İshak İkiz Evlâda Kavuştu

By | 3 Mart 2015

ishak-ikiz-evlada-kavustu   Kırk yaşında Rebeka ile evlenen İshak’ın ise tam yirmi yıl çocuğu olmamıştı. Kendisi artık altmış yaşına gelmişti. Her gün Yüce Rabbe el açıyor:
— Yarabbi! Bana bir evlât ver! Kısır olan karım Rebeka’yı zürriyet iehibi kıl! diye niyaz ediyordu.
Sonra kendi kendisine:
— Ey Allah’ım! Bana evlât vereceğine, zürriyetimin çoğalacağına :man ediyorum. Bunu babam İbrahim’e vadetmiştin. Bir zamanlar enam Sâre de kısırmış. İhtiyarlığında beni doğurmuş. Elbet, ben de evlât sahibi olacağım! diyor, sabrediyordu.
Yüce Allah İshak’m «Yarabbi, bana bir evlât ver!» diyen son duasını kabul etti. Rebeka, bir gün karnının büyüdüğünü, gebe kaldığını hissetti. İshak’a koştu:
— Kocacığım, ben gebeyim! Karnımda ayak ilişmesi var! dedi.
Rebeka haklı idi… Allah ona hem de ikiz çocuk verecekti.. Onun karnındaki itişmeler iki çocuğun dört ayağının itişmesi idi. Rebeka:

— Birden fazla çocuğumun olmasında elbette bir hayır var! dedi. Bunu Rabbine sorarak:
— Yarabbi! dedi. Karnımda çekişmeler oluyor. Niçin bu halde oldum ben?
Allahü Teâlâ da ona şu cevabı verdi:
— Senin karnında iki çocuk var. Bunlar iki millettir. Senin karnından iki kavim ayrılacak, bir kavim öbür kavimden güçlü olacaktır. Büyüğü, küçüğüne hizmet edecektir. Kul olacaktır.
Aradan dokuz ay on gün geçti. Rebeka’nın doğuracağı gün gelmişti.
Rebeka lohusa döşeğine yattı. Doğacak çocuklarını bekledi. Saati gelince birinci çocuk dünyaya gözlerini açtı. Bu kırmızı renkte ve her
* Saffat sûresi, âyet: 108-109
tarafı tüylü bir çocuktu. Bu çocuğun adı İs konuldu. İs, tüylü çocuk demektir.
Rebeka, az sonra ikinci çocuğunu da doğurdu. Bu çocuk doğarken İs ana karnından tamamen çıkmış, ayağını da doğmakta olan çocuk tutmuştu. Bu ikinci doğana da «Topuk tutan» mânasına gelmek üzere Yâkub adı verildi.
Bebekler yavaş yavaş büyüdü. Yıllar geçti. Delikanlı oldular.
İs hünerli bir avcı oldu. Sahraya gidiyor, av avlıyordu! Onun neslinden sarışın çocuklar dünyaya geldi.
İs’in kardeşi Yâkub, uysal bir delikanlı idi. Öyle vahşî hayvanlarla uğraşacak, dağlarda dolaşacak karakterde değildi. O, günün uzun saatlerinde çadırda otururdu. Babası İslıak, kendisine av avlayıp getiren İs’i çok sever idi.
— Benim oğlum yaman bir avcı, bana en güzel av etleri yediriyor! derdi, onu okşardı. Rebeka ise, uysal oğlu Yâkub’u dizinin dibinden ayırmazdı. O da onu çok severdi. .
Bir gün evde oturan Yâkub evde çorba pişiriyordu. Her tarafı mis gibi bir çorba kokusu sarmıştı. Bu sırada avdan dönen İs:
— Açlıktan bayıldım! dedi. Yâkubçuğum! Bana pişirdiğin bu kızıl çorbadan ver, yiyeyim. Çünkü nerdeyse bayılacağım!
Yâkub pişirdiği çorbadan bir kâseye koyup:
— Sana bu çorbadan veririm ama ilk çocuk olma hakkını bana sat! dedi.
İs:
— Kardeşim, ben açlıktan ölmek üzereyim. Sanki anamın ilk çocuğu olmak hakkı bana ne kazandırdı? dedi.
Yâkub:
— Öyleyse önce ilk oğulluk hakkını bana verdiğine yemin et! dedi.
İs de bu hakkı Yakub’a sattığına yemin etti. Yakub da:
— Şimdi al sana ekmekle mercimek çorbası! dedi. Dumanı tüten çorbadan bir kâse doldurdu, kardeşi İs’e verdi..
Oda:
— Oh, ne güzel olmuş bu çorba! diyerek iştah ile ekmeğini bandırdı, yedi. Çorbayı da kâseyi kaldırıp kaldırıp içti. İs bu suretle ilk (oğulluk) hakkını hor görmüştü.