Sabah Namazının Vakti

By | 30 Mart 2015

sabah-namazinin-vakti    Sabah namazının ilk vakti ikinci tanın doğduğu andır. İkinci tan, doğu ufkunda enine bir aydınlıktır. Bu aydınlık yükselip bütün ufku kaplar ve dağların zirvelerine ve yüksek şatoların tepelerine yayılır. Son vakit ise ortalığın iyice aydınlanmasıdır ki o vakit bitince güneş gözükmeye huşlar. Bu iki vakit arası geniş bir vakittir; yani bu iki vakit aralığının tamamında sabah namazı kılınabilir.
Müstehab olan, bu namaza “salâtu’t-subh” veya “salâtu’l-fecr” denilmesidir. “Salâtu’l-gadât” denilmez; çünkü Allâh (c.c.) şöyle buyurmuştun
“Güneşin zevalinden gecenin karanlığı basıncaya kadar [belli vakitlerde] namaz kıl, özellikle de sabah namazını (kur’âne’l-fecr). Çünkü sabah namazı şahit olunan bir namazdır. ”

Yani sabah namazında gece ve gündüz melekleri hazır bulunurlar, Dolayısıyla bu namaz, gece meleklerinin yazdığı sayfanın sonunda; güdüz meleklerinin yazdığı sayfanın ise başında yer alır.

Güzel olan bu namazı ilk vakitlerinde, henüz ortalık aydınlanmadan kılıııaktır. Ebû Hanîfe ise buna karşı çıkarak son vakitlerine doğru ortalık aydınlanınca kılınmasının daha güzel olduğunu savunmuştur.

Biz ortalık aydınlanmadan kılınmasının daha güzel olduğunu söylüyoruz; çünkü Hz. Âişe’den şöyle nakledilmiştir:
“Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde kadınlar sabah namazım O’nunla birlikte kılmak için mescide giderler, sonra örtülerine bürünerek geri dönerlerdi. Ortalık karanlık olduğu için kimse onları tanıyamazdı.”

İmam Ahmed’den, cemaatin durumunun dikkate alınacağı yolunda in görüş de nakledilmiştir. Onlar ortalık aydınlanınca gelebiliyorlarsa efdal olan bu namazı o zaman kılmaktır; çünkü böylelikle cemaatin sayısı ve sevap daha çok olur.
[Ufukta dik bir şekilde gözüken] ilk tan ise dikkate alınmaz. Çünkü bu tan, hiçbir şeyi haram kılmaz ve hiçbir şeyi gerektirmez. Çünkü İbn Abbâs’ın şöyle dediği nakledilmiştir:

“Tan, iki türlüdür. Namaz vaktinin girdiği ve oruçta yeme ve içmenin haram olduğu tan, dağlann zirvelerini kaplayandır.”
Yine o şöyle demiştir:

“Tan iki türlüdür. Gökyüzünde gözüküp geçiverenin hiçbir hükmü yoktur; ne namaz vaktinin girdiğini, ne de oruçta yeme ve içmenin haram olduğunu gösterir. Yeme içmeyi haram kılan tan, dağların zirvelerini kaplayandır.”
Alimlerden biri, iki tanı şöyle açıklamıştır:

“Birinci tan, güneş ışıklarının ilk görüldüğü tandır. Beşinci arzın gerisinden ortaya çıkar ışığı semada gözükür ve birinci tanın devam ettiği süre zarfında gökyüzünü dikine keser. Gecenin son üçte birlik diliminde gökyüzünde ortaya çıkan bu tan, birinci tandır. Sonra gece karanlığı tekrar çöker. Çünkü güneş bu sırada en dipte yer alan yörüngesine batar ve altıncı arz onun ışıklanılın gözükmesini engeller. Bundan dolayı gökyüzünde ortaya çıkan bu ışık ortadan kaybolur.

İkinci tan ise güneşin şafağının yanlmasi; yani kızıllığın altında yer alan beyaz ışıkların ortaya çıkmasıdır ki bu ikinci şafaktır. Bu, güneşin gecenin sonundaki ilk etkisidir. Daha sonra güneşin kendisi doğmaya başlar. Şöyle ki güneş, yedinci arzın yüzeyinde ortaya çıkıp ışınlan en dipte yer alan ve semanın eteği mesabesinde olan yörüngeden çıkınca dağlar, denizler ve yukarı kesimlerde yer alan bölgeler onun ışığını keser. Bundan dolayı güneşin ışığı gökyüzüne enine bir çizgi halinde yayılır. Bu tanlardan ilkine (dik anlamında) ‘müstatıT denir; çünkü o gökyüzünde dik bir çizgi halinde gözüküp ardından kaybolur. İkinci tan ise enine bir çizgi halinde ortaya çıkarak ufku tamamen kaplar. Dolayısıyla güneşin batarken de, doğarken de ikişer şafağı vardır.”