu kişi:

— «Sizin aradıklarınız bu mağaranın içindedir!» demiştir.
Fakat müşrikler güvercin yumurtasını ve örümceğin kapıya perde çeken ağını görünce o iz kollayana:
— «Sen kocamışsın! Hem de bunamışsın. Aklın bozulmuş. Daha Muhammed doğmadan önce bu örümcek burada yuva yapmış, ağ kurmuş olacak!» dediler.
*
Nekledilir ki, müşrikler, o Allahü Teâlâ’ya ortak koşanlar, Hazret- i Muhammed (S.A.V.)’e kırk adımdan daha az yaklaşmışlardı. Ebû Bekir gelenlerin seslerini de işitmekteydi: İz arayıcı:
— Aradıklarınız burdan ileri gitmedi! diyordu. Bu sözden Ebû Bekir çok üzüldü, çok mahzun oldu ve ağladı, gözyaşı döktü. Hazret-i Habib-i Ekrem ona:
— «Niye ağlıyorsun?» diye sordu. O da:
— «Size bir zarar erişmesinden korkuyorum. Ve bu İslâm dini ortadan kalkar, diye korkuyorum!» dedi. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) ona:
— «Gam çekme, üzülme sen! Allahü Teâlâ bizimledir.» dedi. Ebû Bekir de:
— «Yâ Resûlâllah! Eğer ayaklarının altına baksalar bizi görürler!» dedi. Peygamberimiz (S.A.V.) de şöyle buyurdu:

— «Ey Ebû Bekir! Sen, üçüncüleri Allah olan şu iki kişiyi ne sanıyorsun?» dedi.
Ebû Bekir Hazretleri bu sözlerin manasım anladı. Ve: — «Allahü Teâlâ bizimle mi birliktedir?» diye sordu. Resûlullah (S.A.V.) de:
— «Evet, birliktedir.» dedi. Hemen gözlerinin yaşlarını sildi. Kendi dilediği şeyleri vermesini Cenab-ı Allah’a bıraktı.
Rivayet edilmiştir ki; İmam Haşan Basri (Allah ondan razı olsun) her ne zaman Hazret-i Ebû Bekir’in ağladığını ansa o da ağlardı. Ve onun mübarek gözyaşlarını sildiğini anlatsa kendi gözlerinin yaşını silerdi.

Nakledilir ki, izlerden anlayan:
— «Aradığınız buradadır.» dediği ve ısrarda bulunduğu zaman müşrikler mağaranın kapısına geldiler. Güvercin uçtu yumurtasını gördüler.
— «Eğer bu mağaraya Muhammed girseydi yumurta parçalanırdı, örümcek ağı da büzülürdü!» dediler.
Hazret-i Resulullah (S.A.V.) de Hak Teâlâ’nın böyle bir örümcek ağı ile ve güvercin yumurtası ile kendisini koruduğunu anladı. Güvercine dua etti.

Derler ki:
— Mekke-i Mükerreme Harem’inde olan güvercinler o mağara çiftinin neslindendir. O dua bereketiyledir ki öldürülmekten ve yenilmekten tâ Kıyâmet’e kadar uzak kaldılar.
Örümcek hakkında da Hazret-i Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:
— Ankebût (örümcek) Allahü Teâlâ’nın askerindendir. Onları öldürmeyiniz. A’lâmül-Verâ (Halkın en faziletlileri) adındaki kitapta rivayet edilmiştir ki; kâfirler mağaranın kapısına gelince bir melek, insan şeklinde gelip onlara:
— «Muhammedi burada aramayın! Şu çevrelerdeki mağaralarda arayın, yoklayın!» dedi. Bu sözle Kureyş topluluğu dört yöne dağıldılar. Hazret-i Resûl-i Sakaleyn (İnsan ve cin taifesinin Peygamberi) (S.A.V.) Ebû Bekir Hazretiyle düşmanların şerrinden kurtularak Hak Teâlâ tarafından korunmuşlardı.
*
Nakledilir ki, Hazret-i Resulullah (S.A.V.) o mağarada üç gün, üç gece kaldı. Her gece Ebû Bekir’in oğlu Abdullah (Allah ondan razı olsun) geliyor, hizmette bulunuyor, seher vaktinde çıkıp Kureyşlileriıı arasına karışıyordu. Onların arasında ne olup bitiyorsa babasına söyler ve bildirirdi.

Fehr oğlu Âmir ise Ebû Bekir Hazretlerinin kölesiydi. O da etrafta koyunları otlatıyor, gece ilerleyince koyunları mağaranın kapısına götürüyordu. Onlar da sütlerini sağıyorlar, o sütleri içiyorlardı.
Üç gün sonra Hazret-i Server-i Âlem (S.A.V.) Medine-i Münevvere yönüne yüz tuttu. Bu yolculuk hikâyesinin güzel nükteli görüntüleri vardır. Sekiz güzelliği anlatıyoruz.