Hz. Yakub’un Adağı

By | 4 Mart 2015

hz-yakubun-adagi   Yakub, sabahleyin erkenden yattığı yerden kalktı. Başının altına koyduğu taşı aldı. Onu kutsal saydı. Onu bir direk gibi dikti. En üstüne zeytinyağı döktü.
Bu yerin adını “Allah’ın evi” diye adlandırdı. Lûz adı unutuldu.
— Eğer Yüce Rab benimle beraber olursa, beni yolda koruyarak, bana yemek için ekmek ve giymek için de elbise verirse benim ibadet ettiğim Yüce Rabbim olacaktır yalnız! diye anıtta bulundu. Ondan sonra ellerini gökyüzüne açtı:
— Ey Allah’ım! dedi. O zaman bana vereceğin her şeyin onda birini senin uğruna adıyorum işte!
Kervan halkı da uyanmış, kalkmıştı. Hazırlıklar başladı. Kafile yola düzüldü. Yakub, Doğuya büyük babası İbrahim’in memleketine, Harran’a Urfa topraklarına anasının akrabalarının ülkesine doğru yol aldı.
Günlerden sonra engin bir sahraya gelmişti. Bir ağaç altında bir kuyu gördü. Kuyunun başında üç sürü koyun yatıyordu. Sulanmağa getirilmişti bu koyunlar.
Koyunları suya getiren çobanlar, kuyunun ağzındaki kocaman bir :aşı yana yuvarladılar. Hayvancıkları suladılar. Meleyen kuzular, koyunlar, keçiler doya doya sularını içtiler. Çobanlar, kuyuyu kapatan taşı tekrar kuyunun ağzına kapattılar. Hz. Yakub Çobanların yanma geldi:
— Ey kardeşlerim! dedi. Siz nerelisiniz? Çobanlar da:
— Biz Harran’lıyız! Dicle ve Fırat ırmakları arasındaki Harran’dan!..
Yakub, kendi kendisine:
— İşte büyük dedemin ülkesine gelmişiz! diye mırıldandı. Çobanlara yine sordu:
— Nahor oğlu Lâban’ı tanır mısınız? Onu bilir misiniz?..
Çobanlar:
— Tanırız ve biliriz! dediler.
Yakub:
— Sağ, esen midir kendisi? diye sordu. Onlar da:
— Sağ, esendir! Selâmettedir! diye cevap verdiler. Hem de işte Rahel koyunlariyle suya geliyor.
Yakub:
— Fakat, akşama daha çok vakit var. Sürüleri toplayacak zaman değildir şimdi. Koyunlan sulayınız. Sonra otlamağa götürünüz.
Çobanlar:
— Tamam gelecek! dediler. Çünkü bütün sürüler bir yere gelmedikçe, kuyunun ağzından da taş yuvarlanıp oynatılmayınca biz koyunları sulamayız. Ancak bu işler yapılınca sularız sürümüzü!..
Hz. Yakub, çobanlarla böyle konuşurken dayısı Lâban’m koyunlarını güden dayı kızı Rahel’i gördü. Ona doğru ilerledi. Ona yaklaştı. Sonra kuyunun yanıbaşma geldi. Kocaman ağız taşını yuvarladı. Daha sonra Yakub:
— Rahel, Rahel! diye seslendi. Ben, baban Lâban’ın kızkardeşi Rebeka’nm kocası İshâk’ın oğluyum! Yakub’um ben! Gel, kucaklaşalım. Sonra da koyunlarım sulayalım!
Rahel, ona doğru koştu. İkisi de kucaklaşıp sarıldılar. Hasretle öpüştüler. Yakub, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu şimdi. Hasretlerini dindirdikten sonra Rahel:
— Yakub! dedi. Sevgili halam oğlu! Senin babamın yeğeni ve halamız Rebeka’nın oğlu olduğunu gidip babama haber vereyim.
— Peki Rahel!..
Rahel, bir güvercin gibi sekerek şehre doğru koşmaya başladı. Babası Lâban’m yanına geldi:
— Baba! Baba! dedi. Kızkardeşin olan Rebeka’nın, sevgili halamın oğlu Yakub uzak ülkelerden geldi. Müjdeler olsun sana!..
Lâban:
— Gerçek mi? Nerede? diye sordu.
— Koyun sürülerini suladığımız kuyunun başında!
Bu haberi işiten Lâban, çok sevindi. Sevgili kız kardeşinin oğlunu karşılamak için kuyunun yanma doğru koştu. Yakub’un boynuna sarıldı. Onu öptü, kokladı:
— Haydi, gel! Evimize buyur! dedi.
Şimdi, Lâban’ın evindeydiler. Sofralar kuruldu, Yenildi. İçildi. Sonra Lâban:
— Eh… anlat bakalım yoksul! dedi. Babandan, anandan, memleketinde olup bitenlerden haber ver!
Yakub da babasının kendisini buralara gönderdiğini, gelirken gördüğü rüyayı, yurdunu, babası İshak’ı anlattı.
— Dayı, sana hizmet etmeğe geldim! dedi. Lâban ona:
— Gerçekten sen benim etimsin ve kemiğimsin! Annen demek ben, ben demek annen demektir. Biz eti ve kemiği bir, iki kardeşiz! dedi.
*
Hz. Yakub tam bir ay dayısında konuk kaldı. Lâban bir gün ona:
— Söyle bana Yakub! dedi. Kızkardeşimin oğlu, benim yeğenim olduğun için benim yanımda bedava mı hizmet edeceksin! Karşılığında bir şey mi diliyorsun yoksa? Parayla hizmet edeceksen gündeliğin veya aylığın ne kadar olacak?
Hz. Yakub, evde iki kız olduğunu görmüştü. Büyük kızın adı Lea veya Leyya), küçüğünün adı Rahel’di. Leâ’nm gözleri az görüyordu. Bakışları kırpış kırpıştı. Rahel ise etli, canlı, civelek, neşeli, boyu posu güzel; yüzü de gönül çekici bir kızdı. Yakub bu güzel kızı daha kuyu başında görünce sevmişti.
Dayısına:
— Dayıcığım! dedi. Ben Rahel’le evlenmek istiyorum.
Lâban sordu:
— Malın var mı senin! Kızımı ancak o zaman veririm sana!.. Ya¬kub:
— Malım yok dayıcığım! dedi. Yok ama sana gündelik karşılığında :alışır, hizmet ederim. Bu suretle kızının nikâh akçesini ödemiş olu¬rum!
Dayısı:
— Onun nikâh akçesi yedi yıl bana hizmet etmen, emrim altında :ahşmandır! dedi.
Hz. Yakub:
— Sen beni Rahel ile evlendireceksin. Bu benim birinci şartımdır. Nikâh akçesi karşılığı olarak ben de sana yedi yıl hizmet edeceğim! Tamam mı? diye tekrarladı. Lâban:
— Bu seninle benim aramda bir iştir. Kızım Rahel’i başka bir adama vermektense sana vermek daha hayırlıdır. Haydi, bugünden tezi yok, yanımda çalışmaya başla! dedi.
Yakub, dayısına tam yedi yıl çobanlık yaptı. Onun koyunlarını, sığırlarını otlağa götürdü, getirdi. Bu hizmet tam yedi yıl sürdü. Fakat. Rahel’e olan aşkından dolayı bu yedi yıl ona yedi gün gibi geldi.
Yedi yıl bittiği akşamı Hz. Yakub:
— Dayıcığım! dedi. İşte hizmetinde yedi yılımı tamamladım. Irgatlık, çobanlık günlerim bitti. Karımı ver bana şimdi. Ona sahip : layım, yanında yatayım. Günlerim doldu.
Lâban:
— Hele biraz sabret! Çadırına git, yat! dedi. Gece olmuştu.
Yakub, heyecan içindeydi.
Acaba, güzel Rahel, sevdiği Rahel artık kendisinin olacak mıydı? Yoksa dayısının yeni bir teklifi, düşünmesi mi vardı? Bu kuruntularla yatağına çekildi. Sevdiği kızın hayaliyle dakikalarını geçirmeye başladı.
Gökyüzü parlak bir ayla şakır şakır aydınlanıyordu. Yıldızlar da parıl parıl parıldamaktaydı.
Lâban, gece biraz ilerleyince kalktı. Büyük kızı Lea’yı yanma çağırttı. Onu kolundan tuttu:
— Seni, bu gece Yakub’la evlendiriyorum!., dedi. Lea’yı kolundan tuttu. Aldı, Yakub’un çadırına götürdü:
— İşte sana evlenmek üzere kızımı getirdim! dedi. Çadırın kapısını kapattı. Kendi, cariyelerinden biri olan Zilha’yı da kızma cariye olarak çadır dışında bıraktı.
Şimdi çadırın içi karanlıktı. Yakub sevdiği Rahel zannı ile Lea’yı göğsüne çekti. Gelinin iki kızkardeşten büyüğü olduğunu anlamamıştı. Gece böylece geçti. Biri sevdi, öteki sevildi. Sabah olunca güneş doğmuş, çadıra da ışıklar dolmuştu.
Yakub uykudan uyandı.
Yastığının yanında yatan kadının yüzüne baktı.
Bir de ne görsün!
Bu, sevdiği kız, güzel Rahel değil, kırpışık gözlü, kirli, çapaklı büyük kız Lea idi. Aldatıldığını anladı. Çadırından şimşek gibi fırladı. Dayısının yanma koştu. Bu sırada Lâban bir kısım halkın ortasında bulunuyordu. Ona:
— Dayı, dayı! diye haykırdı. Bu bana ettiğin çevir nedir? Sen beni aldattın? Yanında yedi yıl hizmet etmemin karşılığında bana Rahel’i vermeyecek, beni onunla evlendirmeyecek miydin? Oysa sen beni aldattın! Yedi yıllık hizmetimi helâl saydığın halde karımdan başkasını benim koynuma koydun. Beni kandırdın! Niçin bunları yaptın?..
Lâban:
— Sevgili kızkardeşimin oğlu! dedi. Sen dayına sövüp sayma böyle. Hakaret etme bana! Ben senin dayınım. Yarı yarıya babanım. Sen bizim kavmimizin büyük kızlarından önce küçük kızlarını evlendirdiğini hiç gördün mü? Bizim böyle bir geleneğimiz yok. Haydi, Lea ile evlendiğinin haftasını tamamla. Sonra yeniden bana yedi yıl daha hizmet et. Küçük kızım Rahel’i al. Senin olsun.
Yakub da Rahel’in aşkı uğruna bu teklifi kabul etti.
— Hele, yedi yıl daha sana hizmet edeceğim ey dayıcığım! dedi. Yeniden sürüsünün başına geçti. Yedi yıl çoban olarak, sığırtmaç ve ırgat olarak dayısına hizmette bulundu. Günler tamam olunca, bu yedi hizmet yılı sona erince Lâban:
— Haydi Yakub, çadırında Rahel’i bekle bu akşam! dedi. Küçük kızının elinden tuttu. Onu Yakub’un çadırına götürdü. İki sevdalı o gece gerdeğe girdiler. Lâban, bu gece kızma cariye olarak Bilha adındaki kızı armağan etmişti.
Yakub, o gece, Rahel’i Lea’dan çok sevdi. Onu öptü, okşadı, kucakladı. En kutsal aşk saatlerini onunla birlikte yaşadı. Ertesi sabahtan itibaren de dayısı ve şimdi kaynatası olan Lâban’m yanında hizmete başladı. Bu hizmet yine yedi yıl sürdü. Fakat Rahel’de ilk önceleri halası Rebeka gibi kısır çıkmıştı. Hiçbir çocuk dünyaya getiremedi.
Lea ise ilk zamanlar hemen hemen dört yıl sırayla evlâdlar doğurmuştu. İlk oğulu dünyaya geldiği zaman:
— Rab, üzüntülerimi gördü. Bana bir oğul bahşetti. Artık kocam Yakub beni de sevecek! dedi. İlk oğlunun adını Ruben koydu. Ruben’in mânası (İşte bir oğul) demekti. Kocasına:
— Yakub, işte bir oğul sana! Sev beni! Beni çirkin görme. Bana ?.şk ile sarıl! dedi. Dedi ama, Yakub ona istediği aşkı vermiyordu. Ertesi yıl Lea yine gebe kalıp bir oğul daha dünyaya getirdi. Yine bir jğul doğurmuştu.
— Benim sevilmediğimi işiten Rabbim bana bu ikinci oğulu da rahşetti! diyerek sevindi.. Bu çocuğa da Simeon = işitiş adını verdi.
Lea ertesi yıl yine Yakub’dan gebe kalmıştı. Yine üçüncü bir oğul iaha dünyaya getirdi. Kendi kendisine:
— Artık kocam Yakub bu çocuğumla mutlaka bana bağlanır! demişti. İşte ona üç tane tokmak gibi oğul doğurdum.
Lea, bu üçüncü çocuğunun da adını Levi = Bağlanış olarak koydu.
Fakat Hz. Yakub hâlâ ona karşı derin bir sevgi duymuyordu. Fakat Yüce Allah masum Leâ’yı dördüncü defa gebe bıraktı. Yine bir : ğul ihsan etti ona. Lea kollarını açarak:
— Yarabbi! dedi. Sana hamdediyorum işte! Bu çocuğumun adı da Yahuda = Hamdediş olsun.
Bu çocuklar sonraları dört kol olarak İSRAİLOĞULLARI’nın atalan olmuştur. Bunlara “Dört Sibt = Dört Torun” denilmiştir. Lea, bu tocuklarmdan sonra çocuk doğurmamıştı.