Filistin De Kıtlık Çekiyor

By | 11 Mart 2015

filistin-de-kitlik-cekiyorAllah’ın nebisi Hz. Yakub’un ülkesi Filistin’de de kıtlık olmuştu o yıllarda.
Hz. Yakub ve ailesi, kavmi de oturdukları bölgede aç kalmaya başladılar. Onların da kulaklarına Mısır’da bol zahire bulunduğu haberi geldi.
Hz. Yakub bunu duyunca çocuklarını çağırdı:

— Birbirinizin suratına neden öyle bakıyorsunuz? Ben Mısır’da zahire olduğunu işittim. Oraya gidiniz. Evimize oradan buğday satın alınız. Böylece sağ kalıp ölmeyelim! dedi.

On çocuk:

— Peki baba! dediler. Çuvallarını yüklenerek Mısır’a gitmek üzere çöllere açıldılar.

Hz. Yakub’un en küçük oğlu ve Hz. Yusuf’un anasından doğan ana-baba bir tek kardeşi Bünyâmin kendisinin ağabeyleriyle gönderilmediğini görünce:

— Baba! Baba! diye dert yandı. Beni neden Mısır’a onlarla göndermedin?…

Sevgili oğlu Yusuf’un hasretiyle yıllardır bağrı yanan Hz. Yakub:

— Oğlum Bünyamin! dedi. Sen de çölde ağabeyin Yusuf gibi bir kayıba uğrarsın diye korktum. Seni onlarla birlikte göndermedim! dedi.
Hz. Yakub’un oğulları bir kaç günden beri çöllerde yol alıp gidiyorlardı. Günler günleri, akşamlar akşamları kovaladı. On oğul bir gün Mısır topraklarına geldi.

Nöbetçiler onlara:
— Ne istiyorsunuz? diye sordu.
— Tâ Filistin’den buraya zahire almaya geldik.
— O halde baş vezir Zafenat’a başvurunuz! dedi. Onları aldı.Hz. Yusuf un karşısına çıkardı.
Hz. Yusuf’un yaşı kırka yaklaştığı için kardeşleri onu tanıyamamışlardı.
Hz. Yusuf sordu:
— Nereden geliyorsunuz?
— Filistin’den geliyoruz.
— Kimsiniz siz?
— Yakub’un çocuklarıyız.

Hz. Yusuf zaten onları hemen tanımıştı. Babasının adını duyunca yüreğinden bir telin sızladığını hissetti. Hz. Yusuf onlara sordu:
— Buraya, bu Mısır ülkesine ne meramla geldiniz? Sizden ben kuşkulanıyorum! Ürkek bir haliniz, durumunuz görünüyor.
— Bizden kuşku duymayınız. Bizim soyumuz yüce bir soydur.
— Ya niçin buraya geldiniz?
— Ülkenizde zahirenin bol olduğunu işittik. Buğday satın almaya geldik.

Hz. Yusuf, şakacıktan kükredi:

— Hayır! Yalan söylüyorsunuz bana! Siz casuslarsınız. Buraya ülkemizi incelemeye geldiniz! Hem siz kaç kişisiniz? dedi.
Hz. Yakub’un çocukları:
— On kardeşiz! diye cevap verdiler:
Hz. Yusuf:
— Yok, yok! dedi. Sizin herbiriniz bin kişiye değer. Çünkü herbiriniz bin kişinin yerini tutarsınız! dedi.
Onlar:
— Biz casus değiliz! Sözü doğru adamlarız! diye cevap verdiler.
— O halde bana halinizi anlatın!
— Biz, evet, özü ve sözü çok doğru olan bir babanın çocuklarıyız Tam 12 kardeştik. Bir kardeşimiz çölde kayboldu. Babamız onu çok severdi.
— Peki, o kaybolan kardeşinizden sonra babanız aranızda en çok kimi sevmeye başladı? Yüreği hanginizle teselli bulur, kaybolan kardeşinizin derdine hanginizle derman bulurdu!

— O kaybolan kardeşimizden daha küçük bir kardeşimiz vardı Onu çok sevmeye başladı.
Hz. Yusuf, on kardeşinden bu cevabı alınca:

— Bakın hele! dedi. Siz bana babanızın çok doğru özlü, doğru sözlü olduğunu söylüyorsunuz da onun, en büyüğünüzü değil, en küçüğünüzü sevdiğini haber veriyorsunuz. Bu nasıl iş böyle? Bana babanızın o küçük oğlunu da bir dahaki sefere getiriniz. Onu hele bir göreyim. Eğer getirmiyecek olursanız size zahire vermem. Bir daha karşıma zahire almak için çıkmayınız.
On kardeş:

— Emrinizi yerine getirmeye çalışacağız. Babamızdan da onu istemeye çalışacağız.
— Tamam! Ben konuk severlerin en hayırlısıyım. Bakınız buğday ölçeğini tastamam ölçüyorum.
— Onu, babasının vermesi için çalışacağız. Ve bunu mutlaka yapacağız dediler.
O zaman Hz. Yusuf kölelerine döndü:

— Bunların zahire karşılığında getirdikleri akçeleri torbalarının içine koyun! diye emir verdi.

Onlar da bu emri yerine getirdiler. Hz. Yakub’un on oğlunun zahire için ödedikleri parayı onların yükleri arasına gizlediler.!

On oğul tekrar Mısır’dan ayrılarak Kenan illerine gitmek üzere yollara düştüler. Çöller geçtiler. Hz. Yusuf’un kendilerine ayrıca sunduğu yol azığını günde üç öğün yediler. Nihayet bir gün yurtlarına geldiler. Baba ile oğulları kucaklaşıp öpüştüler.
Hz. Yakub oğullarına sordu:

— Mısır yolculuğunuz nasıl geçti? Onlar da:
— Baba! Mısır hükümdarı bize çok saygı ve yakınlık gösterdi.Öyle ki o bir kardeşimiz olsaydı bize bu kadar saygı göstermezdi. Sonra da:
— Evet, sonra da.
— Gelecek defa gelirken kaybolan kardeşinizden sonra babanızın en çok sevdiği küçük kardeşinizi getirin! Onu getirmezseniz bir daha da bu memlekete ayak basmayın. Size zahire vermem! diye ihtarda bulundu.

Hz. Yakub oğullarından bu sözleri işitince göz yaşlarını tutamadı:
— Bünyamin’i Mısır’a nasıl gönderebiliriz? dedi.
Çocukları:
— Onu bizimle gönder ki Mısır sultanı bize çok zahire versin. Sen merak etme biz onu korur, gözetiriz! diye cevap verdiler.
Hz. Yakub:

— Bundan önce size bir kardeşinizi emanet etmiştim. Bunu da size ancak o kadar emniyet edebilirim. Rabbim koruyanların en hayırlisi, merhamet edenlerin en merhametlisidir! dedi.

Bu sırada on çocuk eşeklerden indirdikleri yükleri yere koymalar, çuvalların ağzını açmaya başlamışlardı.
Aaa.!Bir de ne görsünler. Zahire paraları da çıkın çıkın kendilerine geri verilmiş değil mi?

Çocuklar ve Hz. Yakub bu işten önce korktular. Çocuklar sonra:

— Baba, baba! dediler. Daha ne istiyoruz? İşte verdiğimiz zahire karşılığı akçeler bize geri verildi. Biz onunla ailemize tekrar erzak getirir, kardeşimizi de koruruz. Bir deve yükü zahire de arttırırız Çünkü bu zahire azdır! dediler.

Hz. Yakub yine hıçkırık sesiyle:

— Beni evlâtsız bırakmıştınız. Yusuf’um yok. Şimdi de Bünyamin’i alacaksınız. Başıma neler geliyor neler!
Kardeşlerden biri babasına:

— Baba! dedi. Eğer Bünyamin’i sana getirmezsem sen benim iki öz oğlumu öldür. Bünyamin’i elime teslim et. Onu ben sana geri getireceğim.
Hz. Yakub:

— Hayır! Hayır! dedi. Oğlum Bünyamin sizinle gitmeyecektir.Çünkü öz kardeşi Yusuf öldü. O yalnız kaldı. Eğer gideceğiniz o topraklarda o da bir kazaya uğrasa beni ak saçımla ve kederle mezara indirirsiniz.
Çocuklar:

— Kardeşimizi bizimle gönder! diye yalvardılar. Herbirisi babalarının Bünyamin’i kendisine teslim ve emanet etmesini dilediler.
Tekrar zahire almak için Mısır’a gitme vakti gelince Hz. Yakub:

— Oğlum Bünyamin’i bana sağ salim geri getireceğinize Yüce Allah adına söz veriniz! dedi. Onu sizinle birlikte yollayacağım. Ancak, hepinizin etrafı kuşatılmadıkça mutlaka bana geri getireceğinize dair Allah’a karşı sağlam taahhütte bulunmazsanız sizinle asla göndermem onu! (Yûsuf sûresi, âyet: 66)

Çocuklar ant içtiler:

— Kardeşimizi koruyacağız! diyerek Hz. Yakub’u inandırdılar. Babaları da:
Hak Teâlâ dediklerinize tanık olsun!» (Yûsuf sûresi, âyet:66) dedikten sonra onlara şu öğütte bulundu:

— Oğullarım! Size izin veriyorum, gidiniz. Fakat Mısır’a varınca hepiniz birden bir kapıdan içeri girmeyin! Ayrı ayrı kapılardan girin! Bununla beraber ben Allah’ın takdirinden bir şeyi üzerinizden def edemem! Hüküm yalnız Allah’ındır. O’na dayandım, O’na güvendim. Dayanmak isteyenler O’na dayansınlar. (Yûsuf sûresi, âyet: 67)

Hz. Yakub, oğullarım bu sefer de bir talihsizliğe uğramamaları veya güzelliklerine zarar değmemesi için aynı kapıdan Mısır’a girmemelerini öğütlemişti. Ayrıca onların Mısır hazine nazırının karşısına eli boş gitmemeleri için de hediyeler götürmelerini sağlık verdi.

— Heybelerinize bu diyarın en güzel meyvelerinden doldurunuz. Biraz bol, bahar ve mürûsâfir «zamk» alınız. Pelesenk ağacından da götürünüz. Fıstık bademi alınız. Hem de yanınızda zahire bedelinin iki katı bulunsun. Çuvallarınızda geri getirdiğiniz akçeleri de yine elinizle geri götürüp teslim ediniz. Yüce Allah inşaallah o adamın gözünde sizi lütuflara boğar, Yusuf kardeşinizle Bünyamin kardeşinizi sizin ile bana gönderir. Ben bu yolculuğunuz sırasında sizden uzak, evlâtsız kalacakmışım, ne zarar? Yeter ki siz hepiniz sağ olun.

On bir çocuk babasiyle kucaklaşarak yola düzüldüler. En küçük kardeşleri Bünyamin de yanlarındaydı. Ama o da koca bir delikanlıydı.
Çöller aştılar. Nihayet yeniden Mısır’a varıldı. On bir kardeş şehrin ayrı ayrı kapılarından içeri girdiler.
Cenâb-ı Hak Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurur:

• Onlar şehre girince (bu hal) Allah’ın takdir ettiğinden hiçbir şeyi değiştirmedi. Ancak Hz. Yakub’un yüreğinde bulunan dileği yerine gelmiş oldu.» (Yûsuf sûresi, âyet: 68)

On bir kardeş Hz. Yusuf’un yanına girince, O, on birine de baktı. Onları süzdü. Sonra yürüdü, Bünyamin’in yanına geldi. Onu hasretle kucakladı. Ona:

• Ben senin kardeşinim. Üvey kardeşlerinin bize yaptıklarından üzülme! dedi» (Yûsuf sûresi, âyet: 69)

Hz. Yusuf sonra anaları ayrı, babaları bir on kardeşine döndü:

— Siz ergin insanlara benziyorsunuz! Yetişkin kimselersiniz. Size saygılı olmak isterim ben! dedi. El çırptı. Kâhyası baş eğerek huzuruna geldi. Ona:

— Bu kimseleri al, benim evime götür. Davar kes, yemek hazırla. Çünkü kuşluk vaktinde ben onlarla birlikte yemek yiyeceğim! dedi Kâhya:
— Baş üstüne! dedi. On bir kardeşi aldı. Onları Hz. Yusuf’un kendi sarayına götürdü. On kardeş ise bu gidişten kuşkulanmaya başladılar. Korktular.

— Acaba çuvallarımızda bırakılan önceki zahire akçesinden dolayı mı götürülüyoruz? Belki de üzerimize hücum edeceklerdir! Bizi kendilerine köle yapacaklardır. Kim bilir eşeklerimizi de elimizden alacaklardır! diye ürkerek fısıldaştılar.

Sarayın kapısına gelmişlerdi. Hemen Kâhyanın yanına sokuldular:

— Efendim, bundan önce zahire satın almak için Mısır’a gelmiştik. Geriye döndüğümüz zaman evimizde çuvallarımızı açtık. Aldığımız zahirenin karşılığı olan akçeler tamam, herbirimizin torbası içindeydi. Şimdi biz de onları elimizle geri getirdik. Ayrıca yeni zahire akçelerini de getirmiş bulunuyoruz. Geçen defa o zahire paralarını çuvallarımızın içine kimin koyduğunu bilemiyoruz! dediler.

Kâhya onları Yusuf’un sarayına soktu. Ayaklarını yıkamaları içir, bol bol su getirtti. .
— Öğle yemeğini burada yiyeceksiniz. Benim efendim de sizinle birlikte yemek yiyecektir! dedi.
Hz. Yakub’un oğulları:

— O gelinceye kadar hediyelerimizi hazırlayalım! dediler. Çuvallardan bal, yemiş, fıstık, bademleri çıkardılar. Az sonra da Hz. Yusuf evine, onların yanına dönüp geldi. On bir kardeş yerlere kadar eğildiler. Ellerindeki hediyeleri ayrı ayrı sundular. O da:

— Nasılsınız? Yolculuğunuz iyi geçti mi? diye sordu. Sonra:

— Hani, ihtiyar dediğiniz babanız sağ mı? Yaşıyor mu? dedi. Onlar da:

— Babamız kulunuz sağdır. Hâlâ ömür sürüyor! diyerek tekrar yerlere kadar eğildiler.

Hz. Yusuf yeniden gözlerini kardeşlerine ayrı ayrı çevirdi. Anne bir kardeşi Bünyamin’i uzun uzun süzdü. O da kendisi gibi büyümüştü işte. Onlara:

— Küçük kardeşiniz bu mudur? diye sordu. Onlar da:
— Evet! cevabını verdiler. Hz. Yusuf Bünyamin’e:

— Allah sana yardımcı olsun ey oğul! dedi. Şimdi Hz. Yusuf’un yüreği heyecanlanmaya başlamıştı. Göz yaşlarını orada güç zaptetti.
Evin bir odasına çekildi. Bünyamin’i yanına aldırttı. Şimdi baş başa kalmışlardı. Hz. Yusuf da bol bol gözyaşları döktü.
Hazret-i Yusuf Bünyamin’e şöyle sordu:

— Ölen ağabeyinin yerine beni kardeşin saymak diler misin? Bünyamin de:
— Senin gibi yüce bir kardeşi kim arayıp da bulabilir? Babam Yakubla. annem Rahel’in benden sonra çocukları olmadı! dedi.
Yeniden ikisi de hıçkırıp ağladılar. Sonra Hazret-i Yusuf, Bünyamin’e bir sırrı açıkladı. Ona:

— Ben senin öz kardeşinim. Onların bize yapmış oldukları cezalara üzülme! dedi.

Sonra akan göz yaşlarını sildiler. Kardeşlerinin yanına geldiler. Yüzlerini de yıkamışlardı. Hz. Yusuf kâhyasına:

— Ekmek getirilsin! emrini verdi. Adamları kendisine, kardeşlerine ve Mısırlılara başka başka yemek koydular. Çünkü Mısırlılar İbranilerle birlikte bir sofrada yemek yemezlerdi. Bunu günah sayarlardı. Herkes Hz. Yusuf’un huzurunda birbirinden önce doğanlar sırasiyle sıralanıp oturdular. En büyükleri en başta, en küçükleri en sondaydı.

Hz. Yusuf kendi sofrasındaki yemeklerden aldı, kardeşlerine pay gönderdi. On kardeş bu hale şaşıp kalmışlar, birbirlerine şaşkınca bakışıyorlardı. Hz. Yusuf Bünyamin’e ötekilere gönderdiği payın tam eş kat fazlasını gönderiyordu. Sofrada böylece yemek yenildi, içildi. Hz. Yusuf neşelendikçe kardeşleri de ona bakarak neşelendiler. Hz. Yusuf sonra odasına çekildi, el çırptı. Gelen kâhyasına:

— Bu adamların çuvallarına ağzına kadar zahire doldur! dedi. Her birinden alacağın zahirenin akçesini de gizlice çuvalın ağzına yerleştir.
— Başüstüne efendim.
— Dur, henüz bitmedi. En küçüklerinin çuvalına da benim gümüş ölçeğimi, maşrapamı, hem de kendi zahire parasını koy.
— Emredersiniz efendimiz!

Kâhya, aldığı emri o akşam yerine getirdi. Her kardeşin çuvalını zahire ile ağzına kadar doldurdu ve en üstüne de zahire akçesini koydu, bağlatıp kapattı. Gece olunca kardeşlerine yataklar yolladı.

Sabah güneş doğmuş, ortalık aydınlanmıştı. Hz. Yakub’un oğulları  zahire çuvallarını eşeklerine yüklediler, şehirden dışarı çıkmak için sûr kapılarına ilerlediler. Tam şehrin dışına çıkıyorlardı ki arkalarından bir nöbetçinin:

— Durun! Durun! diyen sesini işittiler.
Kafile durdu. Nöbetçi yaklaştı.

— Ey kervan sahipleri! dedi. Siz mutlaka hırsızsınız!
Hz. Yakub’un oğulları:

— Kaybettiğiniz şey nedir? diye sordular.
— Biz size saygı ve sevgi gösterdik. İstediğiniz zahireyi bol bol verdik. Size hiçbir kimseye yapmadığımız muamelede bulunduk.Kendi evimizde konuklattık.

— Evet bütün bunları yaptınız. Fakat, size ettiğimiz kötülük nedir?
— Hükümdarımızın gümüş maşrapa ölçeği kayboldu. Onu bulup getirene bir deve yükü hediye verilecek. Ben de bunu ödemeye kefilim.
Hz. Yakub’un oğulları:

— Allah’ın yüce adına ant içeriz ki bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi biliyorsunuz. Biz hırsız değiliz! dediler.
Nöbetçiler:

— Siz yalan söylüyorsunuz! Bunun cezası ne olacak, bilir misiniz diye sordular.
Hz. Yakub’un oğulları:

— Bunun, cezası şudur: Çalınan şey kimin yükünde bulunursa kimse, malı çalmana köle olur. Biz kötü işler işleyenleri (zâlimleri bu biçimde cezalandırırız.

On bir oğul az sonra Hz. Yusuf’un huzuruna getirildi. Hz. Yusuf’ çuvalları açıp baktırdı. Bünyamin’in eşyasından önce on kardeşin yüklerini incelediler, aradılar.

Hiç bir denkte gümüş maşrapa çıkmamıştı.

On kardeş bu duruma sevinerek derin bir «oh…» çektiler.
Şimdi sıra Bünyamin’in yüküne gelmişti.

Gümüş ölçek eşyanın arasından çıktı.
Allah, Hz. Yusuf’a ancak bu yolla kardeşini yanında tutma çaresini ilham etmişti. Çünkü o, Mısır yasasına göre kardeşini Mısır’da alikoymaya yetkili değildi.

Firavun’un yasası gereğince bir şey çalan bir hırsız kimsenin kölesi alamazdı.
Hak Teâlâ şöyle buyurur:

Ancak, Allah’ın dileği bundan uzaktır. Biz, istediğimizi derecelerle yöneltiriz. Her bilgi sahibinin üstünde bir bilgin vardır.» (Yûsuf sûresi, âyet: 76)

Böylece Hz. Yusuf ancak kardeşlerinin söyledikleri hüküm gereğince ve onların muvafakatiyle Bünyamin’i yanında alıkoyabilmişti.
On kardeş o zaman:

— Bu, hırsızlık etti ise onun başka bir kardeşi de ondan önce hırsızlık etmişti! dediler. (Yûsuf sûresi, âyet: 77)

Böylece on kardeş, Hz. Yusuf aleyhinde de yalan söylemekten çekinmemişlerdi. O da onlara sırrı meydana çıkmaması için hiç bir şey söylemedi. Bu sözleri kalbinde sakladı. Sonra onlara döndü:

— Siz daha kötü bir durumdasınız. Söylediklerinizin doğrusunu Allah çok iyi bilir! dedi.
Hz. Yusuf, kardeşlerinin Bünyamin’i göstererek:

— Bu, hırsızlık etti ise! dediklerine çok öfkelenmişti. Bünyamin:
— Ben ne çalmışım? diye bağırdı. Kardeşleri de:

— Ey Rahel’in oğulları! Bütün belâlara sizin yüzünüzden katlanıyoruz. Bu gümüş maşrapayı ne zaman çaldın? dediler.
Bünyamin de kızmıştı:

— Hayır! diye haykırdı. Anam Rahel’in oğulları ne gibi belâlara katlanmışsa, onların topu birden sizin yüzünüzden başa geldi. Kardeşimi çöle götüren sizsiniz. Orada ölümüne sebep olan da sîzsiniz. Bu maşrapayı benim yüklerimin arasına koyup da saklayan, zahire paralarını yüklerinizde kim sakladıysa odur.

Hz. Yusuf o zaman bu rivayete göre, gümüş maşrapayı tınlattı, hınra Bünyamin’in kulağına onu yaklaştırdı. Ona:

— Bu maşrapa sizin on iki kardeş olduğunuzu ve bir kardeşinizi çölde sattığınızı haber veriyor! dedi.

Bünyamin bu sözü duyunca hemen yerinden fırladı. Hz. Yusuf’a hürmetle:

— Ey hükümdar! Maşrapanızdan kardeşimin nerede olduğunu sor! dileğinde bulundu. Hz. Yusuf, yeniden gümüş kolu çınlattı. Sonra:

— Kardeşin sağdır. Ona yakında kavuşacaksın! dedi. Bünyamin de:

— O halde sen benim hakkımda istediğin cezayı ver. Kardeşim beni çok vakit geçmeden gelip kurtarır! dedi.

Hz. Yakub’un oğlu Ruhen kızdı. Sabrı ve tahammülü kalmamıştı:

— Ey hükümdar! diye haykırdı. Bizi ya serbest bırakırsın, ya da öyle bangır bangır bağırırım ki Mısır’da ne kadar gebe kadın varsa hepsi de karınlarında taşıdıkları yavrularını düşürürler.

Ruben’in yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Derisinin üzerindeki kıllar da diken diken olmuştu.
Bu hali gören Hz. Yusuf yanındaki küçük oğluna döndü:

— Oğlum, ayağa kalk da bu adamın yanında dur ve ona elini dokundur! dedi.
Çünkü Hz. Yusuf, kardeşlerinden birisi kızdığı zaman aralarından birisi ona dokununca kızgınlıktan eser kalmazdı.
Hz. Yusufun oğlunun da eli değince Ruben’in kızgınlığından eser kalmadı.
Ruben o zaman:

— Bu ülkede Yakub’un dölünden birisi var! Bu adam kimdir? diye sordu.
Hz. Yusuf:

— Yakub da kim oluyor? dedi. Ruben yine köpük saçarak:

— Ey hükümdar! dedi. Sen Yakub’un ismini diline dolama! O, Allah’ın Resulü ve İsrail’in nebisidir! İbrahim’in oğlu İshak’ın oğludur.

Hz. Yakub’un oğulları şimdi derin bir düşünceye dalmışlardı. Babalarına bin bir söz ve vaad ile teminat verdikleri Bünyamin’i Mısır’da nasıl bırakabilirlerdi.

Yusufun derdi ile yaralanan baba bir de Bünyamin’in derdiyle ölüm döşeklerine düşmez miydi? O zaman Hz. Yusuf’a yalvarmaya başladılar:
— Ey hükümdar dediler! Kardeşimiz Bünyamin’i serbest bırak Fakat, onda hiçbir hareket göremeyince:

— «Ey aziz! dediler. Onun çok ihtiyar bir babası var. İçimizden birimizi onun yerine al. Senin iyiliği sevenlerden bir kimse olduğunu görüyoruz!» dediler.