Meleklerin Varlığı, Mahiyeti ve Özellikleri

By | 8 Nisan 2015

meleklerin-varligi-mahiyeti-ve-ozellikleriKâinatta çok küçük bir yer işgal eden gezegenimizde binlerce çeşit hayat ve yaşama şekli mevcuttur. Tam bu noktada akla şöyle bir soru gelebilir: Acaba, yeryüzünde vaziyet böyle iken, dünyadan çok daha büyük yıldızların, gezegenlerin ve sistemlerin kendi şartlarına uygun canlı ve şuurlu sakinleri var mıdır? Bu soruya bir çırpıda verilecek ‘hayır’ cevabı elbette ki yanıltıcı olacaktır. Bütün hayat şartlarını sadece kendi dünyamızın hayat şartlarına kıyas edip diğer gezegen ve yıldızları şuur sahibi canlılardan hâlî/boş görmek hiç de makul değildir. Şu hâlde bilmediğimiz bu gibi mevzularda, bu sahanın uzmanları, özel donanımlı müstesna varlıklar olan peygamberler tarafından bizlere anlatılanlara inanmamız gerekir.

Konuya, akla ufuk açabilecek temsilî bir kıyas ile yaklaşmaya çalışalım: Sayısız hâzineleri ve eşsiz sanat harikaları bulunan bir Sultan düşünelim. Bu Sultan, emsalsiz diyebileceğimiz muhtelif saraylardan bir şehir kurmuş ve o muhteşem şehrin bir köşesinde de kulübe ebadında küçük bir ev/hane yaptırmıştır. Biz, bu küçücük binada büyük bir faaliyet ve hareket olduğunu bizzat gözlerimizle müşahede ediyoruz. Sonra gözlerimizi o muhteşem saraylara çeviriyoruz; fakat oralarda kimseleri göremiyoruz. Bizim bu göremeyişimiz başlıca üç sebepten kaynaklanıyor olabilir: Göz zaafımızdan, sakinlerinin bizden saklanışından, oralarda kimse olmayışından.

Böylesine muhteşem bir şehirde ‘binlerce sarayın boş, sadece küçücük bir binanın binlerce canlıyla dolu’ oluşunu kabul manâsına gelen son görüş, aklı başında birisinin kabul edebileceği bir görüş değildir. O hâlde ya göz zaafımız o sarayların sakinlerini görmemize manidir, yahut o sakinler bilemediğimiz hikmetlerle bizden gizlenmektedirler.

İşte meseleyi zihinlere yakınlaştırma maksadına yönelik olarak arz etmeye çalıştığımız bu ‘muhteşem şehir’ örneğindeki küçücük bina, ‘dünya’ mızdır. Bu şehirdeki büyük saraylar da dünyamızın dışındaki yıldızlar ve sistemlerdir. Şimdi bu örneğimizin ışığında düşünelim. Kâinat şehrinin ‘dünya’ isimli küçük bir noktasında/haneciğinde bin bir ışık, renk ve ses cümbüşüne ve de sürekli bir faaliyete şahit olup seyreden birisinin, o muhteşem yıldız saraylarını ‘boş’ zannetmesi doğru mudur? Elbette ki hayır. Zira oralarda da hayat vardır ve oraların da şuurlu sakinleri mevcuttur. Bizim onları görmeyişimiz onların olmamasını gerektirmez. Göremeyişimiz, ya bizim gözümüzdeki bir zaaftan ya da onların başka bir boyutta oluşlarındandır.

Şu hâlde, meleklerin gözle görülmez, duyu organlarıyla algılanamaz oluşları, inkâr edilmeleri için bir gerekçe olamaz. Zira onların görünmeyişleri, var olmadıklarından veya asla görünmez olduklarından değildir. Bu, bizim onları görecek bir kabiliyet ve kapasitede yaratılmadığımızdandır. Başka bir ifadeyle, meleklerin görünmeyişleri, onların bizim gözlem ve tecrübeye dayanan bilgilerimizin ilgi alanı dışında kalan fizik ötesi varlıklar oluşlarındandır. Bugün var olduğu ilmen ispat edilen veya hissedilen nice varlıklar vardır ki biz onları çıplak gözle göremiyoruz.

Melekleri bize birçok özelliğiyle tanıtan Kur’ân-ı Kerim, onların nasıl bir unsurdan yaratılmış oldukları hususunda bilgi vermez. Onlarla ilgili bu bilgiyi biz, Hz. Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) hadislerinde görmekteyiz. Bir hadis-i şerifte “Cinlerin ve şeytanların ateşten, Hz. Âdem’in topraktan/çamurdan, meleklerin ise, nurdan yaratıldığı” (Müslim, Zühd 10) bildirilir.

Melekler, öfke, kin, gazap, kıskanma ve haset gibi negatif duygulardan uzak olup, beşere ait diğer his ve meyillerden de korunmuşlardır. Dolayısıyla onlar için, isyan ve başkaldırma gibi herhangi bir günah söz konusu değildir.

“Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere isyan etmezler ve ne ile emrolunuyorlarsa onu yerine getirirler.’’(Tahrim sûresi, 66/6.)
İnsanların sahip oldukları yemek, içmek, erkeklik, dişilik, evlenmek, gibi fiil ve özelliklerden uzak ruhanî birer varlık olan meleklerin, makamları sabittir ve onlar için bir ücret de söz konusu değildir, ama, Allah namına işledikleri her emirde latif bir zevk ve hoş bir lezzetleri vardır. Allah’a karşı derecelerine göre feyiz (manevî bir keyif) alırlar. Nurdan ibaret varlıklar olmaları yönüyle, ihtiyaç duydukları gıdalar da manevîdir; zikir, teşbih, hamd ve Cenab-ı Hakk’a ait marifet ve muhabbet nurlarından lezzet alırlar ve O’na ibadet hususunda ne bir büyüklük duygusuna kapılırlar ne de yorulup usanırlar:

“… O’nun huzurunda bulunanlar, O’na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. Onlar bıkıp usanmaksızın gece gündüz Allah’ı teşbih ederler.”

Ayrıca melekler, kendilerine has latif ve nuranî bir yapıya sahip olmaları sebebiyle hareket ve nüfuz keyfiyetleri son derece süratli ve mükemmel olan varlıklardır. Kur’ân’da onların bu özelliklerini ifade sadedinde şöyle buyrulur:

“Melekler ve ruh, 0(nun arşı)na -miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan- bir günde yükselip çıkarlar.” (Mearic sûresi, 70/4)
“Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a hamd olsun…” (Fatır sûresi, 35/1)
Gerek Kur’ân’da gerekse hadis-i şeriflerde meleklerin kanatlarından söz edilir. Bu kanatların, içinde bulunduğumuz âleme ait varlıkların kanatlarıyla aynı olduğunu söyleyemeyiz. Meleklerin farklı bir boyutta hayat süren nuranî varlıklar olduğu göz önünde tutulursa, bunları kuş veya uçak kanatları gibi maddî vasıflara konu etmenin doğru olmayacağı ortadadır. Melekler, beşerin idrak vasıtalarıyla tanınamayacak bir yapıdadırlar. Şu hâlde bu kanatların mahiyetini ancak Allah ve onları gören peygamberler bilebilirler.
Meleklerin kanatları hakkında bilinmesi gereken bir husus da şudur: Bu kelimenin Kur’ân’daki karşılığı ‘cenah’tır. Cenah ise sadece ‘kanat’tan ibaret olmayıp yan, taraf ve hususiyet’ gibi mânâlara da gelmektedir. Bu cümleden olarak, Kur’ân’da,  /ulî ecniha’ şeklinde geçen bu ifadeyi, güç ve sür’at gibi meleklere verilmiş olan hususiyetlerin çeşitliliği veya Allah katındaki dereceleri’ olarak anlamak da mümkündür.
Melekler, Allah’ın emir ve izni ile çeşitli şekillere girebilen varlıklardır. Melekler peygamberler tarafından hem aslî şekilleriyle hem de, temessül etmiş oldukları başka şekilleriyle görülmüşlerdir. Meselâ, Cebrail (aleyhissalatu vesselâm) Hz. Meryem’e bir insan şeklinde görünmüştür Hz. İbrahim’e (aleyhissalatu vesselâm) bir oğul müjdesiyle gelen melekler de, insan şeklinde görünmüşlerdir. Hz. İbrahim onları misafir zannederek kendilerine yemek hazırlamış, fakat yemediklerini görünce korkmuş sonra da onların melek olduğunu anlamıştır. Bu âyetten meleklerin yiyip içmediği sonucu da çıkmaktadır. Keza, Cibrîl hadisi olarak bilinen, -iman, İslâm ve ihsan kavramlarının tanımlarının yapıldığı- rivâyette de belirtildiği gibi, Cebrail sahabiler tarafından insan şeklinde görülmüştür. (Müslim, İman 37; Ebu Davud, Sünnet 15)