İslam’da Anne Hakkı

By | 28 Ocak 2015

islamda-anne-hakkiKur’ân’ın ifadesiyle insan üzerinde Allah ve Resulünden sonra en çok hakkı olan anne-baba olduğu gibi, en çok sayılması ve sevilmesi gerekenler de onlardır. Anne-babaya gereken iyilik ve itaati gösteren, onları seven, sayan ve başı üzerinde tutan çocuk mesut, mutlu ve huzurlu olacağı gibi; onları üzen, kıran ve mağdur eden çocuk da kendi eliyle hayatını zehir eder ve âhiretini tehlikeye atar.

Anne” veya “Ana”… İçimizi ısıtan, benliğimizi saran, bütün duygularımızı coşturan kelimeler.

Üç-beş harflik kelimeden öte merhamet, şefkat, sevgi, fedakârlık, kahramanlık gibi birbirinden güzel duygulan içinde barmdıran canlı birer kavramdır.

Anne her zaman annedir. Bir tek hücre iken anne rahmine gelişimizden, dünyaya gözümüzü açışımızdan, hayatımızı noktalaymcaya kadar anne hep annedir. Bu güçlü bağ ne azalır, ne eksilir, ne de belli bir sınıra girer.

Anne sevgisi, sevgilerin en güzeli; anne şefkati şefkatlerin en berrağı; anne hakkı hakların en kudsîsidir.
Bu güzelliğe Kur’ân’ın ifadeleri ayrı bir güzellik ve mânâ kazandırıyor:

“Rabbin şunu da emretti: Ondan başkasına ibâdet etmeyin; anne ve babaya da iyilikte bulunun. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağma erişecek olursa, onlara sakın ‘Öf’ bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle.

“Onlara merhamet ve tevâzu kanadım ger ve de ki: Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.”

Bu davranışın sebep ve hikmeti Lokman Sûresinde ise şöyle ifade edilir:

“Biz insana, anne-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu kat kat sıkıntı içinde karnında taşımıştır. Çocuğun sütten kesilmesi ise iki yıl içinde olur. Biz insanlara, Bana ve anne-babana şükret, dedik. Kıyamet gününde dönüş ancak Banadır.”

Cenab-ı Hak bizi annemizin şefkatine emanet etmiş, onun merhametli eline teslim etmişti. Bizi onun kucağında, onun bağrında büyüttü.

Biz de o şefkat madeni olan annemizi Cenab-ı Hakkın rahmet ve hikmeti hesabına severiz. Bu sevgi aynı zamanda Ona âittir. Bu sevgi Allah içindir. Çünkü yaşlandığı, artık bize bir faydası kalmadığı, hatta zahmet ve meşakkate attığı halde bile sevgimiz, saygımız ve şefkatimiz daha da artar.

Bu sevgi Allah rızası için olduğundan bir ibadet sayılır. Bu ibadet duygusudur ki, hiçbir karşılık beklemeden onun yardımına koşar, uzun bir ömür sürmesini gönülden arzu ederiz.

Çünkü, “Onun yüzünden daha ziyade sevap kazanayım” düşüncesi bizi bu hale sevk eder. Bu sevgi ve hürmetlerimizi elini öperek “ulvî bir lezzet” alırız ki, bu hem bizi, hem de onu sevindirir.

Bunun aksi olan, yaşlandığında onu bir yük olarak görmek, varlığından rahatsız olmak, insanın dünyaya gelişine ve hayatına sebep olan o muhteremin ölümünü arzu etmek, ancak vahşî bir duygunun sonucudur.

Anne sevgisi, Allah sevgisi; anneye eziyet, Allah’a eziyettir. Bu gerçeği şefkat Peygamberi şöyle vecizeleştiriyor:
“Allah’ın rızası annenin rızasına; Allah’ın gazabı da annenin gazabına bağlıdır.”

Bu sevgi ve “rıza” bazen cihadın da önüne geçer. Yerine göre cihattan daha faziletli olur. Çünkü cihatta da Allah rızası esas alındığı için, bu rıza annenin gönlünü yapmak, yardımına koşmakla da gerçekleşir.

Sahabe-i Kiramdan Hz. Cuhame, bir gün Peygamberimizin (a.s.m.) huzuruna gelir:

“Yâ Resulallah, cihada katılmak istiyorum. Sizinle istişare etmeye geldim. Ne buyurursunuz?”

Resulullah (a.s.m.) sorar:

“Annen var mı?”

“Evet, var.”

“Öyleyse, git ona hizmet et. Çünkü, Cennet onun ayaklarının yanındadır.”

Yâni anneye karşı alçakgönüllü davranmak, onun rızâsını kazanmak Cennete girmeye sebeptir.

Annenin hakkı babaya nazaran daha fazla ve üstündür. Lokman Sûresindeki âyet-i kerime buna işaret ettiği gibi, bir hadis-i şerifte de Peygamberimiz gayet açık bir şekilde bildirmektedir.

Sahabîden birisi gelerek Peygamberimize (a.s.m.) sorar:

“Ya Resulallah, insanlardan kendisine iyi muamele yapmama en layık olan kimdir?”

Resul-i Ekrem Efendimiz:

“Annendir.”

“Ondan sonra kim?”

“Annen.”

“Ondan sonra kim?”

“Annen.”

“Ondan sonra kim?”

“Ondan sonra babandır.”

Özetle, bir Müslüman, Rabbine nasıl iman edip ibadet ediyorsa; o şuur içinde de anne-babasına evlâtlık vazifesini yapar, ihtiyacım görür, ihsan eder, başının üstünde tutar. Bunun ne belli bir günü vardır, ne de saati.

Bu vazife dünya ile de sınırlı kalmaz. Âhirete göçtükleri zaman da devam eder. O zaman da yapılması gerekenler vardır.

Ensardan bir zât gelerek Peygamberimize (a.s.m.) sorar:

“Ya Resulallah, ebeveynim öldükten sonra kendilerine yapmam gereken bir iyilik kaldı mı?”

Resulullah (a.s.m.), “Evet” diyerek şu vazifeleri sayar:

“Onlara duâ etmek, onlar için istiğfarda bulunup günahlarının affını dilemek, vasiyetlerini yerine getirmek, onlar vasıtasıyla akrabalığın bulunan kimselere karşı iyi münasebetleri devam ettirmek, dostlarına ikram ve iyilikte bulunmaktır.”

Ne mutlu, anne babasına evlâtlık vazifesini yapabilenlere!

Adamın biri Peygamber Efendimize (a.s.m.) geldi, şöyle dedi:

“Allah’tan sevap ve mânevî karşılık beklemek niyetiyle cihat etmek ve hicret etmek üzerine sizinle bîat etmeye geldim.”

Peygamber Efendimiz (a.s.m.):

“Anne-babandan birisi sağ mı?”

“Her ikisi de sağdır.”

“Allah’tan sevap ister misin?”

“Evet, yâ Resulallah.”

“Öyle ise anne-babanın yanına dön, onlara hizmet et.”

Hazret-i Âişe rivayet ediyor:

Bir gün Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yanına bir adam geldi. Beraberinde yaşlı birisi vardı. Peygamberimiz (a.s.m.) adama, “Bu ihtiyar kim?” diye sordu.

Adam, “Babamdır” dedi.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.):

“Öyle ise önüne geçme, o oturmadan sen oturma. Onu adıyla çağırma ve ona kimseyi küfrettirme.”