Huneyn Vadisi

By | 1 Ağustos 2019

Arabamızın üzerinde gittiği asfalt yol dümdüz bir arazi üzerinde uzanıyordu. Ne de olsa çöl toprakları arasından ilerliyorduk. Ancak bir müddet sonra kayalık bir arazide gitmeye başladık. Derken iki yanımızda birden yüksek ve bir o kadar da dik iki tepe beliriverdi. Burası Huneyn Vadisi idi.
Huneyn deyince öncelikle aklımıza Mekke’nin fethi, İslam ordusunun Mekke’ye girişi ve burayı putlardan temizlemeleri geliyor. Mekke halkı zaten Hudeybiye sulhünden bu yana kalben ısınmışlardı
İslamiyet’e. Mekke fethi kalplerdeki ufak tefek endişeleri de izale etmişti. Fakat ya dışarıdakiler? Mekke dışında yaşayan kabileler daha ne İslam’ı, ne de Müslümanları tanıyorlardı. Önyargı had safhadaydı. Buna bir de bir türlü uslanmaz kışkırtıcıların desiseleri eklenince, dışarıda büyük bir şer ittifakı oluştu. Ortalığı velveleye verenler, “Kureyş savaşmaktan ne anlar. Medine’den gelenler bir de bizi görsünler,” diyorlardı.
Mekke dışındaki en büyük iki kabile Sakif ve Havazin Mekke’deki Müslümanlara karşı bir araya gelerek 20 bin kişilik bir ordu toplamışlardı. Askerler kaçmasın diye kadın, çocuk ve davarlarını da yanlarına almışlar ve Huneyn’de toplanmışlardı. Kâinatın Efendisi(sas) bu şer birliği dağıtma adına askerlerinin başına geçmiş ve buraya doğru sefere çıkmıştı. İslam ordusu Huneyn’e doğru ilerlediği sırada Havazin Kabilesi’nin askerleri daha önce gelmiş ve vadiyi tutmuşlardı.
Hicretin 8. senesi, Şevval ayının 5. günü İslam ordusu Mekke’den ayrıldı. Müslümanların sayısı 12 bin kişiydi. Ordu içinde: “Biz artık sayı olarak çok kalabalığız. Mekke’yi de aldık. Bundan böyle kimse bizim önümüzde duramaz.” gibi düşüncelere kapılanlar vardı. Muvaffakiyetin yalnız ve yalnız Allah’tan olduğu düşüncesi unutulur gibi oldu. İşte her şey o anda gerçekleşti. İslam ordusu vadiye girer girmez dört bir yandan üzerlerine ok yağmaya başladı. Müslümanlar böyle bir şeyi beklemedikleri için paniklediler. Dört bir yana doğru kaçışmaya başlamışlardı. Muvaffakiyetin sadece Allah’tan olduğu dersi verilmişti âdeta o sırada. Sayıca üstünlük ya da başka bir şey değildi önemli olan. Bedir’de çok daha az iken Allah müminleri galip kılmamış mıydı? İşte bu panik anında sarsılmadan ve tüm metaneti ile duran kişi yine Hz. Peygamber(sas) oldu. Yanındakilere, dağılanları belli isimler adı altında çağırmalarını istedi, “Ey ensar! Ey muhacirler!” nidaları eşliğinde bir bir toplamaya başladı sahabeyi. Neticede muvaffakiyet yine İslam ordusunun olmuştu. Müşrik kabileler yenilerek dağıldılar.

İçinde bulunduğumuz vadi, bu tarihî olayı ve o gün sahabeye verdiği dersi fısıldıyordu sanki bizlere, “Her şeyin Allah’tan olduğunu unutmayın. Sayıca azız diye üzülmek ya da fazlayız diye sevinmek, fakirlik, zenginlik vs. bunlar değildir önemli olan. Asıl önemli olan Allah’a layıkıyla tevekkül edebilmek, O’na itimad edebilmektir. Bu seviyede kalırsanız sırtınız yere gelmez.”