Hicretin Birinci Yılı : Selman-ı Farisi’nin İslam’a Gelişi

By | 18 Mart 2015

hicretin-birinci-yili-selman-i-farisinin-islama-gelisiİbni Abbas (Allah ondan razı olsun) rivayet eder ki:
— Selmân-ı Fârisi (Allah ondan razı olsun) bana şöyle dedi:
— Ben bir bahçıvan oğluydum. İsfahan köylerinden Hay adındaki köyde babam mal sahibi bir kişiydi. Bana gayet çok sevgisi vardı. Ateşe tapardı. Gece-gündüz beni evden dışarı bırakmazdı. Evde ateş yakar, ona tazimde bulunurdu. İbâdeti ile vakit geçirirdi. Babamın tarlaları vardı. Her gün, onları yoklamaya ve onarmaya giderdi. Bir gün bir işi çıktı. Beni tarlaya gönderdi. Ve:

— “Tez dön, tez gel!” diye tenbihte bulundu. Evden çıktım. Tarlaya doğru gittim. Yolda Nasranor (Hıristiyan) kiliselerinden bir tapınağa rastladım. Bazı Nasârâ İncil okuyor, kimisi de ibadette bulunuyordu. Onların bu halleri bana güzel göründü. Tarla işlerini görüp o tapmağa döndüm. Kimi Hıristiyanlardan:

— “Bu ne dinidir?” diye sordum. Onlar da:
— “İsâ dinidir!” dediler. İçimde o dine karşı bir eğilme uyandı. Kalbim ateşe tapmak ibadetinden soğudu. Halimi onlara söyledim. Ve:
— “Benim burada babam var. Nasârâ dinine girmeye beni bırakmaz, kendisi ateşe tapmaktadır!” dedim. Onlar:
— “Bu dinin en yücesi Şam şehrindedir. Bir kervan o yöne giderken sana haber verelim!” dediler. Ben de oradan eve döndüm. Babamı çok üzüntülü, sıkıntıda gördüm. Dört çevreye adamlar göndermiş. Beni arattırmış. Haberimi sordurmuş. Hiçbir haber alamayınca adamları geri dönmüşler. Eve geldiğim zaman babam bana:

— “Neredeydin? Niçin sözümü tutmadın?” dedi. Olanı-biteni ona söyledim. İçimde doğan duyguyu, eğilimimi ona haber verdim. Babam bu sözümden çok değişik bir hal aldı. Birçok kelimelerle beni azarladı. Kendi dinini övdü. Onların dinine sövdü. Ama onun sözleri bana hiç tesirli olmadı. Babam benim bu halimi gördüğü için evden kaçmaktan başka çaremin kalmadığını düşünerek ayaklarımı bağlattı. Beni hapsetti. Ben, o Nasâra’ya haber yolluyor ve kervandan haber soruyordum. En sonunda, o günlerde Şam’dan kervan gelip yine geri dönmek istemiş. Nasârâ bana haber yolladı. Ben hileyle kendimi iplerden kurtardım ve kafile ile Şam’a gittim. Ve:

— “Nasârâ’nın en faziletlisi ve en çok bilgin olanı kimdir?” diye sordum. Beni bir kilise rahibine götürdüler. Varıp halimi ona bildirdim. Olanı – biteni baştan başa ona anlattım. Ona:

— “Bana Nasârâ dinini ve Nasârâ şeriatını anlatır mısınız?” diye ricada bulundum. O da beni kabul etti. O rahibin hizmetine girdim. Lâkin o rahip, çevreden -fukaraya verilsin diye- ne kadar sadaka, yardım gelse kimseye vermez, kendisi için onları toplardı. Hatta yanındaki yedi küp, altınla dolmuştu. Bundan ötürü kalbimde ona düşmanlık belirdi. Bu rahip ölünce Hıristiyanlar toplandı. Onun teçhiz ve kefenlenmesine başlandı. Ben onlara rahibin malını haber verdim. Hepsini o malın üzerine ilettim. Onlar:

— “Bu adamı gömmeyelim!” diye yemin ettiler. Ağaca asıp taşa tuttular. Yerine de başka bir rahip getirdiler. Bu, gayet ibadete düşkün ve zahit bir kişiydi. Benim kalbimde sevgisi çok perçinleşti. Bir nice zaman onun hizmetinde kaldım. Onun da âhiret’e göç zamanı geldi. Ben:
— “Sizin bu kadar zamandır hizmetinizde bulundum. Şimdi öteki dünyaya göçmek dem’i geldi. Beni kime sağlık verirsiniz?” dedim. Oda:
— “Vallahi, şimdi dünyadan el çekip öteki dünyayı isteyen var mıdır. Rabbine ibadet yolunda doğru kalan bulunuyor mu bilmem! Ama Musul şehrinde bir kişi vardır!” dedi. O kişininadını, sanını bana bildirdi. Sonra âhiret’e göçtü, gitti. Onu gömdükten sonra Musul’a geldim. Sağlık verdiği dini bütün kişiyi buldum.

— “Filân kişi beni sana yolladı!” dedim. O da beni kabul etti. O kimseyi de doğru yolda, hayırlı işlerde buldum. O da ölüm marazına uğradı. Bana bir başka dini bütün kişiyi sağlık vermesini diledim:
— “Ben o kişinin hizmetinde olayım!” dedim. İhtiyar:

— “Bu kimlikte olan bir kimseyi bilmiyorum! Belki Nusaybin’de filân kişi vardır!” dedi. O dini bütün kişi de öldükten sonra Nusaybin’e vardım. O sâlih, doğru kimseyi buldum. Sohbetinde bulunmama izin vermesini diledim.. O da kabul etti. Beni hâs kişisi saydı. Vakta ki onun da ölümü yaklaşmıştı. Ondan da, aynı biçimde bir kişiyi bana sağlık vermesini diledim. Amûriye’de -ki Anadolu illerindendir- bir kişiyi bana bildirdi. Nice müddet onun da yanında kaldım. Hizmetinde bulundum. Onun da ölümü yaklaşınca kendisinden bir kişiyi diledim. Oda:

— “Vallahi, dedi, böyle bir kişiyi bilmiyorum. Ama âhirzaman Peygamberinin gönderilmesi yakındır. İbrahim Peygamber (A.S.)’m dinini yaşatacaktır. Arap’tan gelecek, vatanından hicret edip taşlık içinde hurması çok bol bir şehire varacak, orada oturacaktır. Alâmet, ve nişanı onun şudur:
1 — Sadaka kabul etmez.
2 — Hediye kabul eder.
3 — Bir nişanesi vardır ki iki omuzu arasındadır. Bu onun Nübüvvet Mührü’dür!” dedi.
Ben Amûriye’de kimi işlerle uğraşıp bir kaç sığır ve birkaç koyun elde etmiştim. Rahip öldükten sonra Kelboğulları’ndan bir kervana eriştim. Onlara:

— “Bu sığır ve koyunlar sizin olsun. Beni Arap illerine ulaştırın!” dedim. Onlar bu isteğimi kabul ettiler, beni kafileye aldılar. Vâdiyül Kura’ya geldik. Bana zulmettiler ve beni Osmanıl Eşel (Çolak Osman) adında bir Yahudi’ye sattılar.
Geldiğim yeri, bir hurma bahçesi olarak gördüm. Kendi kendime:
— “Âhir Zaman Peygamberi (S.A.V.)’in hicret edeceği yer burasıdır!” dedim. Ama kalbim karar etmedi. O Yahudi’nin hizmetini gördüm. Bu sırada onun amcası oğlu geldi. Beni satın aldı. Ve Medine’ye getirdi. Medine’yi gördüğüm zaman, vallahi, öyle sandım ki eskiden de bu Medine şehrini görmüştüm. O sırada Peygamber (S.A.V.), Mekke’den Medine’ye hicret etmişler. Günlerden bir gündü. Ben bir Hurma ağacının üstünde bir işle uğraşıyordum. Benim efendim, amcaoğlu ile o ağacın altında oturmuşlardı. Şöyle bir konuşma yaptılar:
— Evs ve Hazreç kavmi yok olsunlar ki hepsi Mekke’den gelip Peygamberlik dâvası eden bir kişinin yanında toplandılar.
Ben, bu sözü işitince sanki ağaçtan düşecek gibi oldum. Hemen yere indim, o kişiyi sordum. Ne dersin? Seyyidim olan Yahudi bana kızdı, yüzüme bir tokat attı:

— “Senin ne işine yarar ki soru soruyorsun? İşine bak!” dedi. Neyse akşam oldu. Biraz hurma aldım. Kuba mahallesine vardım. Peygamber (S.A.V.)’in bulunduğu meclise geldim. Kendisine bir miktar hurma sundum:
— “Sen, bir sâlih kişisin, yanında fikara kimseler vardır, sadaka getirdim!” dedim. Peygamber (S.A.V.) sahabelerine: — «Gelin, yeyin!» dedi. Kendisi, bir tane bile ağzına atmadı. Kendi kendime:
— “İşte rahibin söylediği nişanelerden biri!” dedim. Evime döndüm. Ertesi akşam yine bir miktar hurma aldım. Ve Hazret-i Muhammed (S.A.V.)’e götürdüm:
— “Bunlar size hediyedir!” dedim. O da yârânım çağırdı. Birlikte yediler. Kendime:
— «İşte ikinci alâmet ve nişan budur!» dedim o gece sahabeler yirmi kişiydi. (Bir rivayete göre de 25 kişiydi). Hurmalar da 25 taneydi.
Yenilip biten hurmaların çekirdeğini saydım, 1000 çekirdekti. Bu da onun Nübüvvetinin bir alâmetiydi.
O mecliste Hazret-i Muhammed (S.A.V.) bana mükâfat olarak bir kaftan giydirilmesini buyurdu. Ebû Bekir Hazretleri (Allah ondan razı olsun) kendi üstünden kaftanını çıkardı. Bana verdi.
İkinci kez Hazret-i Muhammed (S.A.V.)’e vardığım zaman, kendisini Baki’ Mezarlığında gördüm. Sahabeden birisinin ölüsünü götürmüşlerdi. Kendisine selâm verdim. Arkasındaki Nübüvvet Mührü’nü görmek için mübarek sırtına eğildim. Nübüvvet nuru ile benim dileğimi anladı. Üstünde iki baş örtüsü vardı. O örtüleri mübarek elleriyle çözdü ve mübarek kürek kemikleri göründü. Gözüm Nübüvvet Mührüne ilişti. Hemen eğildim, onu öptüm, ağladım.
— “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlühu!” dedim, halimi anlattım. Macerama şaştı, kaldı. Ashab-ı Kiramın da (Allah hepsinden razı olsun) bu macerayı dinlemelerini murat buyurdu. Sahabe toplandı. Ben de başımdan geçenleri birer birer anlattım.

(Siyer yazarları Selmân (Allah ondan razı olsun) Hazretlerinin bir köle iken efendisine hizmet ettiğini, hem de Hak Teâlâ’ya ibâdet ettiğini bildirirler.)
Bir gün Resulullah (S.A.V.) Hazretleri bana:
— “Yâ Selmân! dedi. Kendini kölelikten kurtar.”

Ben hemen yahudi efendime vardım. Yalvardım, yakardım. Kölelikten azat, özgür bırakılmamı istedim. Nice uğraşmalardan sonra şuna karar verildi ki: Ben efendime 300 hurma ağacını toprağa dikecek, onları besleyecek, tâ yemiş verinceye kadar büyütecektim. Ayrıca da kırk vakıye’V altın sunacaktım. Ancak o zaman kölelikten kurtulacaktım. Geldim. Bu anlaşmayı Hazret-i Muhammed (S.A.V.)’e açıkladım. O da ashabına hitap ederek:

— “Kardeşinize yardım edin!” dedi. Bana 300 hurma fidanı verdiler. Peygamber (S.A.V.) bana:
— “Bu hurmaların çukurlarını hazır et ve bana haber ver!” dedi. Çukurlar hazırlanıp tamam olunca mübarek emirlerine uydum, gidip haber verdim. Nebiler Sultanı (S.A.V.) teşrif edip hurmaları kendi eli ile diktiler. Bir tanesini de Ömer bin el Hattab (Allah ondan razı olsun) dikti. Kimse hatada bulunmadı. Ve Hak Teâlâ’nm kudreti ile o yılın içinde yemiş verdiler. Yalnız Hazret-i Ömer’in diktiği hurma fidanı yemiş vermedi. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) o yemiş vermeyen fidanın bulunduğu yere uğradı:
— “Bu hurma neden yemiş vermedi?” diye bir soru buyurdu. Hazret-i Ömer:

— “Ya Resûlallah! dedi. Ümmetinin yaptığı işin Peygamber işine benzemesi güçtür.”
O zaman Hazret-i Muhammed (S.A.V.) o fidanı mübarek eli ile yerinden çıkarttı, kendi eli ile dikti. Gerçekten hurma fidanı salkım verip yemiş de verdi. Sözün kısası bu hurmalığı efendim yahudiye teslim ettim. Geriye kırk vakiyelik verilecek altın kaldı. Benim bir habbem yoktu. Bir yerden gelmesine ümidim yoktu. O sırada ganimet malından bir kuş yumurtası kadar altın geldi. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) bana:
— “Al bunu!” diye buyurdu.. Borcunu öde! Ben:

— “Yâ Resûlallah! dedim. Benden 40 vakiye altın istiyorlar. Bu yetişmez.”
O zaman mübarek dilini kuş yumurtası kadar altının üzerine sürdü.
— “Al bunu, borcunu eda eyle!” diye buyurdu. Hazret-i Allah hakkı için o yumurtayı tarttım. Tamam kırk vakiye geldi. Ne artıktı, ne de eksik! Vardım. Sahibim olan yahudiye verdim. Ben de kulluk ve kölelikten kurtuldum.

Selmân-ı Farisi Hazretleri Müslüman gazalarından Hendek gazası’na katılmıştı. Hattâ Resûl-i Ekrem Hazretleri:
— “Eğer din, gökkubbede Süreyya (Ülker) yıldızları burcunda ise, böylelerinden birisi ona erişir!” diye buyurmuştur.
Bu sözden murad Hazret-i İmâm Ebû Hanife olduğu da söylenmiştir.
Yine şöyle denilmiştir.

— Hazret-i Muhammed (S.A.V.) Hak Teâlâ’mn yakınlığına eriştikten sonra Selmân-ı Fârisî Arab ve Acem cenklerinde hazır bulunmuştu. Acem illerinden Acem şahı Yezdi Cerd çıkarılıp Medâyin şehri ve dolayları İslâm ordusunun eline düşünce Medâyin’i ve çevresini Selmân-ı Fârisî’ye (Allah ondan razı olsun) tevfiz ettiler. O da kalan ömrünü orada geçirdi. Hicret’in 30. yılında da âhirete göçtü.
Ey okuyucu! Sen bil ki siyer kitaplarında Selmân-ı Fârisî Hazretlerinden ve onun halinden nice rivayetler vardır. Sözün uzatılmasından korkuldu. Fazla açıklamayı burada kesiyoruz.

Selmân (Allah ondan razı olsun) Hazretlerinin kendi ağzından şöyle nakledilmiştir:
— “Ben on yedi kişinin kulu oldum, elden ele satıldım.” Kendisinin ömrü hakkında aykırılıklar vardır. Kimileri:
— “400 yıl ömür sürdü!” dediler. Kimileri:
— “350 yıl yaşadı!” dediler. Çok kişi de:
— “250 yıldan daha az yaşamadı!” diye rivayet ettiler. Selman Hazretini her taife kendisine nisbet eylemişti:
— “O bizdendi!” demiştir. Hazret-i Muhammed (S.A.V.). bunu işitip şöyle buyurdu:
— “Selman bizim Ehli Beytimizdendir!”