Hz. İbrahim’in Hz.İsmail’i Kurban Etmesi

By | 2 Mart 2015

hz-ibrahimin-hz-ismaili-kurban-etmesi   Aradan birkaç yıl geçmişti ki, İsmail büyümüştü. Babasının kendisini ve anasını ziyaretini bekliyordu. Hz. İbrahim de geldi. Çadırlarında konukladı.
Bir geceydi. Namazını kılıp Allah’ına şükreden Hz. İbrahim yatağına uzandı. Yattı…
Yorgundu. Hemen uykuya daldı. Rüyasında ona bir nida geldi… Bir ses ona şöyle diyordu:
— Yâ İbrahim! Allah sana çok sevdiğin oğlun İsmail’i kurban etmeni emrediyor!
— Oğlum İsmail’i kurban etmek mi?
Hazret-i İbrahim, korku içinde gözlerini açtı. Allah’a bir oğlunu kurban edeceği hakkmdaki vaadini hatırladı. Kollarını Yüce Rabbine doğru açtı:
— Ey Rabbim! dedi. Oğlumu kurban etmemi emrediyorsan ben senin emrine elbette boyun eğerim!
Sonra yeniden uykusuna daldı. Fakat aynı ses yeniden işitildi. Bu ses ona:
— Ey İbrahim! diyordu. Allah, oğlun İsmail’i kurban etmeni emrediyor.
Yeniden gözlerini korkuyla açıp uyandı. Heyecan içindeydi. Yüreği kaburgasına sanki sığamıyordu. Yine Allah’a dua edip dedi ki:
— Ey benim Rabbim! Oğlumu kurban etmemi emrediyorsan ben senin emrine elbette boyun eğerim.
Sonra üçüncü kere uykuya daldı. Fakat yine aynı ses üçüncü defa ona aynı emri bildirdi:
— Ya İbrahim! Allah, oğlun İsmail’i kurban etmeni emrediyor!
Hz. İbrahim, yataktan sıçrayarak:
— Bu emri yerine getirmem lâzımdır benim! dedi. Sabahı bekledi. Gün ışıkları parlarken:
— Hey İsmail! dedi. Haydi bakalım, uyan artık! Seninle şöyle bir dağda gezinti yapalım. Yanına ip, bıçak al. Odun ve dal keselim.
İsmail sevindi. Anasının yanma koştu:
— Anne! dedi. Ben babamla bir gezintiye çıkıyorum. Karşıki dağa kadar gideceğiz.
Hazret-i İbrahim, elbisesinin altına bir bıçak da gizlemişti.
Hâcer:
— Bir gezintiye mi? diye İsmail’e sordu. O da:
— Evet, bir gezintiye! Babamla birlikte gidiyorum! dedi.
Anası da:
— Seni akşam babanla bekliyeceğim oğlum! Güle güle git! dedi. Arkasından bir dua okuyup üfledi. Şimdi baba, oğul Mekke dağlarına doğru çıkıyorlardı. Hz. İbrahim, İsmail sordukça:
— İşte Zemzem kuyusu. İşte Safa tepesi. İşte Merve! diye cevap veriyordu.
— Annem buralarda bana su bulmak için yedi defa gidip gelmiş, değil mi baba? diye İsmail sordu.
— Evet yavrum! Sonra Allah’ın bereketi ile senin ayaklarının altından bu Zemzem suyu fışkırdı.
Şimdi bir dağın tepesine çıkmışlardı. Mekke vadisi buradan kuş bakışı ile ne de güzel görünüyordu. Fakat oğlunu nasıl kurban edebilirdi bir baba! Bir türlü bunu oğluna söylemeye dili varmıyordu.
Şeytan, onları gördü. Bir yolcu kılığı içinde İbrahim’in yolunu kesti.

Ona:

— Ey ihtiyar! dedi. Nereden geliyor, nereye gidiyorsun?
Hazret-i İbrahim:
— Bir işim var. Onu yapmak öteberi elde etmek için şu dağa geldim! diye cevap verdi:
Yolcu kılıklı şeytan:
— Sanıyorum ki, sen rüyanda İblisi görmüş olacaksın. O da sana oğlunu boğazlamanı emretmiştir belki. Anlaşıldı, sen bu tenha dağ başında oğlunu kesmek istiyorsun! dedi.
Hazret-i İbrahim insanları şaşırtan şeytanın karşısında bulunduğunu anlayarak:
— Ey Allah’ın düşmanı! diye bağırdı. Benim yanımdan savuş, git. Ben Rabbimin emrini yerine getireceğim. Buna, onun yüce adına and içerim.
Şeytan, Hazret-i İbrahim’i aldatıp andını yerine getirmekten döndüremeyince arkadan gelen İsmail’in karşısına yürüdü. O ise, bir elinde ip, bir elinde bıçak babasını takip ediyordu. İblis ona da:
— Ey çocuk! dedi. Baban seni böyle dağ başlarında nereye götürüyor, bunu biliyor musun?
İsmail:
— Çadırımız için dağlardan odun kesmeye gidiyoruz, dedi.
İblis:
— Ben yemin ederim ki, baban seni boğazlamak için buralara getirdi.
İsmail:
— Babam beni niçin boğazlayacakmış sanki? diye sordu.
Şeytan:
— Baban, güya seni Allah tarafından verilen bir emirle boğazlamak istiyor, dedi.
İsmail:
— Babam, Yüce Rabbimizin böyle bir buyruğu var ise onu yerine getirmelidir. Ben de o buyruğa boyun eğerim. Ses çıkarmam cevabını verdi.
Şeytan, İsmail’i de aldatamaymca ümidi kırıldı. Oradan ayrıldı. Hâcer’in çadırına geldi.
Hâcer çadırın içinde oturmaktaydı. Bir yolcunun kapı perdesinin dışında belirdiğini görünce:
— Kimsin ey yabancı? diye sordu.
İblis:
— Ey İsmail’in annesi, Ey İsmail’in annesi diye heyecanla söze başladı.
— Ne var söyle.
— Kocan İsmail’i nereye götürüyor, biliyor musun?
Hâcer:
— Bize lâzım olan odunu kesmek için dağa götürdü! dedi.
Şeytan:
— Hayır! Kocan İbrahim, oğlunu boğazlamak için tenha dağ başına götürdü! dedi.
Hâcer:
— Yalan! dedi. Kocam oğlunu çok sever ve ona karşı şefkatlidir. Şeytan:
— İnanma buna! dedi. İnanma sen sakın.
— Niçin inanmıyacak mışım?
— Çünkü, İbrahim, İsmail’i kesmesini Allah’ın emrettiğini söyledi bana! Oğlunu kurtar!
Şeytan oradan da eli boş döndü. Hepsi de Allah’ın emrini dinlemişler o emre boyun eğmişlerdi.
İbrahim dağ başında durdu.
Fakat bıçağı İsmail’den isteyemiyordu.
Hâlâ onu kurban edememekteydi.
Bir anda Hz. İbrahim sert bir ses duydu:
— İbrahim!
— Buradayım…
Göklerden İlâhî ses:
— Adağını yerine getir! dedi.
Bu, Hak Teâlâ’dan gelen bir nida idi. Artık fazla bekleyemezdi. İsmail’den isteyip aldığı bıçağını saklayarak oğlu İsmail’e döndü:
— Oğlum! dedi. Dinle beni! Ben çok yıllar önce Allah’tan niyaz ve şükrederken «Bir oğlum olursa onu sana kurban edeceğim» diye adakta bulunmuştum.
Sonra, boğazını hıçkırık sararak sustu. Bir soluk aldı.
Kuran-ı Kerîm hazin bu dakikayı şöyle bildirir:
«İbrahim, İsmail’e: Yavrum, ben seni rüyamda boğazladığımı gördüm. Sen ne düşünüyorsun? dedi. İsmail de ona:

—Babacığım, dedi. Sana ne buyuruldu ise yap. İnşallah beni sabırlılardan bulursun.» (Sâffât sûresi, âyet: 102)
Evet, Hazret-i İbrahim oğlu İsmail’e şöyle sordu:
— Rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm. Buna sen ne dersin? Düşün!
İsmail:
— Ey babacığım! dedi. Aldığın emri yerine getir. Sana verilen buyruğu yap? Rabbimiz istiyorsa sen beni sabırlı olarak göreceksin.
İsmail kendisini babasına teslim etti. Sonra da şu sağlıkta bulundu:
— Şimdi ellerimi ve ayaklarımı bağla benim baba! dedi. Bağla ki, kımıldamalarda bulunmamayım. Bıçağını da bile. Ölürken can acısı duymayayım. Ne kadar çabuk ölürsem o kadar erken rahata varırım. Gömleğimi de koru. Kanlarımla ıslanmasın… Çünkü annem o kanı görürse kaygıya düşer. Daha sonra da ölümün gecikmemesi için bıçağını boğazımdan çabuk geçir. Annemin yanına döndüğün zaman ona: «Oğlun İsmail sana selâmlar söyledi!» diye söyle. Beni yatırdığın zaman da yüzü koyun yatır. Yan yatır. Yüzümü görürsen kalbinden babalık duygusu taşar, beni boğazlayamazsm.
— Peki yavrum!
Hz. İbrahim, yüreği burkularak çocuğunun ellerini arkasına, ayaklarını birbirine bağladı.
Bir kayanın yanına götürdü. Şimdi ikisi de ağlaşıyordu. Yanakları yaşlarla dolmuştu.
İsmail, sesini hiç çıkarmadı artık.
Babası, onu bir kayanın üzerine yatırdı. Yüzünü kayaya doğru kapattı.
«Böylece ikisi de (baba ve oğul) Allah’ın buyruğuna teslim oldular. İbrahim çocuğu yanı üzerine yatırdı.» (Sâffat sûresi, âyet; 103)
Hazret-i İbrahim kendi kendisini cesaretlendirerek bıçağını çekti:
— Yüce Rabbim, Yüce Rabbim! dedi. İşte ben senin buyruğunu yerine getiriyor, oğlumu sana kurban ediyorum.
Fakat, bıçağı birt ürlü oğlunun boğazına götüremiyordu. Hazret-i İsmail:
— Baba, dedi. Ne duruyorsun? Yüce Rabbimizin buyruğunu yerine getir! Adağını kurban et!
Bu ses, Hazret-i İbrahim’e güç verdi.
— “Bismillah” dedi. Bıçağını İsmail’in boğazına doğru indirmek için kaldırdı. Bıçak havada göründü, aşağı doğru indirdi. Fakat bıçak henüz genç çocuğun boğazına değmişti ki keskin bıçağın körleşmesi Hazret-i İbrahim’i derin bir şaşkınlığa boğdu. Bıçağın kesmesi için Rabbine niyazda bulundu. O zaman hatiften bir ses geldi. Hak Teâlâ şöyle buyuruyordu:
«Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü tamamiyle yerine getirdin. Biz, böylece bize iyilik edenleri mükâfatlandırırız.» (Sâffât sûresi, âyet: 105)
Hazret-i İbrahim Yüce Allah’ın bu müjdesini alınca bıçağını oğlu İsmail’in boğazından çekti.

«Bu, gerçektir ki aşikâr bir sınavdı. (Biz de İbrahim’e bü­yük bir kurbanlığı, etli bir koçu İsmail’e) karşı ihsan ettik.»

(Sâffât sûresi, âyet: 106-107)

Hazret-i İbrahim, havaya kalkan bıçağını yanma indirdi. Başını yükseltti. Bir meleğin göklerden elinde bir koçla geldiğini gördü. Me­lek ona şöyle diyordu:

—      Ey İbrahim! Oğlun İsmail’in yerine bu koçu boğazla. Allah onun yaşamasını istiyor. İşte, oğlunun yerine kurban etmek için bu koçu yolladı.

Hazret-i İbrahim’in kederli yüzüne bir sevinç nuru doldu. Oğluna:

—      Doğrul İsmail! dedi. Oğlunun arkaya bağladığı kollarını ve iki ayağını bağlayan ipleri çözdü. Onu serbest bıraktı.

Gökten inen koçu kesmek için tutmak istedi. Bu koç, güz mevsim­lerinde kırk yıl Cennet’te otlayan bir koçtu. Fakat koç kaçmağa baş­lamıştı. Hazret-i İbrahim, onu Cemretülveyaya, yâni Hacıların son­raları şeytanı ilk taşladığı yere kadar kovaladı. Fakat yakalayamadı.

O zaman koça yedi tane taş attı. Koç yeniden bulunduğu yerden fırladı, kaçtı. En sonunda Cemretülvüstaya yâni şeytana ikinci defa taş atılan Orta Cemreye geldi. Koç yine yakalanmadı. Hazret-i İbra­him ona yeniden yedi tane taş fırlattı. Koç birdenbire yerinden zıpla­dı. Yine kaçmağa başladı. Yine yakalanmamıştı.

Nihayet, Hazret-i İbrahim, Cemretülkübrâ’ya yâni şeytana büyük taşlar atılan yere geldi. Koçun ardından yetişti. Ona burada da yedi tane taş attı. Koç kaçtı ise de ardından koşan Hazret-i İbrahim en sonunda onu yakaladı. Minâ’daki kurban kesilen yere götürdü. Çok keskin ve hilâl gibi eğri, ete saplanabilir sivri uçlu bıçağını koçun bo­ğazına indirerek:

—      Allah kabul etsin! dedi ve koçu boğazladı.

Bazı rivayetçilere göre bu koç beyaz renkteydi. Boynuzları iki yandan sarkmıştı. Gözleri de ahû bakışlı idi.

Hazret-i İbrahim, sonra bıçağım bir kenara koydu:

—     Ey Yüce Allah’ım! diye dua etti. Oğlumu bana bağışladığın için sana hamd ve senalar olsun.

Allahü Teâlâ Hazret-i İbrahim’i buyruğuna uygunluğunu Kuran‘da Hazret-i Muhammed (Sallâllahü Aleyhi ve Sellem)’e şöyle övdü.

«Yine ona (İbrahim)’e sonraları gelecekler için iyi bir ad bıraktık. İbrahim’e bizden SELÂM olsun, mutluluk olsun. Gü­zel amel işleyenleri, biz, böyle mükâfata erdiririz!» (Sâffât sû­resi, âyet: 108-109-110)

Bu mükâfatın Hazret-i İbrahim’e ancak Mü’min olduğundan ötü­rü verildiğini, Hak Teâlâ şöyle bildiriyor:

«Çünkü, o, (İbrahim) iman etmiş kullarımızdandı.» (Sâffât sûresi, âyet: 111)

İşte bu olay Müslüman dininde kutlu bir gün sayıldığından İsma­il’in bu kurban olmaktan kurtuluşunu yâdeden Müslümanlar Allah’a şükür borçlarını ödemek için kurban kesmeğe başlamışlardır.

Hz. İbrahim oğlu İsmail ile tekrar karısı Hâcer’in yanma döndü. Birkaç gün kaldıktan sonra Filistin’e, karısı Sârâ’mn yanma döndü. Sonraları Yüce Allah ona Burakı gönderir, o da ona biner sabah Hi­caz’a gelir, akşam Filistin’e dönerdi)

Hazret-i İbrahim, doksan dokuz yaşına vardığı zaman, o yıl için­de, hatiften yeni bir nida duydu. Bu, Yüce Rabbi’nin kendisine sesle­nişi idi. Ona şöyle buyuruyordu:

—     Yâ İbrahim! Ben her şeyi yapmağa kadirim. Kemâle er, yücel. Ahdimi seninle aramda yerine getireceğim. Seni fazlasiyle çoğaltıp üreteceğim.Bu nidayı duyan Hazret-i İbrahim, yüzü üstüne secdeye vardı. Sukran borcunu ödedi. Ve secdeden kalktığı zaman, gökten gelen o ses şöyle diyordu ona:

Ey İbrahim! Benim ahdim bil ki seninledir. Sen bir millet babası olacaksın. Seni birçok kavmin atası yapacağım. Seni dölü bol bir bü­yükbaba yapacağım. Senden daha nice kavimler üreteceğim. Senden Beyler, Melikler gelecektir. Ben senin ve senden sonra gelecek nesil­erin Allah’ı olmak üzere devrinde ve senden sonraki asır ve zaman­lardaki nesiller arasında ebedî aht olmak yolunda ahdimi sabit kılacağım. Senin bu gurbet diyarını, Hicaz’ı ve Kenan ilini sana ve senden sonra gelecek olanlara ebedî mülk olarak vereceğim. Onların tek Allah’ı olacağım.

Hazret-i İbrahim, bu buyruğu dinledikten sonra:

—      Sana hamdolsun Ya rabbi! dedi.