Hızır Aleyhisselâm

By | 10 Mart 2015

hizir-aleyhisselam     Hızır (A.S.) gençliğinden başlayarak her an Allah’a ibadet eden bir kişiydi. Rivayete göre ona ulu bir kişi olan babası:
— Yâ Hızır! demişti. Seni evlendireyim. Soyumuz, sopumuz çoğalsın.

O ise ibadeti sevdiğinden:

Babamın bu sonu gelmez evlenme sözlerinden bıktım. Bunlardan kurtulmak için memleket memleket gezeyim! dedi. Baba yurdundan ayrıldı. Allahü Teâlâ da kendisini sevenleri mükâfatsız bırakmayacağı için ona Hayat Suyu’ndan içirtti:

— Uzun, sonsuz ömür senin olsun! dedi. Her adım attığı yer, her ayak bastığı toprak da hemen yeşilleniyor, bol bol otlarla süsleniyordu.

Mü’minlerin inanışına göre Hızır (A.S.) Allah’ın ihsanı ile ebedi yaşayışa kavuşmuştur ve hâlâ aramızda yaşamaktadır. Onun şimdiki ödevi her kim dara, geçilmez dar geçitlere düşmüşse onun imdadına yetişmek ve sıkıntılar içinde kalan Allah’ın kuluna yardım etmektir. Hızır, darda kalan kişilere çeşitli şekillerde göründüğüne inanılır. Ve Hızır’ı görmek o kişiye mutluluklar bağışlar. Hızır (A.S.) İlyas (A.S.) ile birlikte yılın Hac günlerinde buluşurlar ve görüşmeler yaparlar.

Hızır (A.S.) hakkında ağızdan ağıza dolaşan sözler çoktur. Bir hikâye de şudur: O, bir gün bir deniz kıyısında dolaşıyordu. Karşısına el açan bir dilenci çıktı:
— Allah rızası için bana bir yardımda bulun! dedi. Hızır (A.S.)’ın ise gönlü gani idi ama yanında dünya akçesi yoktu. Yardım yapamayacağından sıkıldı. Yere baygın düştü. Sonra ayıldı, o kişiye:
— Ey yoksul kişi! dedi. Benim bu dar dünyada kendi nefsimden başka bir şeyim yok. Allah’ın adını andığın için kendimi senin kulluğuna bağışladım. Beni al, sat. Eline geçen akçeyle geçin, dur!

Dilenci de öyle yaptı:
— O halde önüme düş yâ kul! dedi. Onu bir şehrin esir pazarına götürdü. Zengin birisine sattı. O da bu yeni kölesini alıp evine götürdü. Köşkünün ilerisinde bir dağ vardı. Hazret-i Hızır (A.S.)’a:
— Ey kölem! dedi. Şu kazmayı al. Şu dağdan taşlar kır, getir. Köşkün bahçe yollarına dök!
Hızır (A.S.) kazmayı sırtına yüklenerek dağın tepesine yol aldı. .Akşama doğru efendisi bahçeyi görmeye geldi. Dağı aradı. Fakat onun yerinde yeller estiğini gördü. Şaşırdı, kaldı., Hızır’a döndü:
— Ey kul! Sen kimsin! diye sordu. O da:
— Ben Allahü Teâlâ’nın kuluyum. Ademoğullarındanım. Senin de benim! diye cevap verdi.
Efendisinin şaşkınlığı hâlâ sürüyordu:
— Ey kölem! Doğruyu söyle bana. Bu insan gücünün üstünde işi vapan sen kimsin? dedi. Bu soruya doğru bir karşılık vermek gerekiyordu.
— Ben Allah’ın nebi kulu Hızır’ım! dedi.
Bu sefer efendisi Hızır (A.S.)’a yalvarışa başladı.
— Bana Hak yolunu göster, sana iman edeyim! dedi. Hızır nebide : puta tapan kişiye Hak dinini anlattı. O kişi de onun Mü’mini oldu.
Hızır (A.S.)’ın bilinen hikâyelerinden birisi de şudur:
— Yine bir gündü. Musa (A.S.) kendisine iman edenlere bir öğüt vermekteydi ve şöyle diyordu:
— Ey İsrailoğulları! Allah’ınıza şükrediniz! O Yüce Allah ki Mısır Firavununu suda boğdu, canını aldı. Sizin herbiriniz hor, hakir kişilerdiniz. Sizi Yüce Allah horluktan, hakirlikten kurtardı. Aziz kıldı. Size, iyi amellerde bulunasınız diye Tevrat’ı lütfetti. Her birinizi dana faziletli kıldı.
O zaman bir kişi ayağa kalkıp Hazret-i Musa’ya: Yâ Musa! dedi. Dünyamızda bilgisi senden daha üstün bir kişi var mıdır?

Hazret-i Musa:
— Benden daha üstün kişiyi bilmiyorum! diye cevap verdi. Fakat daha bu sözleri ağzından henüz çıkmıştı ki gökten İlâhi bir hitap geldi:
— Ey Musa! dedi. Benim dünyada bir kulum vardır ki senden bilgice üstündür ve adı da Hızır’dır.
Ve Kuranı Kerim’in işaret buyurduğu Hızır ve Musa buluşması onundan sonra olmuştu.
Hızır (A.S.) Mağrib denizi adalarında oturduğu ve yaşadığı, ibadette bulunduğu rivayet edilmektedir.
Bir rivayete göre denizciler dalgalı sularda bir kazaya uğrarlarsa Hızır’a yalvarır, ondan yardım umarlar. Sıcak bâdiyelerin, tepeden kızgın güneş ışınları vuran çöllerin içinde yönlerini, yollarını kaybeden kervanlara yol gösteren Hızır (A.S.) olur.
Hâlâ darda kalan insanlar:
— Yetiş yâ Hızır! diye onun imdada koşmasını bekler ve:
Yetiş imdadıma Yâ Hazret-i Sultan-ı Hızır! derler.