Hz. Musa Medyen’den Ayrılıyor Tûr-İ Sinaya Geliyor

By | 9 Mart 2015

hz-musa-medyenden-ayriliyor-tur-i-sinaya-geliyor   Bu on yıllık çalışmadan sonra Hz. Musa kaynatasına:
— Bana karımla izin veriniz. Birlikte yanınızdan ayrılıp çıkalım, gidelim! dedi. Şuayb Peygamber de bunu kabul etti. Karı, koca Medyen’den ayrıldılar. Ehramlar ülkesi Mısır’a doğru ilerlemeye başladılar. Hz. Musa bu on yıl çobanlık müddeti içinde düşüncelerini arttırmış, bilgisini gönlünde taşımıştı.
Karı koca, kış mevsiminin bir serin gününde, ilerleyip gidiyorlardı Bir kadir gecesi sahrada çadır kurdular. Safura, hastalık belirtileri göstermeye başladı. Belki de soğuk almıştı. Şaşkın şaşkın etrafa rakıyorlardı.
Hz. Musa ileride bir aydınlık gördü. Tûr-i Sina yönünde bir ateş parlıyordu.
Eşine:
— Ya Safura! dedi. Ben ileride bir ateş gördüm. Sana ya oradan yolumuz hakkında bir haber, ya da ateşten bir parça getiririm. Sen de ısınırsın! dedi/ )
Hz. Musa aydınlık veren ateşe doğru ilerledi. Safura’yı orada bıraktı. O aydınlığa yaklaşınca o nurun, kutsal vadinin sağ taraftaki kıyısından yeşil bir ağaçtan çıktığını ve gökyüzüne doğru fışkırdığını gördü. Ağacın yanından kendisine bir ses geldi. O ses şöyle diyordu:
— Ey Musa! Ateş de, onun çevresindekiler de kutlu kılındı…
Kuran-ı Kerîm şöyle buyurmaktadır:
«Oraya varınca, kutsal yerde bulunan vadinin sağ tarafındaki ağaçlar yönünden şu nida geldi:
“Ey Musa! Şüphesiz ben Alemlerin Rabbi olan Allah’ım.”»
• Kasas sûresi, âyet: 30)
Nur alev, Allah’ın Meleği idi. Hz. Musa’ya ağaç yeşilliği içinde ateş halinde görünüyordu ve ağacın ne yaprağını, ne dalını, ne de yemiş-lerini yakıyordu.
Allahü Azimüşşan KuPanda şöyle buyurur:
«Musa ateşe varınca kendisine şöyle seslenildi. Ya Musa! Ben senin Rabbinim. Ayaklarındaki nalınları çıkar. Sen, kutsal vadide Tuvâ’dasın.» (Tâhâ sûresi, âyet: 11-12)
«Ve ben seni Peygamberliğe seçtim. Şimdi sana vahyolunacak buyruğu dinle. Ben gerçekten ALLAH’IM. Benden başka hiç bir Allah yoktur. Sen bana ibadet kıl. Beni zikretmek için ibadetini dosdoğru yap.» (Tâhâ sûresi, âyet: 13 -14)
Allahü Teâlâ Musa’ya olan emirlerine şöyle devam etti: «Muhakkak ki beklenen saat gelecektir. Onu nerede ise açığa vuracağım ki herkes yaptığının cezasını bulsun. O (saatin) geleceğini inanmayanlar, kendi havalarına uyanlar seni ona uymaktan vaz geçirmesinler. Yoksa sen de helak olursun.
Sonra Allahü Teâlâ Musa’ya şöyle sordu:
«Ey Musa! O sağ elindeki nedir?»
Hazret-i Musa, Allahü Teâlâ’nm bu sorusuna şu cevabı verdi:
«Bu, benim asamdır. Ona dayanır, koyunlarıma onunla ağaçtan yaprak dökerim. Başka işlerim için de onu kullanırım!» (Tâhâ sûresi, âyet: 18)
Hazret-i Musa bu cevabı verince Allahü Teâlâ’dan şu emir geldi: «Ey Musa! Onu elinden, bırak! Hz. Musa elindeki asayı yere bıraktı. Asâ birdenbire yılan oldu, sıçramaya başladı.»

Kuran-ı Kerîm buyurur ki:

— «Allahü Teâlâ Musa’ya:

— “Tut onu! Biz onu yine eski haline getireceğiz!” diye buyurdu.»

Musa, bıraktığı değneğinin yılan gibi hareketlerde bulunduğunu görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı.

Allah: — «Ey Musa! Korkma! Benim katımda Peygamberler korkmaz! Bundan yalnız haksızlık eden uzaktır. Kötü hali iyi hale çeviren (tevbede bulunan) kimse bilsin ki ben, hiç kuşku yok, bağışlayıcı, merhamet ediciyim.

Cenâb-ı Hak, Musa’ya olan buyruğuna yine devam buyurdu: «Elini koynunun yakasına sok. Kusursuz, parlak ve bembeyaz olarak çıksın. Sana ve başkalarına korku hali gelirse onu tekrar koltuğunun altına sok. İşte bunlar, asâ ile el, Firavun’a ve onun ileri gelen kimselerine Rabbimin iki açık mûcizesidir. Onları imana çağırdığın vakit bunları mucize olarak gösterirsin!»
Hz. Musa:
— «Ey Rabbim! dedi. Ben onlardan birini öldürmüştüm. S: rkarım ki onlar da beni öldürürler. Kardeşim Harun’un dili benden düzgün ve açıktır. Onu da bana yardımcı olarak ; : nder ki beni tasdik ve teyid etsin. Ben onların beni yalancı «aymalarından korkarım.» (Kasas sûresi, âyet: 33-34)
Hak Teâlâ:
— «Senin kolunu kardeşin (Hârun) ile güçlendireceğiz. Size öyle bir kuvvet ve üstünlük vereceğiz ki, onlar size bir kötülük yapamayacaklardır. Bu âyetlerimizle gidiniz ve ikinize size uyanlar üstün geleceksiniz.»
Musa (A.S.)’m Rabbi ile olan bu konuşması TAHA sûresinde daha genişçe şöyle bildirilmektedir:
— Yâ Musa! Firavun’a git! Çünkü o gerçekten! azdı. Rabbim, göğsüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimden
«u ukdeyi, düğümü çöz ki sözlerimi iyi anlasınlar. Bir de bna benim ailemden bir vezir yap, yâni kardeşim Harun’u!
Onunla arkamı güçlendir. Onu, din buyrukları işinde bana eslik eyle. Öyle ki Seni çok teşbih edelim. Seni çok analım. Dilimizle zikredelim.
Şüphe yok ki sen bizi görüp duruyorsun.» (Tâhâ sûresi, âyet: 25-35)
Allah-ü Teâlâ da Musa (A.S.)’a şöyle buyurdu:
— Ey Musa! Dilediklerin sana verilmiştir.
Hz. Musa Rabbi ile bu konuşmasından sonra oradan ayrıldı, içinle Yüce Allah ile konuşmasıyla doğan bir heyecan, gözünde yılan Yan asasının ve koynuna sokunca kar gibi bembeyaz kesilen elinin hayali vardı.
Hazret-i Musa, kendisinin Allah’ın elçiliği ile müjdelenmesinden ve
— ucizeler sahibi olmasından içinde nurlar çağıldadığını duydu. Sonra ileride bıraktığı ailesinin yanına döndü. Karısını ve oğullarını aldı. Yürümeğe başladı. Tuva (Tur) vadisi gerilerde kaldı. Şimdi Mısır yolunu tutmuşlardı. Yolda eşine Yüce Allah ile konuşmalarını anlattı. Kalbi heyecan içindeydi. Şuayb Peygamberin kızı da heyecana kapıldı:
— Allah yardımcımız olsun ya Musa! dedi.
Küçük kafile bir gece bindikleri eşekleriyle birlikte Mısır’a geldiler. Mısır kapılarından içeri girdiler. Hz. Musa karanlıkta bir evin kapısına gelerek o ev sahibi kadına:
— Tanrı misafiriyiz biz! Bizi kabul etmenizi diliyoruz! dedi. Kadın da onları şefkatle konukladı. Oysa, bu ev kendi annesinin eviydi. Fakat Hz. Musa ev sahibi kadının kim olduğunu bilememişti. Annesi ile ev halkı bir sofra başında mercimek çorbası yemeğe başlamışlardı. Hz. Musa eşi ve çocukları da avluda bir köşeye kondular. Hz. Musa’nın kardeşi Harun da evdeydi ve yemek yiyen annesinin yanma gelmişti. Hz. Musa’nın anasına:
— Kim bu konuklar ana? diye sordu. Annesi:
— Allah konukları işte! dedi.
— O halde onları da soframıza çağıralım.
Harun, böyle söyleyerek gitti. Kardeşi Musa’nın avludaki oturduğu köşeye geldi:
— Ey sevgili konuğumuz! dedi. Gel sen de soframızda çorbamızdan iç!
Hz. Musa kalktı ve kardeşi Harun ile birlikte anasının sofrasına gitti. Harun:
— Uzun bir yoldan geldiğiniz çektiğiniz meşakkatten belli! Acaba siz kimsiniz? diye sordu.
Hz. Musa:
— Ben Musa’yım! dedi. Harun o zaman yerinden fırladı:
— Musa, kardeşim! Sen misin? Ayrılık yılları seni bana tanıttırmadı. Ben kardeşin Harun’um! dedi.
İki kardeş hemen kucaklaştılar. Hz. Musa Tûr-i Sina’da Allah’ına söylediği sözleri hatırladı. O, evet, böyle yakarmıştı:
«Ey Yüce Allah’ım! Sen benim göğsüme ferahlık, genişlik ver. İşimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz. Çöz ki sözümü anlasınlar. Yakınlarımdan birini, kardeşim Harun’u bana vezir yap ki onunla sırtımı sağlamlaştırayım.» demişti.
Hz. Musa, kardeşi Harun’u böyle karşısında ve kucağına atılmış olarak görünce Yüce Rabbine Tûr-i Sina’da ettiği duanın kabul edildiğini anladı:
— Allah’ım, sana şükürler olsun! dedi. Sonra Harun’a döndü:
— Ey Harun! Rabbim bizi Firavun’u imana çağırmasıyla ödevlendirdi. Sen, benimle birlikte Firavun’un katma geleceksin! dedi.
Hârun da:
— İşittim. Emre boyun eğiyorum! diye cevap verdi.
Hz. Musa ile Hz. Harun’un annesi onların sarmaş dolaş olmasını
konuştuklannı duyunca hemen heyecanla sofra başından kalktı:
— Evlâdım Musa! diye bu küçük ve yıllardır yanından ayrı kalan evlâdını hasretle kucakladı. Sonra âdeta yalvarırcasına iki çocuğuna:
— Allah aşkına Firavun’un katına gitmeyiniz! Eğer giderseniz o öldürür! dedi.
Hz. Musa:
— Hayır ana! Biz ikimiz de onun katma gideceğiz. Bu bize Allah’ın emridir! diye cevap verdi.
Eki kardeş, ev halkını sofra başında bırakarak geceleyin evden ayrıldılar. Doğruca Firavun’un sarayına geldiler. Kapıyı çaldılar. Nöbetçiler  korktu. Firavun da saray kapısının vurulan tokmağının sesini duymuştu. Bu ses sanki kalbinde gümbür gümbür etti. O da korktu Onun da yüreğini tıpkı saray nöbetçileri gibi bir korku sardı.
— Bu saatte, gecenin bu geç vaktinde benim kapıma gelen, tokmağı vuran kimdir! diye bağırdı.
Nöbetçi, kapıyı açtı. Hz. Musa ile Hz. Harun’un yanına geldi. Onurla konuştu:
— Kimsiniz sizler! diye sordu. Hz. Musa:
— Biz Yüce Allah’ın elçileriz! dedi.
Nöbetçi bu sözü işitince daha çok ürktü. Hemen Firavun’un yanına koştu, dedi ki:
— Efendimiz, dedi. Kapıda bir deli kimse var. «Ben Allah’ın elçisiyim!» diyor.
— Getir o kimseyi bana! diyen Firavun Hz. Musa’nın yanma gelmesine izin verdi.
Hazret-i Musa Firavunun yanma gelince, Allah’ın kendisine yardımcı olmasiyle ve kendisine verdiği güçle, hiç kekelemeden:
— «Biz Allah’ın, bütün âlemleri yaratan Rabbin elçisiyiz! Israiloğullarının bizimle gelmesine izin ver. Onlara işkence etme! Biz sana Rabbimizden, bir mucize ve âyetle geldik. Selâm doğruya, doğru yolu bulanlara.» (Tâhâ sûresi, âyet: 47)
Ve Musa (A.S.) sözüne şunu da ekledi:
— «Doğrusu bize, Peygamberleri yalanlayıp Hak Teâlâ’dan yüzçevirene azap çektirileceği vahyolundu.»(1)
Firavun:
— Biz seni küçükken eğiterek büyütmedik mi? Sen ömrünün en çok yılını aramızda geçirmiş değil misin? diye sordu.
Hz. Musa:
Evet! diye cevap verdi.
Firavun sonra sözlerine şöyle devam etti:
— Sen katlandığın o işi de yaptın. Bir adamımı öldürdün. Ninelerimi küfranla karşıladın. Bizim dinimize göre kusur işledin sen!
Hz. Musa:
— Ben o adamı öldürdüğüm zaman henüz bilgisiz bir gençti.Sizden korktum ve kaçtım. Sonra Yüce Allah Hikmet ve Peygamberlik ihsan etti. Sizin aranızda büyümemi bir nimet sayıyorsan bunun sebebi İsrailoğullarını kul, köle edinmendi.
Firavun:
— Bütün âlemleri var eden Allah nedir? diye sordu.
Hz. Musa da:
— O Yüce Allah göklerle yerin arasındaki her şeyin Allah’ıdır. Bunu takdir edersiniz ve anlarsanız eğer! dedi. Firavun yanındakilere döndü:
İşitiyorsunuz değil mi? diye sordu.
Hz. Musa ile Firavun arasında daha birçok tartışma oldu. Hz Musa Firavun’a:
Yüce Allah, sizin de Rabbiniz, geçmiş atalarınızın da Allah’ıdır! dedi.
Firavun dedi ki:
— Bu Peygamber değil, mutlaka delidir! Hz. Musa:
— Evet, O Yüce Rabbimiz, Doğu’nun da, Batı’nm da, aralarında her şeyin de Rabbidir. Buna akıl erdiremiyor musunuz? dedi.
Firavun:
— Benden başka birisini kendine tapacak edinirsen seni zindanlara atarım! dedi.
Hz. Musa da cevap verdi:
— Sana apaçık delil ve hakikatler gösterirsem sen ne yapacaksır Bana iman eder misin?
Firavun:
— Sözün gerçekse bu dediğin mucizeyi ve delili göster! dedi.Hz Musa da elindeki değneği yere attı. Asası hemen koskocaman bir yılan oldu. Yılan ağzım açtı. Şimdi koskoca bir ejderhaydı. Alt çene kemiğini yere dayamıştı. Üst çene kemiğini de Firavun’un sarayının en yüksek tepesine uzattı, koydu. Sonra da Firavun’u kapıp yutmak Çizere de onun üstüne yürüdü. Firavun korktu. Geri çekilmek üzere verinden sıçradı. Ödü patlamış, donları dolu dolu olmuş, ağırlaşmıştı.
Firavun:
— Yâ Musa! diye haykırdı. Yılanı tut, sana iman edeceğim. Ve İsraıloğullarını da seninle birlikte göndereceğim! dedi.
Hz. Musa:
— Mademki öyle! dedi. Elini yılana uzattı. Yılan asâ şekline döndü.
«Elini koltuğunun altından dışarı çıkardı. Bakanlara pırıl pırıl parlayan bembeyaz bir el göründü.»
Bir kol ki ak bir mum gibiydi. Bir kol ki beyaz bir nur direği gibi gözler önünde parıldadı.
Görenlerin hepsi de:
— Bu ne kadar bembeyaz bir kol! dediler.
Firavun’un dili tutulmuş gibiydi. Hz. Musa’ya eli bile dokunamamıştı.
Firavun, ant içtiği halde bu iki mucize karşısında da imana gelmemişti. Çevresindeki memleket ileri gelenlerine:
«Musa’nın iyi bir sihirbaz olduğu hakikattir! Büyüsü ile sizi bu toprağınızdan çıkarmak istiyor. Bu yolda siz neler düşünüyorsunuz?»
Onlar da:
— «Bu, düzme bir büyüden başka bir şey değildir. Biz eski atalarımızdan böyle birşey işitmedik!» dediler.
Hz. Musa da:
— «Kimin hidayetle kendi nezdinden geldiğini, hayırlı akıbetin kime nasip olacağını benim Allah’ım en iyi bilendir. Zâlimler asla kurtuluş bulmazlar!» dedi. (Kasas sûresi, âyet: 37)
O zaman Firavun tekrar yanındaki adamlara döndü:
— «Ey ileri gelen kimseler! dedi. Sizin benden başka tapacağınız kimse olduğunu bilmiyorum. Ey Hâman! Benim için çamur üstünde ateş yak. Tuğla hazırla. Bana öyle yüksek bir
köşk yap ki üstüne çıkayım, Musa’nın Rabbine bakayım. Ben Musa’yı yalancılardan sayıyorum.»
Hz. Musa ağabeyi Hz. Harun’u yanma alarak saraydan ayrıldı, ikisi birlikte ana evlerine döndüler.
Bir rivayete göre Hz. Musa ile Hz. Harun Firavun’un sarayına girmek iznini almak için iki yıl uğraşmışlardı. Bunun için her gün sabahları, akşamları Firavun’un sarayının kapısını aşındırıp durmuşlardı. Kimse Firavun’un katına çıkıp da:
— İki kişi sabah, akşam sarayın kapısına geliyor, sizinle görüşmek istiyor! demek cesaretini gösterememişti. Nihayet bir gün Firavun’un palyaçolarından birisi ona kahkahalar attırdığı sırada güldürücü adam:
— Ey hükümdar! dedi. Kapıda tuhaf sözler söyleyen, «Âlemlerin Rabbinin elçisiyiz!» diyen biri var. Böylece senden başka da dünyada Allah olduğunu söylüyor!.
Firavun:
— Öyle mi? Onu yanıma getiriniz! dedi ve katına aldı.