Hz. Şuayb Peygamber

By | 9 Mart 2015

hz-suayb-peygamber   İsrail oğullarının ana vatanı Filistin, yâni Kenan diyarının güneyinde Medyen halkı gün sürmekteydi. Medyen iline yakın bir arazi ae ardı ki burası Eyke adiyle şöhret bulmuştu. Burada yaşayan bir cîbile bu ülkeyi bahçelerle, bağlarla zengin etmişti.Fakat burada yaşayan bu kabile halkı her işe hile katmaktaydılar. Terazileri noksan tartar, kantarları noksan ölçerlerdi.Halkın hakkını yemeyi kendilerine haram saymazlardı.

Eykeliler, ağaçlan sarmaşık şeklinde büyümüş olan koruluğun halkı demekti. Hem Yüce Rabbe ortak katarlar, hem de tartıda hile yıkarlardı. Başka birisinden mal mı alıyorlar. Bu sefer de terazinin nesini tıkabasa aldıkları eşya ile doldururlar, yine hile ve düzenler uzak kalmazlardı. Böylece harama haram katarak mallarını artır, diyorlardı. Varlıklarına da fesat karışıyordu.Fesat ve hile onları o kadar rahata erdirmişti ki günlerini gün ediyorlardı.

Yüce Allah bu bolluğu, bu halde bol azapla onları azaplandırnıak nün vermekteydi! Onları derece derece bu azaba yaklaştıracak, elem,azap cehenneminde onları yakacaktı.Eykelilerin bundan başka yol kesiciliği de vardı. Çok defa baskına çıkarlar, yol keserlerdi. Karşıdan gelen yolcuların önüne çıkarlar, onun basarlar, ellerinde, avuçlarında ne bulurlarsa çalıp çırparlardı.
Allah korkusu yok muydu içlerinde? Evet, yoktu.
Çünkü Allah nedir bilmiyorlar, Allah’a ortak ettikleri putlara tapıyorlardı.
Yüce Allah onlara doğru yolu göstermek için Şuayb Peygamberi yolladı.
Şuayb Peygamber Medyen oğullarındandı. Bir rivayete göre Hz. İbrahim’in oğullarındandı. Bir rivayete göre de Hz. İbrahim’e iman edenlerden birisinin oğlu idi. Onunla birlik, Haran’dan Şam yönlerine göç etmişti.
Şuayb Peygamber Medyen halkının eğri yolda gittiğini gördü. Kuran-ı Kerîm şöyle buyurur:

«Medyen şehri halkına da kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Şuayb da halkına şöyle dedi:

— «Ey kavmim! Allah’a tapınız. Sizin için O’ndan başka ilâhınız yoktur.» (Araf sûresi, âyet: 85)

Ve Hazret-i Şuayb, sözlerini şöyle sürdürdü:
— «İşte size Rabbiniz tarafından bir mucize geldi. Artık ölçeği ve teraziyi tam tutun. İnsanların eşyasına haksızlık etmeyin. Yeryüzünü, düzelmesinden sonra bozmayın. Eğer bana inanırsanız bu söylediklerim sizin için hayırlıdır.» (A’raf sûresi, âyet: 85)

Şuayb (A.S.) öğütlerine devam ederek halkına şöyle dedi:
— Hem de her sokağın üzerinde oturup Allah’a iman getirenleri korkutmayın. Allah yolundan, İslâm dininden çevirmeyin. Siz eskiden az kişiydiniz. Ama Allah sizi sayınızda ve malınızda arttırdı. Bereketlendirdi. (Araf sûresi, âyet: 86)

Onları haksız ölçmemeleri için şöyle uyarırdı:
— Ölçeği, teraziyi eksik tutmayın. Refah içinde yaşıyorsunuz ama ben bunun geçici olduğunu görmekteyim. Sizi azapla kuşatacak olan bir günün gelmesinden korkuyorum.
«Ey Kavmim! Ölçeği, tartıyı tastamam tartın!
Kimsenin hakkını eksiltmeyin! Ortalığı fesada verecek kötülük yapmayın. Müminseniz Allah’ın elinizde bıraktığı kazanç daha hayırlıdır.
Yoksa ben sizi azaptan koruyup kurtaramam.»
Suayb Peygamber halkına bu suretle anlatmak istediğini en güzel şekilde anlatmış oluyordu. Bundan dolayı kendisine Peygamberlerin Hatibi denmişti.

Medyenliler Hz. Şuayb’a şu cevabı verdiler:
— «Ey Şuayb! Bize atalarımızın taptıklarını bırakmayı, mallarımıza istediğimizi yapmaktan vazgeçmeyi, kıldığın namaz mı sana emrediyor? Oysa, sen halim, olgun, doğru dürüst bir adamsın!» dediler ve onunla alay ettiler.
Şuayb Peygamber kavminin bu isyankâr halini görünce: «Ey kavmim! dedi. Ben Rabbim tarafından apaçık bir burhan üzere : Aam ve bana kendi tarafından da güzel bir kazanç ihsan etse artık O’na muhalefet eder miyim? Ben size yasak ettiğini, kendim yapmak istemiyorum. Gücüm yettiği kadar sizin işlerinizi yoluna koymak istiyorum. Başarım ancak Allah’ın lütfuna bağlıdır. O’na dayanırım. O’na güvenirim, O’na yöneli-rim.’)
Şuayb (A.S.) kavmine şunları söyledi:
— «Ey kavmim! Bana karşı düşmanlığınız Nuh kavminin, yahut Salih kavminin başlarına gelen felâketi sizin başınıza getirmesin. Lût kavmi de sizden uzak değildir. Rabbinizdeıı rahmet dileyin. Ona tevbe edin. Benim Rabbim bağışlayıcıdır. Sevdiklerine nimet vericidir.»)

Onlar da dediler ki:
— «Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu biz anlayamıyoruz. Hem biz seni içimizde güçlü, kuvvetli görmüyoruz. Zebunsun ?en! Kabilen olmasaydı seni taşlardık bile! Zaten senin bizce ne önemin, ne kıymetin vardır!»)

Şuayb onlara şu cevabı verdi:
— «Ey kavmim! Benim kabile ve halkım sizin gözünüzde Allah’tan daha mı saygılı ve kıymetlidir ki Allah’ın emrini arkanıza atıyorsunuz? Hiç şüphe yok ki Rabbim, sizin bütün yaptıklarınızı ilmiyle kuşatır bilir. Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de Allah’ın emri gereğince elimden geleni yapacağım. Rüsvâ edici azabın kime geleceğini, kimin yalanc: olduğunu yakında bileceksiniz! Azabınızı gözetin. Ben de sizinle birlikte gözetmekteyim.»

Şuayb kavmi bu sözlere karşı:
— Biz seni sinirlenmiş görüyoruz! dediler. Seninle bizim aramızda ne fark var? Sen de bizim gibi bir insansın! Biz sen: ancak yalancının biri olarak görmekteyiz.

Şuayb Peygamber de:
«Eğer içinizden bir kısmı bana, benimle gönderilene iman eder, bir kısmı ise iman getirmezse o halde Allah aramızda hükmedinceye kadar sabır gösterin. Hâkimlerin en hayırlısı O’dur! dedi.» (A’raf sûresi, âyet: 87)
Bu sırada Medyen halkının ulularından bir kişi kendisini çok beğenenlerden birisiydi, dedi ki:
— «Ey Şuayb! Seni de, seninle beraber iman edenleri de yurdumuzdan atacağız. Tekrar dinimize dönerseniz, o baka…»
Hz. Şuayb dedi ki:
«Siz, biz istemesek de mi dininize çevireceksiniz? Allah bizi sizin dininizden kurtardı. Sonra yine o dine dönersek Allah’a bühtan etmiş oluruz! Bundan dolayı bizim sizin dininize dönmemizin yolu yoktur. Meğer ki Allah dilemiş olsun! Rabbimizin bilgisi herşeyi kavramıştır. Biz Allah’a güvendik!.
Hz. Şuayb, sonra kollarını Yüce Allah’ına doğru açtı, şöyle yalvardı:
«Ey Allah’ımız! Kavmimizle aramızdaki davada doğruluk! hükmet. Çünkü sen her şeyin doğrusunu gösteren ve bildirenlerin en hayırlısısın!»

Fakat Allah’ın Birliğini tanımayanlardan bir kısmı tanıyanlara dönerek dediler ki:
«Siz bu Şuayb’e inanırsanız mutlaka ziyankârlardan olur sunuz.»

O anda Şuayb’m duası yerine geldi. Havayı birdenbire bir sıcaklık sardı. Bir sıkıntı bastırdı. Bu sıcaklık arttıkça arttı. Sanki yüzle: kavruluyor, kavrulan deriler geriliyordu. İnsanların soluğu daralâ Herkes soluk soluğa, nefes nefese evine koşuştu.
Serinlik, serin bir yer, serin bir gölge istiyorlardı.
Sıcaklık, evlerin pencerelerinden de içeri girdi. Serin bodrumları aa doldurdu. Kaçanların evlerinde de nefesleri daraldı. Göğüsleri patlayacak hale geldi. Şimdi evlerinden de dışarı fırladılar. Kendilerini dağa, sahraya attılar. Kızıldenizden sıcak yeller, Medyen’in doğusundan sam rüzgârları esiyordu. Dudaklar susuzluktan patlamıştı.
— Su!.. Su!.. Bir yudum su! diye haykırıyorlardı. Bu acıklı hal tam  yedi gün sürdü.
— imdat!.. İmdat! sesleri gök kubbeyi sardı. Taştan yapılmış yapsa ilâhlarına dua ediyorlar, bu felâketten kurtarılmalarını diliyorlardı.
Sekizinci gündü.
Gökte, birdenbire kendilerini yakıp kavuran güneşin bir bulutla örtüldüğü görüldü. Kara bir duman, simsiyah bir gölgeydi güneşi kaplayan!..
O zaman bu nefes nefese koşuşan halk:
— Oh! diyerek ferahladılar. İlâhlarımız bize acıdı. Bu serinletici ve gölgeyi bize gösterdi! dediler. Şimdi rahattılar artık.
Başka kimseler de:
— Gelin! Gelin! Bu serin gölge altına sığının! dediler. Herkes neti nefese oraya koştu. Hepsi de bir araya toplandı.
Fakat birdenbire yer sarsılmaya başlamıştı. Deprem oluyordu. Yağmur beklenirken üstlerine ateşler yağmaya başladı.
Evler yıkıldı. Bu gölge günün azabı onları yakaladı. Güneşi kapatan gölge onların mezarı olmuştu. Hepsi külçe halinde yerlere serildi.
Güneş, yeryüzündeki herşeyi de yakıp kavurmuştu.
Kurtulabilenler yalnız Şuayb Peygamberle birlikte ona iman  edenlerdi. Ateşli depremden, yıldırımdan ancak onlar canlarını kurtarmışlardı.
O zaman Allah’ın elçisi Şuayb Peygamber başını gökyüzüne çevirdi:
— «Ey kavmim! dedi. Size Yüce Rabbimden bana vahyettilerini bildirdim. Size doğru yolu gösterdim. Sizin gibi kâfir
bir kavme nasıl acıyayım ben? Siz bana inanmadınız. Kötü alışkanlıklarınızdan vazgeçmediniz. En sonunda Allah da bu azabı size yolladı, cezanızı verdi!» dedi.