Hamzaül Esed Gazası

By | 17 Mart 2015

hamzaul-esed-gazasi    Siyer ehli (Allah onlara rahmet eylesin) şöyle zikretmişlerdir:
— Müşrikler Mekke yolunda bir durak yerinde pişman oldular:
— «Bu kadar zahmet çektik, asker topladık. Muhammed’in ashabından en ileri gelenlerini, eşrafını öldüremedik. İşi tamamlamadan döndük. Gerekti ki Muhammed’i ve ashabını bütün öldürmeliydik ve kimseyi bırakmamalıydık!» dediler. Sonra da:
— «Yine Medine’ye varalım, İslâm ehlinden bir kimseyi canlı komayalım. Hepsini öldürelim!» diye konuşup karar aldılar.
Buna sebep Ebu Cehil oğlu İkrime’ydi. Müşrikler:
— «Onlar kuvvetlenmeden aceleyle geri varmak gerektir!» dediler. Safvan bin Ümeyye ise:
— «Bu düşünce ve karar iyidir. Lâkin, bu musibete erişen Muhammed’le ashabı gazaba gelmişlerdir. Belki sizden intikam almak için Evs ve Hazreç kabilelerinden cenge gelmeyenleri toplayıp sizinle savaşırlar ve mutlaka ellerinden geldiği zaman cenk ederler. Belki de mağlûp oluruz!» dedi.
Bu haber, Peygamber (S.A.V.)’e ulaşınca düşmanlarının kalbine korku salmayı diledi. Ve:
— «Onlar bilmeli ki İslâm ehlinde Kureyş ile cenk etmeğe güçleri vardır!» dedi. Pazar günü -ki Uhud çenginin ertesi günüydü- Bilâl (R. Anh)’a şöyle nida etmesini emretti:
— Düşmanlarla cihâda sür’at gösteriniz. Bu, Allahü Teâlâ’nın emridir. Uhud Gazasında Peygamber (S.A.V.) ile hazır olanlardan başka kimse Medine’den çıkmasın!
Bilâl (R. Anh)’ın verdiği bu haberden sonra Evs ve Hazreç kabileleri eşrafı Allahü Teâlâ’nın emrine boyun eğip hazır oldular. Hele nice yaralan varken o yaraları bağlayıp şehirden çıktılar. Peygamber (S.A.V.) silâhını kuşandı. Yolda durdu. İslâm askeri geldi. Buluştular. Hak Teâlâ onlar hakkında bu âyet-i kerimeyi gönderdi:
«Kendileri yaralandıktan sonra Allah’ın ve Resûlün dâvetine koşanlar ve bunlardan iyilik edip fenalıktan sakınanlar için çok büyük mükâtat vardır.» (Al-i İmrân sûresi, âyet: 172)
Câbir-i Ansârî (R. Anh), Uhud Gazası’nda, babasını ve evinin halkını gözetmek özrü ile cenge katılamamıştı. O:
— Yâ Resûlallah, dedi, dilerim ki bu gazadan beni mahrum bırakma, bana izin ver, ben de size katılayım!.
Ona izin verildi. Fakat Uhud’a katılmayanlardan kimseye izin verilmedi. Sonra, Ümmü Mektûm’u Medine’de vekil koydu. Hazret-i Ali (R. Anh)’a sancağı verdi. (Bir rivayete göre de Ebû Bekir’e verdi) Medine’den çıkılıp Hamza’ül Esed’e varıldı. Gece olunca Hazret-i Muhammed (S.A.V.) emretti. Beş yüz yere ateş yaktılar. Ve Mâbed bin Ebu Mâbed-i Huzâî -ki İslâm’a henüz gelmemişti- fakat Resûlullah (S.A.V.)’a sevgisi vardı. Geldi, onunla konuştu. Gerek cahiliyette, gerek İslâm’da iken Hazret-i Muhammed (S.A.V.)’in himayesindeydi. Mekke’ye gider gelirdi. Onunla konuştuktan sonra Kureyş müşriklerinin yanma vardı. Ebû Süfyan ve başka kâfirlerle buluştu. Ebû Süfyan:
— «Muhammed’den neler biliyorsun, ne haberin var?» diye sordu. O da:
— «Muhammed, çok askerle, gerek Uhud çenginde hazır olanlardan, gerek olmayanlardan olsun, sizden öç alma niyetiyle Medineden çıktı. Ben onları Hamza’ül Esed’de bıraktım!» dedi. Kâfirler:
— «Bu nasıl söz?» dediler. Mâbed de:
— «Allah hakkı için doğrudur. Ve öyle sanıyorum ki siz bu menzilden kalkmadan onların atlarının nalınlarını görürsünüz!» dedi.
Safvan bin Ümeyye Kureşylilere:
— «İşte benim size söylemek istediğim buydu! Yapılacak iş, bu yerden göçmektir. Belki bize üstün gelirler!» dedi. Kâfirlerin yüreğine, gönüllerine korku düştü:
— «Acele edip Mekke’ye varalım!» diyerek büyük bir kaygı sardı. Mâbed de bir kişiyi göndererek kâfirlerin hâlini Peygamber (S.A.V.)’e bildirdi.
Nakledilmiştir ki, bir bölük taife Medine’ye gitmekteydi. Ebû Süfyan onlara:
— Varın Muhammed’e haber verin, «Ebû Süfyan sizinle cenk için yola çıktı ve hepinizi öldürmeye yemin etmiş, deyin!» dedi. Onlar da Hamzâül Esed’de Peygamber (S.A.V.)’e varıp Ebû Süfyan’ın bu sözlerini söylediler. Ashab bu sözleri işitti:
«Allah, bize kâfidir, O ne güzel vekildir.» dediler.
Bu olayda şu âyet nazil oldu:
«Onlar öyle kimselerdi ki halk kendilerine: “Düşmanlar size karşı ordu hazırladılar. Öyleyse onlardan korkun..” dedilerse de bu söz onların imanını arttırdı.
“— Allah bize kâfidir, O ne güzel vekildir!” dediler.» (Âl-i İmrân sûresi, âyet: 173)
Rivayet edilir ki, Hamzaül Esed’de Müslümanlar, kâfirlerden iki kişiyi tuttu ve onları Peygamber (S.A.V.)’in huzuruna getirdiler. Biri Ebûl Azzeyi Şair idi ki onu Peygamber (S.A.V.) azad etmişti. Azad edilme şartı da bir daha Müslümanlarla savaşa gelmemeleriydi. Andı bozduklarından ötürü Resulullah (S.A.V.):
— «Bunları öldürünüz!» diye emir buyurdu. Ebû Azze yalvarıp yakardı:
— «Bir daha azad eyle ya Resûlallah!» diye feryad etti. Peygamber (S.A.V.) de:
— Müminler, bir delikten iki kere sokulmaz. Sen, evinde oturup ve sakalını sıvayıp: «Muhammed’i iki kere aldattım!» demek niyetindesin, diye buyurdu. Asım bin Sabit’e:
— «Bunun boynunu vur!» diye buyurdu. O da Ebû Azze’nin boynunu vurdu.
Yakalananlardan birisi de Muaviye bin Mugiyre idi. Hazret-i Osman-ı Zinnureyn ona şefaat etti. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) de ona aman verdi.
— Medine’de üç gün otur da git, diye buyurdu. O, korkusundan dördüncü gün de bir yerde gizlenmeğe kalktı. Peygamber (S.A.V.) Ammar bin Sâbit’i yolladı. O da Mugiyre oğlunu tutup ona getirdi. Emir buyurdu ve onu da öldürdüler.
Nakledilmiştir ki, Mukatil bin Süleyman (R. Anh) dedi ki:
— Dünya yaratılalıdan beri Bedir Gazası’nda toplanan halk gibi hiçbir yerde, halk toplanmadı. Çünkü ilk önce Resulullah (S.A.V.) kendisi oradaydı. Sonra üç yüz on üç mü’min oradaydı. Bin melek de onlarla birlikteydi. Şeytan ise kâfir askerleriyle beraberdi. Dokuz yüz elli müşrik birlikte gelmişti. Öyle olunca, bu türlü topluluk ne oldu ve ne olacaktır?

Ondan sonra, Resulullah (S.A.V.) esirlerle ganimet malını aldı. Medine’ye döndü, oraya şeref verdi. Allah’ın ihsanı ve nimeti ile şâd ve hurrem oldu. Kâfirler ise Allah’ın cezasına uğrayarak hüsranla helak oldular.